Moda'da hiç arkadaşım kalmadı

Caferağa Muhtarlığı’nın düzenlediği “Buket Uzuner ile Moda Öykü Atölyesi”ne katılanların yazdığı öykülerin sonuncusunu yayımlıyoruz. Deniz İlbi’nin öyküsü birinci seçilmişti. Keyifli okumalar

11 Haziran 2015 - 12:53

MODA ÖYKÜLERİ -3

Bu hafta, Caferağa Muhtarlığı’nın düzenlediği “Buket Uzuner ile Moda Öykü Atölyesi”ne katılanların yazdığı öykülerin sonuncusunu yayımlıyoruz. Deniz İlbi’nin bu öyküsü birinci seçilmişti. Keyifli okumalar…
Deniz İlbi: Modalı sanatçı asistanı (rehber). İtalyan Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu, hayvansever, yazmayı ciddiye alıyor.


Moda’da hiç arkadaşım kalmadı
Beklenen kar geldi. Yağmur dün gece durdu, yerler çoktan kurudu. Kar ise sabah saatlerinden beri ince ince yağmaya devam ediyor, ama belli ki hızlanacak, coşacak, en sevdiğim şekilde, lapa lapa yağmaya başlayacak. Çocukluğumdan beri kar yağdığında dayanamam, atarım kendimi sokağa. Ama bu sefer hiç keyfim yok. Çünkü ilk arkadaşlarım artık yanımda yoklar.
Rosa ve Eli gittiğinden beri kar yağdığında eskisi gibi coşkulu olamıyorum, eksik hissediyorum; gerçi yalnız kar yağdığında değil genel olarak eksiğim artık. Yine de üç kış kendimi zorladım, kar yağdığında her zamanki gibi çıktım sokağa, yalnız da olsam yine coştum karla, ama bu sefer içimde hiç heves yok. Büyüdüm mü acaba? Yoksa artık Eli ve Rosa’nın yokluğu daha mı çok hissettiriyor kendini? Moda’daki hızlı dönüşüme şahit oldukça Moda’da arkadaşım kalmadığını, ikinci ailemin neden gittiğini daha iyi hatırlıyorum. Uyanır uyanmaz perdeyi açıp karşıya baktığımda onların  sevimli köşkünü göremiyor olmak her geçen gün daha çok yakıyor canımı.
Eli ve Rosa’nın anneannesi Efi ve dedesi Çaçi, Moda’ya aşık olup, Atina’dan İstanbul’a yerleşmeye karar verdiklerinde 25 yaşındalarmış. Çaçi’nin Eminönü’nde bir tuhafiye dükkanı vardı, Eli ve Rosa’nın annesi Carla ile babası Dimitri de bu tuhafiye dükkanında tanışmışlar. Rosa ile ben yaşıtız, Eli ise bizden 4 yaş büyük. Beni ve Rosa’yı anaokuluna, dükkanına gitmeden evvel Çaçi bırakırdı. Çaçi’nin her sabah neşeli neşeli; “Haydi bre tutun elimden çıkalım yola” deyişi hala kulaklarımda. Annemle babam çalıştığı için bana anneannem ve kızkardeşi bakıyordu, ben ise bu durumdan oldukça memnundum. Hem anneannem ve büyük teyzemle olduğum için ama daha çok anneannemin evinin tam karşısındaki köşkte yaşayan Eli ve Rosa’yla tüm gün vakit geçirebildiğim için. Ben 6 yaşımdayken annem ve babam boşandılar, biz de annemle birlikte anneannemin yanına taşındık. Ben  bu durumdan da pek hoşnut oldum çünkü artık haftasonları da Rosa ve Eli’yi görebilecektim. Eli bizden büyük olduğu için genelde mahalledeki kendi yaşıtı oğlan çocuklarıyla futbol oynardı ya da odasına kapanıp saatlerce şarkı söylerdi. Şarkı söylerken gözlerini hiç açmaz, kendi içinde bir yolculuğa çıkar, bambaşka birine dönüşür, şarkılar aracılığıyla adeta varlığını kanıtlardı. Eli’yi tanıdığımdan beri şarkılar, onun kendini ifade etme aracı oldu. Eli yakışıklı bir çocuktu. Zümrüt yeşili gözleri, simsiyah saçları vardı, boyu da oldukça uzundu. Ama o, dikkat çekici dış görünüşünün farkına varmayacak kadar alçakgönüllüydü. 
Rosa ile en büyük keyfimiz köşkün bahçesinde bisikletlerimize bindikten sonra içeri girip Efi’nin lezziz yemeklerinden yemek - özellikle ciğer tavası ve Eli tarçın çok sevdiği için sık sık yaptığı tarçınlı kurabiyesi dillere destandı- sonra da Barbie bebeklerimizle oynamaktı. Rosa, yemek yedikten sonra mayışır, uyuyakalırdı bense uykuyu oldum olası sevmedim.  Rosa’ların köşkü  kirli sarı, iki katlı, dar ve küçük bir köşktü; önünde ufak bir cumbası vardı. Rosa uyurken ben o cumbanın önündeki kanepeye oturur, yoldan geçenleri izler, hayallere dalardım. Bazı akşamlar, Çaçi işten döndüğünde eğer keyfi yerindeyse üçümüzü alır, bize Moda turu attırırdı. Ali Usta’dan dondurmalarımızı aldıktan sonra Moda Parkı’na gider, koştura koştura salıncak kapardık. Biz parktayken Çaçi de Kemal’in Yeri’nde çay içer, ahbaplarıyla sohbet ederdi. Parkta saatlerin nasıl geçtiğini anlamaz, eve dönmeyi hiç istemezdik. 
 10 yaşıma geldiğimde başıma hayatımın en güzel şeyi geldi. Ailemize bembeyaz tüylü, zeytin gözlü, mahzun bakışlı bir köpek katıldı. Artık dört kişi olmuştuk: Eli, Rosa, ben ve Tobi..  Tobi’yi genelde üçümüz birlikte gezdirirdik. Birgün  Tobi’yi Eli’yle ikimiz gezdiriyorduk, Rosa o gece arkadaşında kalıyordu.  Her zamanki turumuzu atarken bir anda Eli durdu.
 
-Zeynep, dedi.
-Söyle, Elimu?
-Hiç..
Gözleri doldu. Elini tuttum.
-Söyle, dedim.
Elini çekti. Yürümeye devam etti. Korkmuştu. Ben onyedi yaşındaydım o yirmibir. Karşımıza çıkacak engellerden korkmuştu. O, hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ederken ben, içimden Ömer Hayyam’ın rubaisini geçiriyordum.
“Sevdiğini mertçe seven kişi,
Pervane gibi özler ateşi
Sevip de yanmaktan korkanın,
Masal anlatmaktır bütün işi.”
Üniversite sınavına hazırlandığımız dönemde çok kötü bir haber aldık. Çaçi’lerin köşkünü yıkmak istiyorlardı. Köşkü yıkmak isteyen müteahhit firm,a köşk için depreme dayanıklı değil raporu almış ve köşkün sahibini, yıkıma ikna etmişti. Köşkte 45 yıldır kiracı olarak oturan Efi’lere tabii ki kimse fikirlerini sormamıştı. Köşk yıkılıp yeniden yapılacaktı ve hepimiz biliyorduk ki asla eskisi gibi olmayacaktı. Çaçi’nin ölümünden sonra Efi zaten artık buralarda kalmak istemiyordu; “Son yıllarımı Atina’da, memleketimde geçirmek istiyorum” diyordu. Carla ve Dimitri de Efi’yi yalnız bırakmak istemedi ve Atina’ya taşınmaya karar verdiler. Rosa da Atina’da Hukuk  bölümünü kazandı , Eli ise o güzel sesiyle ve azmiyle hayallerini gerçekleştirdi ve burada konservatuarı bitirdikten sonra  Milano’daki La Scala Akademisi’ne davet edildi.
Şimdi karşımızda o sevimli köşkün yerinde 5 katlı sevimsiz bir apartman, apartmanın en alt katında da Moda’nın her yerini saran, küçük esnafı yerinden eden kafeler gibi yeni furyaya uygun bir kafe var… Rosa ve Eli ise çok uzaklarda. Ben... Ben aynı yerdeyim, ama eksiğim, yalnızım. Dışarda lapa lapa  kar yağıyor ama benim oyun arkadaşlarım, hayat arkadaşlarım artık yanımda yok.


ARŞİV