“40 yıla yakın bir zamandan beri İstanbul’un havasında bir Selâhattin Pınar mûsıkısi dolaşır.”
Gazeteci-şair Bâki Süha Ediboğlu, ölümünden bir yıl sonra böyle yazmıştı O’nun için. 1960 yılının 6 Şubat’ında Kalamış Todori’nin lokantasında, bir arkadaşı ile yemek yerken, geçirdiği kalp krizi sonucu yaşama veda eden klasik Türk müziği bestecisi, udi ve tanburi Pınar, vefatının 60. yılında hala melankolik besteleriyle kulaklarda ve kalp sızılarında yaşıyor.
Kadıköylü Pınar’ı; yeğeni, ünlü oyuncu Mustafa Alabora ile Tophane’nin sırtlarındaki evinde, bestecinin eserlerine sinen İstanbul manzarası ve onun içli şarkıları eşliğinde konuştuk. Lütfen siz de röportajı okumaya başlamadan evvel, önce bir Selahattin Pınar’ın İstanbul’unu düşleyin, sonra da bir bestesi yankılansın kulaklarınızda…
(Alabora, akrabaları ünlü ressam İbrahim Çallı’nın torunu Yaşar Çallı’nın kendisi için resmettiği portresi önünde)
Öldüğü gün mezarının başında Sabite Tur Gülerman'ın diz çöküp şarkı okumasını hiç unutamam. Hafiften de bir yağmur çiseliyordu. Sabite hanım dayımın en sevdiği şarkıcılardan biriydi.
Mesela dayımın futbol oynadığını bilmiyordum, gençliğinde oynamış. Dalyan'da kayığı ve deniz motoru vardı. O zamanlar orası şimdiki gibi değil tabi, sadece bir balıkçı barınağıydı. Beni denize götürürken taşlara ayağıyla tık tık vururdu ben eğleneyim diye. Şimdi düşünüyorum da belli ki bayağı futbol oynamış, çünkü vuruşları çok düzgündü.
( Bâki Süha Ediboğlu: Selâhattin Pınar hayata güzel yaşamak ve mûsıki için gelmişti âdetâ. Çok şık ve temiz giyinir, vapurda karşısına uyumsuz giyinen biri otursa yer değiştirirdi.)
Evet. Bir keresinde harika bir çocuk buldum diye birini getirmişti köşke, Mustafa Kandıralı imiş. Onun klarnetini dinlemiştim orada. Varlıklıydı. Köşkün aşçısı falan vardı ama Kurban Bayramı’nda filan kendisi mutfağa girip kavurma yapardı. Ayrıca çiçeklere çok meraklıydı. Bahçesinde ortancaları vardı. Ben o çiçekle ilk kez onun bahçesinde tanışmıştım. Ortanca denilince dayım gelir aklıma.
(Selahattin Pınar, Münir Nurettin Selçuk, Fevzi Aslangil (soldan sağa)
“DAYIM BİRAZ DELİYDİ!”
Tabi tabi. Bir keresinde Altıyol civarından geçiyoruz. Dayım arabayı kullanıyor, ben de arabadayım. Trafik polisi çevirdi bizi. ‘Selahattin abi burada bir hata yaptın’ filan dedi. Dayım da bütün sanatçılar gibi biraz çatlaktı! ‘Önce benim kanunum, sonra senin kanunun…’ dedi. Polis de ‘Tamam Selahattin abi’ dedi, geçmemize izin verdi. O zamanki İstanbul'u düşünün, 1 milyon bile değil. Trafik polisi herkesi tanıyor. Dayımı da biliyor, onun deliliğini biliyor.
Tam olarak değildim.
Öldüğü zaman… İnsan, bu kadar yakınındaki birinin bu kadar önemli olduğunu anlayamayabiliyor. Yani bir şekilde önemli biri olduğunu anlıyordum ama şimdi bilincimle değil tabi.
BABASINA BESTE YAPMIŞ
Evet. O meşhur şarkıyı dedeme yapmış dayım. Herkes sevgilisine filan sanıyor ama. ‘Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım, Gittin artık seni ben nerde bulup yalvarayım…’ diye. Çünkü 1 hafta, 10 gün önce kavga ediyorlar, sonra dedem ölüyor.
Tabii canım. Sanatçıları zaten kimse durduramaz. Durup vazgeçenler zaten sanatçı değildir ve olmayacaklardır da. Öyle çok arkadaşım var benim; ailesi bırakmadı diye, evlendi diye, aşık oldu diye sanattan vazgeçenler. Elbette biz de insanız, aşık olabiliriz ama bizim mesleklerimiz en büyük aşkımızdır. O nedenle de gerçek sanatçı ruhu taşıyan insanlar mutlaka bir yerden sivrilirler. Su akar yolunu bulur.
Evet. Afife hanımı ben hiç tanımadım ama annemden, Sadun Aksüt’ ten çok duydum. Özellikle annemden. Hatta bundan 40 sene evvel gazeteci-yazar Nezihe Araz, Afife hakkında bir oyun yazdı ama kendisi hakkında hiçbir bilgi yoktu, gelip annemden bilgi aldılar. Sonra o oyundan bir de film çekildi. Annem iyi ki de Afife’nin hikayesini anlatmış.
Evet, dinlerim, çok severim, hatta büyük çoğunluğunu bilirim. Haftada 2 kez araba sürerim ben, o sırada TRT Nağme dinlerim. Orada sık sık dayımın bestelerini çalarlar. Onun eserleri İstanbul'dur çünkü.
En sevdiğim birkaç tane var. En başta demin anlattığım dedeme yaptığı beste. Sonra, Afife’ye yaptığı ‘Nereden Sevdim O Zalimi’ var. Herkesin çok iyi bildiği ‘Bir Bahar Akşamı Rastladım Size’yi çok severim. Kendisinin de ustalık mertebesine eriştiğini kabul ettiği, son bestesi ‘Beni de Alın Ne Olur Koynunuza Hatıralar’. Bunun sözleri de Bâki Süha Ediboğlu’na ait. Bir bestesi daha var ki, onun sözlerine hayranım. Vecdi Bingöl’ün güftesi. ‘Gözünün rengini sordum, kara sevda dediler…’ Ya böyle bir güçlü mısra olabilir mi!
Aa Gökçe bu hikayeyi hiç duymamıştım. Çok hoşuma gitti, paylaştığın için teşekkür ederim. Bu anı bende kişisel bir anımı çağrıştırdı. Kız halaya, oğlan dayıya çeker derler ya, aynen öyleymiş! Bak şimdi, Uzun Hikaye filmini çekiyorduk. Yönetmen Osman Sınav bir gün bana ‘Yemek yapıyormuşsun abi sen’ filan bişeyler dedi. Ben de ‘Bak Osman benim oyunculuğumu eleştirebilirsin ama yemeklerimi yapmamı asla!’ dedim. Sen dayımı anlatınca bu anı çağrışım yaptı. Dayım deliydi, demek ki ben de öyleyim. (gülüşmeler)
Demin dedim ya, ben onun bestelerinden İstanbul kokusu alırım. İstanbul’un yeri çok özel bende. 3-4 göbek İstanbulluyum, ama tabi şimdiki İstanbul'dan bahsetmiyorum. Benim çocukluğumun, ondan da öncesinin İstanbul'u. ‘İstanbul Efendisi diye bir laf vardır. Malatya ya da Konya ya da başka bir şehrin efendisi diye bir şey yok. O zamanlar insanların konuşma tarzı, hal ve hareketleri, kıyafetleri bambaşkaydı. Demin anlattığınız kravat konusu mesela. Dayım 1902 doğumlu, yani Osmanlı dönemi aslında. Ama tabii Cumhuriyet döneminde büyümüş. Mustafa Kemal'in o şıklığı o dönemli nesillere yansımış. Keza benim babam da şık giyinirdi. Dayım gibi varlıklı biri değildi mesela ama onun da çok kravatı vardı.
(Kadıköy Belediyesi’nin ‘Yaşayan Sokaklar’ projesi kapsamında, Fener-Kalamış civarındaki Selahattin Pınar Sokak’a yerleştirilen gramofonda sanatçının "Bir Bahar Akşamı Rastladım Size" bestesi çalınıyordu)
Velhasıl, dayım gibi insanlar çok önemli. İstanbul'da doğup büyümüş, bu şehrin kokusunu alıp, eserlerine aktarmışlar. Ben onun bestelerinden İstanbul, özellikle de Kadıköy kokusu alırım. O zamanki Kadıköy çok hoş bir sayfiye yeriydi. İki katlı evler, köşkler, bahçeleri.
Benim için hem dayımdan dolayı çok özel bir yer Kadıköy, hem de seyircisinden dolayı. Şehir Tiyatroları’nın Haldun Taner Sahnesi’nde çok oynadım. Kadıköy izleyicisi çok özeldir. Hadi hatta biraz torpil yapayım; Kadıköy bir cumhuriyettir… Şuan yaşadığım bu evi (muhteşem İstanbul manzarası gösteriyor) çok seviyorum. Böyle harika bir yerde yaşamasaydım, mutlaka Kadıköy'de otururdum.