Murat Çelik: "Edebiyat bir ısrar işi"

Edebiyatın şan, şöhret, para değil bir ısrar işi olduğunu söyleyen şair- yazar Murat Çelik “Sevdiğin için yazarsın” diyor

03 Ağustos 2023 - 10:14

“İnsanın yazdıklarına bu olmamış diyecek yakın arkadaşları olmalı” diyecek kadar kadar mütevazi, öykülerini alışılmış dil kalıplarından çıkararak yazacak kadar maharetli yazarlarımızdan biri Murat Çelik. Aynı zamanda da şair. Eve Dönmeyen Hayvan ile 2020 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü aldı. Everest Yayınları tarafından okurla buluşturulan öykü kitabı “Kışın Herkes Dürüsttür” toplumsal rolleri, erkleri, erkekleri kendine has üslubuyla hicvediyor. Sekiz öyküden oluşan kitap bazen dil oyunlarıyla kafa karışıklıklarına, farklı yorumlamalara neden olsa da yalnız, yanlış yani öteki hayatları anlatıyor. Murat Çelik ile Kadıköy’de buluşup kitabını konuştuk.

Kışın herkes dürüst mü? Bu sonuca nereden vardınız?

Tabii böyle bir şey yok. Bir öyküde iki insan arasındaki diyalogda yer alan cümlelerden biriydi. Kitaba uygun bir isim ararken neden bu cümle olmasın dedim.

-Kışın Herkes Dürüsttür'e adını veren öykü de çok sarsıcı bir öykü. Öykünün son paragrafında diyorsunuz ki: “1965 yılının Aralık ayında, yirmi beşinde bir kadın her yıl gebe kaldığı için öldürüldü. Onun yüzünü çok az insan hatırlıyor - tek bir tane fotoğrafı var. Yaşasın isterim.” Sanırım pek çok insanın böyle bir tanıdığı var. Sizin böyle bir tanıdığınız var mıydı?

Öyle biri hem var hem yok diyebilirim. Dediğiniz gibi o fotoğraf da, o hikâye de okuyan insanlar için öyle biri varsa var. Onların hayatında yoksa yoktur. Çünkü böyle bir ölümle, trajediyle karşılaşmamışlarsa bence anlayamazlar. O yüzden kaçak dövüşebilirim.

-Öykülerinizi anlayanlar için mi yazıyorsunuz?

Öyküler üzerine düşünmek isteyenler için yazıyorum. 

-Öykü yazmaya ne zaman başladınız?

Lisede önce şiir yazmaya başladım. Sonra da öykü yazmaya. Hatta bir yarışmaya katıldım,  derece aldım. Üniversitede de hem şiir hem öykü yazmaya devam ettim. Üniversite dönemim aynı zamanda yoğun bir şekilde okuduğum bir dönem oldu. 19-20 yaşındasınız, tecrübe yok, yaşanmışlık yok. Ne yazacaksınız? Benden daha önce üretenlerin yazdıklarına bakmam gerekiyordu. Çok fazla öykü okudum. Okula gitmeyip her gün bir öykü kitabı okuyordum.

En çok sevdiğiniz öykücüler kimler?

Onat Kutlar, Vüs'at Orhan Bener, Sevim Burak. 50 kuşağındaki isimlerin çoğunu severim ama benim için zirve Onat Kutlar’ın İshak’ıdır. Hatta tek kıskandığım kitap olabilir.

“EDEBİYAT ARKADAŞLIĞINA İHTİYACINIZ VAR”

-Bu yazarlar sizin yazınızı etkiledi mi?

Bilge Karasu’yu ilk okuduğumda onun kötü bir taklidi olan bir öykü yazdığımı hatırlıyorum ama bir yere göndermedim. O tarihte yazdığım öykülerde biraz şiirden devşirdiğim için çizgi dışı şeyler oluyordu. Dergiler de sağ olsunlar öykülerimi yayımlamıyordu. İyi ki yayımlamamışlar, sonra cümlelerimin çok bozuk olduğunu gördüm. Şiirden gelince cümle yapısı çok değişiyor. Devrik cümlenin devriğini kuruyorsunuz ve yazdığınız şey anlamsız oluyor. Sizin kafanızda bir anlam var, hayal edebiliyorsunuz ama karşı taraf için çok zormuş, yıllar sonra kendi yazdığım öyküleri okuduğumda anladım.

-Öykü yazmak zor mu?

Zor değil. Bir hikâyeniz, bir derdiniz varsa bir kılavuza; edebiyat arkadaşlığına, kitaplara ihtiyacınız var.

-Edebiyat arkadaşlığı derken neyi kastediyorsunuz?

Yazan, çizen sizin gibi arkadaşlar. Aynı seviye olabilir, bir tık üst seviye olabilir ama çok kibirli insanlara çarpmamak gerekir. Yazdığını okutacağın iki-üç iyi arkadaşının olması lazım ki; o arkadaşların “yazamamışsın, şurası olmamış” demeli. Beğenme ve hayranlığa karşıyım. Okuduğum metinde de, arkadaşlarımda yaptığım yorumlarda da öyle. İyi bir şey olursa herkes beğenebilir ama benim ona “kral çıplak” demem lazım. Eğer demiyorsam iyi bir arkadaş olmam.

Alınganlık olmuyor mu?

Edebiyatta alınganlık olmaması lazım. Alınganlık olursa kişi kendine hayrandır. Buna gerek yok. Kendine hayran olacağı başka işler yapabilir. Burada para da, şöhret de yok. (Gülüyor)

Peki bir insan niye yazar?

Aslında bir kere yazdığı için yazar. Çok akılla izah edilebilir bir tarafı yok. Hem para kazanmadığın, hem ünlü olamadığın bir şeyi niye yapıyorsun? Sevdiğin için. Edebiyat bir ısrar işi, çünkü ucunda hiçbir şey yok.

-Ünlü olanlar da var.

Ünlü olanlar var ama onlar da galiba çok iyi edebiyat üretenler değil. Hem iyi edebiyat hem şöhret çok az kişide var diye düşünüyorum.

KOMŞUNUN BAHÇESİNE BAKMAK

-Siz niçin yazıyorsunuz?

Bir kere yazdığım için yazıyorum gibi geliyor. (Gülüyor) Bu soruyu sorup içinde kaybolmaktansa yazmayı tercih ediyorum.

-Diğer kitaplarınızı bilmiyorum ama Kışın Herkes Dürüsttür kitabı üzerinden soracağım; 1989 doğumlu bir insan niye bu kadar itilmiş, öteki, yalnız, yanlış yaşanmış hayatları, yani travmatik hayatları neden yazmak ister?

İnsan önce biraz kendini yazarak bir şeylere başlıyor ama sonra komşunun bahçesine de bakmaya başlıyor. Diğer insanların derdini görüp anlatabilirsem başarılı olabilirim diye düşündüğüm için daha çok başkalarının hikâyelerini yazdığım bir kitaptı. Belki mutlu şeyleri anlatmaya değer görmediğimden böyle şeyler yazdım. Belki yaş aldıkça değişirim.

-Öykülere neler kaynaklık ediyor? Yaşanmış bir olay mı? Bir yerden gelen bir imge mi?

Bazen ailede birinin geçmişle ilgili anlattığı bir şey, bazen bir film bazen bir metin… Okurken beni başka bir yere götürüyor. Sonra onu kafamda kuruyorum. Kafamda iyi gezdirebilir, bir şey üretebilirsem yazıyorum, üretemezsem bir paragraf olarak kenarda bekliyor. Belki hayatına yan hikâyecik olarak devam edecek. Belki de bir gün başka bir şeye dönüştüreceğim.,

Öykülerinizden biri depremi anlatıyor.

Ben de depremzedeyim. Düzce depremini yaşadım. Bir önceki kitabımda da depreme dair bir öykü vardı. Kurmaca yazdığım sürece depremden bahsedeceğim

Niye?

Bu hem benim yaşamım olduğu, hem kayıplarımın olduğu hem de çocukluğumu kaybettiğim için. 10 yaşına kadar yaşadığım yer yıkıldı. Deprem olmasaydı en mutlu olacağım yer bir anda gitti. Ve deprem ülkesi olmasına rağmen önemsenmemesi, insan hayatının bu kadar ucuz olması canımı sıkıyor. Okuyanların nasıl bir şey olduğunu hayal etmelerini isterim. Yaşamayanlar için kolay geliyor. İstanbul'a taşındığımdan beri tanıştığım, muhabbet ettiğim insanların birçoğu depremi anlattığımda küçümsüyorlardı. Sonra burası sallandı, Maraş’ı gördüler geceleri uyuyamamaya başladılar.

-Öykülerinizde toplumsal roller, erk gibi konular işleniyor. Bazen kadın boyun eğiyor bazen de evi yakıp gidiyor. Yazarın toplumsal rollerle ve erkle nasıl bir derdi var?

Erkekliğin bu kadar kaba, bu kadar çirkin, dünyayı ben yarattım havasında olmaması gerektiğini düşündüğüm için kadınları haklı kılarak bir şeyler anlatmaya çalıştım. Başarılı oldum mu olmadım mı bilmiyorum.

“NASIL ANLATTIĞINIZ ÖNEMLİ”

-  Kitapta şiirsel denilecek bir üslup var. Bir cümle farklı anlamlar da taşıyabiliyor. Bu tarz yazmanın ilk okunduğunda anlaşılmama gibi bir yanı var. Bu riski niye aldınız?

Ben olabilmek için aldım. Bir üslup yaratmak gerekiyor. Belki bütün hikâyeler yazıldı, ama onu başka türlü anlatan biri olduğunda o hikâyeler başka bir yere konulacak. Biri bir kitaptan, bir metinden bir sayfa okuduğunda yazan kişiyi bulabilmesi gerekiyor. Çünkü ne anlattığımızdan ziyade nasıl anlattığımız daha önemli. Ben de ona çalıştım.

-Aynı zamanda da yayıncısınız. Bir kitabı yayınlatmak, yazmaktan daha zor sanırım. Özellikle genç yazarlara orada nasıl bir yol açılabilir?

Evet, çok daha zor. Öykü ve şiir yazanlar için nispeten biraz daha kolay, yazdıklarını dergilerde yayınlamaları biraz aşinalık sağlıyor. Kısa özgeçmişlerini de dosyalarına eklediklerinde referans olabiliyor. Ama ilk romanını yayınlatmak isteyen için her şey çok zor. Müthiş bir şey yarattıysa bile okutmak çok büyük bir başarı.

-  Kitap da artık pahalı bir şey oldu.

Evet basmak da çok pahalı, okumak da çok pahalı. Ama ben kitap pahalı diye ağlamayı gereksiz buluyorum. Birçok şey artık çok pahalı. Niye kültürle ilgili şeylerde pahalı olunca ses çıkarıyoruz?

-“Coğrafya kaderdir” denir” Düzce’de doğup büyümeseydiniz böyle yazar mıydınız?

Muhtemelen yazmazdım. Mesela İstanbul’da doğsaydım bu kadar kitap okumazdım. Başka şeylere takılıp, başka türlü yazabilirdim.

Ama yine de yazar mıydınız?

Bilmiyorum. Daha dışa dönük bir çocukluğum olsaydı belki yazmazdım. Mesela çocukken sesimi hatırlamıyorum. Konuştuğumu falan hatırlamıyorum. Çocukluk bana sessiz bir film gibi gelir. Hep kendi halinde bir çocuktum.

Yeni bir çalışmanız var mı?

Uzun hikâye var; novella. Bütün öykücülerin hayalidir. Herkesin yastık altında bir novellası vardır. Arkadaşlarımla da konuştuğumuz hızlı, çabuk roman gibi bir format var. Halkalı’dan Marmaray’a binip Gebze’de indiğinizde kitabın bitmesi, o hikâyeyi o süreçte yaşatması ve indiğinizde hiçbir şey hatırlatmaması.

Hiçbir şey hatırlamaması mı? Niye?

Evet. Çünkü bu çağın gereği bu. Hiçbir hikâye eve götürecek kadar değerli değil.

Bu çok acımasız değil mi?

Öyle. Ama iyi vakit geçirmek demiyorum. Sadece bir hikâye ile o yolculuk boyunca yaşaması. Sonra hikâyeyi unutmasını amaçlayan şeyler yazsak, yazdırsak diyorduk.

-Niye böyle bir şey istiyorsunuz?

Bu da bizim hayalimiz. Nasıl olsa daha iyisi geldiğinde bütün hikâyeler unutulacak ya biz en başında ortaya koyalım dedik.

-Yazıyorsunuz diye bir hikâyenin ne zaman unutulacağına karar verebilir misiniz?

Karar vermek gibi değil, amaç bu. Başaramayacağımızı biz de biliyoruz. Hangi insanı neresinden yakalarsak o hikâye onunla eve gidecek. Sonra başka hikâyeler okudukça o hikâye arka sıralara gidecek. Belki de bu bir unutulmama numarası. :)

 


ARŞİV