Muazzam değersizlikteki bir hayatın hikâyesi…

Kadıköylü yazar Onur Gökşen, ilk romanı Muazzam Bey’in Değersiz Hayatı’nda Kadıköy’ü fona alarak, canı sıkılan bir beyaz yakalının sıradan hayatındaki sıra dışı değişimi anlatıyor. Gökşen, bir sonraki romanında da Fikirtepe'de kentsel dönüşüme direnen dede ve torunlarının öyküsünü yazacak.

28 Ağustos 2014 - 15:46


Gökçe UYGUN
Sosyal medya fenomeni, Kadıköylü yazar Onur Gökşen’in, yeni kitabı ve ilk romanı olan “Muazzam Bey’in Değersiz Hayatı”, Okuyanus Yayınevi’nden çıktı. Romanda, hepimize ibret olacak sıkıcılıktaki bir işe, dünyanın sevilesi olmaktan en uzak sevgilisine ve kendi başarısızlığı ile önemsizliğine dair sarsılmaz bir inanca sahip Muazzam Bey'in, adıyla alay edercesine vasat ve sönük olan hayatının bambaşka bir yöne girişinin heyecanlı öyküsü anlatılırken, ezik, mutsuz, habire sıkılan, geleceği olmadığını düşünen bir beyaz yakalının hayatı ve hayalleri üzerinden can sıkıntısı, seks, şiddet, başarı gibi kavramları sorgulanıyor. Tüm bu ağır konuları, gayet eğlenceli dilinden taviz vermeden ele alan  Onur Gökşen’le, “Bir insan istese başarıdan bu kadar uzak bir hayat yaşayamazdı...“ diyen Muazzam Bey’in dedikodusunu yaptık biraz…

“Bizim de Renkli Televizyonumuz Vardı”, “Yedi Kere Sekiz” ve “Allah Belanı Versin Brokoli” isimli kitaplarınız var. Bu 4. kitabınız, ilk romanınız. Daha önceki kitaplar yaşanmışlıklar üzerindeydi. Kurgu yapmak zor muymuş? Nasıl geçti roman yazma süreci?Evet, ilk romanım. Açıkçası Cem Abi (Mumcu, Okuyanus Yayınevi genel yayın yönetmeni) çok ısrar etti roman yazmam için. Ben de zaten ne zamandır denemek istiyordum.  Kurguya çok fazla vakit harcamadım, çünkü yazmadan 4-5 ay önce zaten kafamda kurgulamıştım bölümleri. Zevk aldım yazarken, akıyordu çünkü kelimeler, hiç zorlanmadım, eğer bazı yerlerde takılsaydım zaten bu metne de yansırdı ve kötü bir roman olurdu herhalde.

Kitap, ismiyle tezat bir hayat yaşayan bir anti-kahramnın hikâyesi. Değersizlik hissi mi tüm bunları yaptırıyor Muazzam beye?
Bence Muazzam'ın en büyük sorunu can sıkıntısı, değersizlik hissi içinde olan bir şey zaten ama tüm bunları tetikleyen can sıkıntısı ve bir türlü tatmin olamaması. Ne kadar tanıdık bir problem değil mi?

Bence baya baya bizim hayatları yazmışsınız! Bilerek mi bu kadar gerçekçi oldunuz?
Evet, gerçekliğin dozajını bilerek bu kadar yüksek tuttum. Çünkü öyle yazarken çok keyif aldığımı fark ettim. Kkimsenin kendine bile itiraf edemediği hislerini ‘İstediğin kadar gizle, ama ben senin farkındayım ve bunu yüzüne söyleyebiliyorum’ diyebilmek bana kendimi diğer insanlardan biraz üstün hissettiriyor galiba.

Siz de bir beyaz yakalısınız. Tam da içinde bulunduğunuz sınıfı eleştiriyorsunuz. Neden?Bir yazar bilmediği şeyi çok da iyi yazamaz bence, mesela Muazzam'ı bir doktor yapsaydım, bin tane hata yapardım teknik olarak. Ben de bir beyaz yakalıyım, 20 yıldır ofis hayatının içindeyim, benden başka kim bu kadar detaylı anlatabilir bu hayatı! Orhan Pamuk bile anlatamaz bence, kabiliyet olarak değil de, gelip bir üç beş yıl çalışması, buraların havasını soluması lazım.

Muazzam’ın şiddete susamışlığı Onur Ünlü’nün “Polis” filmindeki  şiddete eğilimli komiserin
“Şiddete meyyalim, vallahi dertten...” sözü gibi.  Bir de Muazzam’ın içindeki kötülük hissi, Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” romanını anımsattı. Ne dersiniz?Ben yine de bu şiddetin can sıkıntısından olduğunu düşünüyorum. Yazdığım eserin Sabahattin Ali'nin bir romanını anımsatmasından da açıkçası gurur duydum. Ancak okumamıştım, merak ettim hemen okuyacağım.

Kitabın temasını sorsam, eğer ki tek bir tema söylemek mümkünse.. Ölüm? İntikam? Seks? Şiddet?....
Kitap kadın düşmanlığını eksenine koyuyor ilk bölümlerde ama son iki bölümde işler bayağı değişiyor. Ama ben ölümü seçerdim muhtemelen.

Diliniz aşırı komik bence, gülerek okudum tüm kitabı. Ama konu ağır esasen. Şiddet ve ironiyi nasıl birleştirdiniz?
Bu yorumu birkaç kişiden daha duydum. Ben bu soruya cevap veremeyeceğim, çünkü bilmiyorum nasıl yaptığımı. Öyle çıkıvermiş demek ki içimden...

Bu ince mizah anlayışıyla Cem Yılmaz’ın da dikkatini çekmişsiniz. Setine gittiğinizi biliyorum.  Biraz anlatır mısınız?
Çok çok keyifliydi set. Cem Yılmaz ve ağabeyi Can Yılmaz'la görüştük. O kadar temiz, o kadar iyi insanlar ki hayran olmamak elde değil. Senaryo hakkında soracaklarım vardı, hiç üşenmeden anlattı. Bu kadar yakın temas kuracağımııkçası tahmin etmiyordum. 2014 yılının en önemli olayı Yılmaz Kardeşlerle tanışmamdır benim kişisel ajandamda.

Cem Yılmaz filme çekecek mi kitabı?
Bu konu daha belli değil. Senaryosunu yazmaya başladım, bittikten sonra oturup konuşacağız.

Kitapta yine ve elbette Kadıköy var. Kadıköysüz kitap yazmıyorsunuz değil mi?
Benim tüm kitaplarımda arka fonda Kadıköy olur, bundan sonra da aynen öyle olacak. Kadıköy benim doğduğum yer, annemin babamın doğduğu yer, dedelerimin yaşadığı yer… Başka nereyi anlatabilirim ki kitaplarımda, ben başka nereyi sevebilirim, başka nerede yaşayabilirim. Galiba tam bir Kadıköy milliyetçisiyim.

Sonraki kitabınızı da sorarak bitireyim…Bir sonraki kitabım taslak halinde. Şu senaryo işlerini bir tamamlayayım, ona da bakmaya başlayacağım. Fikirtepe'de geçecek bu sefer. Kentsel dönüşüme direnen bir dede ile biri down sendromlu iki torununun hikayesini yazacağım. 

MUAZZAM’DAN İNCİLER!Geleceğim yoktu, geçmişim yoktu, umudum yoktu, maaşım azdı, kredi kartı borçlarım birikmişti, unvanım müdür, görevim memurluktu.
Sıkıcı hayatlar yaşıyor, birbirinden sıradan işlerde, birbirinden rutin zamanlarla tükettiğimiz ömrümüzü renklendirmek için kurduğumuz hayallerin birer birer çöp olmasını izliyoruz.

Gardırobun yanındaki sandalyeyi yatağın yanına çekerek oturdu ve bacak bacak üstüne attı. “Muazzam, kızımı öldürmüşsün. Hayırdır, bir terbiyesizliği falan mı oldu sana?” diye sordu. “Hayır efendim, bana karşı en ufak bir terbiyesizliği olmadı, aksine çok terbiyeli yetiştirmişsiniz kendisini, çok teşekkür ederim size. Biz sadece ayrıldık” diye cevap verdim.

Bu ülkede ailen, daha doğrusu seni büyüten insanlar ölmeden hiçbir zaman özgürleşemezsin. Tek başına düşünmeyi sana öğretmeyen ailen, bu dünyadan yok olana kadar tepende dikilip, sana hayatı nasıl yaşaman gerektiğini öğretecektir. Kendi annelerinden babalarından ne öğrendilerse, kendi evliliklerinde ne yaşadılarsa, aynısını sana öğretmeye çabalayacak ve sen bu beyin yıkamayı reddettikçe de sana “Aaa evladım ne oldu sana böyle, sen evlendikten sonra çok değiştin” diyecekler, arkandan “O kadın yüzünden böyle oldu bu çocuk” diye konuşacaklar ve sen onların senin için çizdiği yoldan ne kadar saparsan, senden o kadar nefret edeceklerdir. O yüzden dünya üzerindeki tüm anne ve babalar çocuklarını belli bir yaşa getirdikten sonra ölmeli, ölmedilerse de intihar etmelidirler. Tabii bunu Jim Morrison'ın “Baba seni öldürmek istiyorum, anne seni düzmek istiyorum” sapıklığında değil, daha ince, onların kalplerini kırmadan söylemeliyiz onlara.
Etiketler; onur gökşen

ARŞİV