Müziğe hayat veren eller

Onlar, ruhu doyuran seslere maharetli elleriyle hayat veren ustalar… Kadıköy’ün “lutiyeleri”(enstrüman ustaları) Mustafa Copçuoğlu ve Murat Yerden, mesleklerine olan tutkularını gazetemize anlattı

19 Kasım 2015 - 16:39
Kadir İNCESU
Kültür yaşamının en önemli merkezlerinden biridir Kadıköy... Kültür merkezleriyle, galerileriyle, kitabevleriyle, sinemalarıyla, tiyatrolarıyla... Mutlaka hoşça zaman geçireceğiniz bir mekân bulursunuz. Yalnızca sokaklarında gezmek bile çoğu zaman yeterlidir. Bir yerlerden müzik sesi gelir, bir yerlerden eski kitapların kokusu...
Pavlonya Sokağı’ndaki eski kitap tezgâhı çekti önce ilgimi... Önce bir ud sesi yankılandı, kısa bir süre sonra da kemençe... Kısa bir araştırmadan sonra fark ettim, iki ustanın başları önde, keyifle çalıştıkları, iki yayınevi arasındaki küçücük Burak Enstrüman Yapım Evi’ni... İki usta Mustafa Copçuoğlu ve Murat Yerden aynı mekânda yapıyorlar mesleklerini... El yapımı ud ve kemençelere hayat veriyorlar…
Rahatsız etmemeye çalışarak giriyorum kapıdan. Girişin sağ tarafındaki tezgâhta 1964 Tokat doğumlu, ud ustası Mustafa Copcuoğlu çalışıyor. 10 dakika kadar sonra göz göze geliyoruz. Kısa bir tanışma faslından sonra başlıyoruz sohbete...

DANTEL İŞLER GİBİ...
Mustafa Usta, elindeki udu, gözünden sakınırcasına tezgâha koyuyor ve başlıyor sorularımı yanıtlamaya...
Mustafa Usta’nın müzikle tanışması, eve alınan bir pikap sayesinde 10 yaşında olur. Ailecek Gönül Yazar’ın bir plağını dinlerler ilk olarak... Sonraki dönemde radyo ve televizyonla tanışır, sık sık bağlama çalan bir akrabasının da yanına gider. Müziğe tutkusu her geçen gün artan Mustafa Copcuoğlu’na edebiyat öğretmeni, mutlaka konservatuara gitmesini söyler.
1983 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Çalgı Yapım Bölümü sınavını kazanır, 7 yıl süren lise ve lisans eğitimini orada tamamlar. 1992’de de yüksek lisansını tamamlayarak eğitimine nokta koyar.

“DÜNYANIN HER YERİNDE”
30 yıldır ud yapan Mustafa Usta “Öğrencilik yıllarımda mesleğimde bir isim sahibi oldum. Müzik öğretmenliği yapmadım, serbest çalışmayı tercih ettim. 30 yıldır ud ve lavta yapıyorum. Amerika, Kanada, Yunanistan, İsrail başta olmak üzere dünyanın her bölgesinde eserlerim var” diye konuşuyor.

“KENDİ SİTİLİMİ OLUŞTURDUM”
Geçmişin önemli ustaları Onnik Usta, Manol Usta, Hamza Usta ve Ankaralı Galip Usta’yı iyi analiz ederek, mesleği adına önemli şeyler orta koyduğuna dikkat çekerek şunları söylüyor: “Bilgileri kendi bakış açım, görüşlerim ve düşüncelerimle harmanlayarak Mustafa Copcuoğlu stilini oluşturdum. Benim sazımı karşıdan gören veya eline alan, tınısından ve görüntüsünden Mustafa Copcuoğlu yapımı olduğunu anlıyor. Kendime ait kafes motiflerim, formlarım var. Ud sazını iyi bir seviyeye getirdiğime inanıyorum. Yaptığım sazı daha iyi anlayabilmek için kendim de çalıyorum...”

“KİŞİLİĞİMİ YANSITIYORUM”
Fabrikasyon işlerde, el yapımındaki kaliteyi ve kaliteli sesi yakalamanın mümkün olmadığını da özellikle vurguluyor Mustafa Usta: “İyi sazlar iyi lütiyelerden (enstrüman ustası) çıkıyor. Lütiyeler kendi kişiliklerini saza yansıttıkları için de ortaya iyi çalışmalar çıkıyor. Dünyada el işçiliğiyle yapılan sazlar en makbul olanıdır. Çünkü insanın; ruhunda ve bedeninde olan enerjiyi dokunuş yoluyla saza yansıttığı kanısındayım. İyi bir lütiye de yaptığı saza kendi ruhunu, kişiliğini, istediği ses tonunu yaptığı saza yansıtıyor. Malzeme olarak erik, ardıç, ceviz, kayısı ağacının yanı sıra yurtdışından gelen ağaçları da kullanıyoruz. İki, üç uda birlikte başlıyorum. Üçünü ortalama 35-40 gün içersinde bitiriyorum. El yapımı sazlar da biraz pahalı oluyor.”
Mustafa Usta, yapım işi sürecinin ilk aşamasının ağaç cinsini belirlemek olduğunu söylüyor ve yapım sürecini de şöyle anlatıyor: “Desenleri düzenleniyor ve kalıp üzerinde çalışmalarımız başlıyor. Tekne, ses tablası, sap, burguluk, burgular ve tellerden oluşuyor. Kademe kademe, bölüm bölüm dantel işler gibi tamamlıyoruz.”

KADIKÖY’Ü ÇOK SEVİYORUM
Mustafa Usta, Nişantaşı ve Maçka bölgesinde gördüğü eğitim sonrası işyerini açmak için Kadıköy’ü seçmesinin nedenini de şöyle açıklıyor: “Sanatçı için bulunduğu ortam çok önemli. Dükkânımıza fazla ziyaretçi bile geldiğinde etkileniyoruz. Bize sakin ve sessiz bir ortam lazım. Onunla -yaptığımız işle- konuşurken araya başkalarının girmesini istemiyoruz. 24 yıldır buradayım. Kadıköy, İstanbul’un nadide kültür semtlerinden bir tanesi. Bizim müşterilerimiz de biraz farklıdır. Kadıköy’ü çok seviyorum, nezih bir yer...”

“BENİM İÇİN BİR KAÇIŞ”
Pavlonya Sokağı’ndaki Nuhoğlu İş Merkezi’nin giriş katındaki ud ve kemençe seslerinin yükseldiği küçük atölyenin ustalarından birisi de Murat Yerden...
Murat Usta 2008 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olmuş.
Mezuniyet sonrası İstanbul’a gelen Murat Yerden, Fikret Karakaya’nın yanında dört yıl çıraklık yapmış.
Yerden gülerek “Alaylıyım” diyor ve ekliyor: “Daha önce de benzer işler yaptığım için ‘elim kırık’tı. Ustalarım da sağ olsunlar, bütün bilgilerini saklamadan öğrettiler.”
 
İSTANBUL KEMENÇESİ
Üniversite yıllarına kadar Batı müziği eğitimi alan ve gitar çalan Murat Usta “Kültürümüze ve müziğimize biraz burun kıvırıyordum. Egemen kültür sayesinde kültürümüzü bize unutturmuşlar” itirafında da bulunuyor açık sözlülükle...Sonra, Türk müziğini yavaş yavaş fark etmeye başladığı dönemlerde ilk hocası, aynı zamanda eşi olan Neva Gülses’ten İstanbul Kemençesi dersleri almaya başlıyor. İstanbul Kemençesi’nin sesini ilk kez duyduğunda “Büyülü bir ses olduğunu düşündüm” diyor. O dönem ucuz bir kemençe alan Murat Yerden, her şeyin daha iyi bir kemençe ararken “Niçin ben yapmıyorum?” düşüncesiyle başladığını da söylüyor.

“HAYATIMIN MERKEZİNDE”
Okulunu bitirmiş, sinema sektöründe çalışan bir adamken, işi gücü bırakıp sadece kemençe yapmaya ve hayatını kemençe etrafında kurgulamaya başlamasını da “Kemençeyi tanıdıktan sonra hayatım değişti. Kemençe hayatımın merkezinde. Bu iş benim için biraz da kaçıştı. Kolektif iş yaşamından, insanlarla bir arada olma halinden... Küçücük odada, ağaçların içinde kendimi çok mutlu hissediyorum,” şeklinde anlatıyor.

“MELANKOLİK BİR ENSTRÜMAN”
Murat Usta, Karadeniz Kemençesi ile İstanbul Kemençesi’nin hep karıştırıldığını da ifade ediyor ve ayrıldıkları yönleri şöyle anlatıyor: “İsimleri dışında hiç bir ortak yanları yok, yani o kadar farklı iki enstrüman. Kemençe, küçük yaylı saz anlamında kullanıldığı için, küçük yaylı ne varsa kemençe demişler. Aslında bu çalgının asıl adı Lira... Yunanlıların ve bizim İstanbul’daki ortak çalgımız. Politiki Lyra, yani şehir kemençesi de deniyor... Yunanlılar daha folklorik kullanıyor. İstanbul Kemençesi’nin çalınması Karadeniz Kemençesi’ne göre farklıdır. Karadeniz Kemençesi’nde telin üstüne basarsınız, İstanbul Kemençesi’ne ise yandan tırnakla dokunursunuz. Sesi çok buğuludur, derinden gelir, diğeri gibi baskın ve tiz bir sesi yoktur. Daha içine kapanık, melankolik bir enstrümandır.”
Murat Usta, daha çok çınar, kestane, dut gibi ağaçlar kullanıyor kemençe yapımında...
Ağacın niteliği kadar, doğru şartlarda kurutulması ve bekletilmesinin de çok önemli olduğuna dikkat çekiyor.

20 GÜNDE BİR KEMENÇE
Bir İstanbul Kemençesi yapmak için 20 gün çalışan Murat Usta, kemençenin şu sıralarda bir standardizasyon sıkıntısı yaşadığını da belirtiyor: “Kendi adıma kemençeyi standart bir enstrüman olarak, konserde de çalınabilecek, diğer dünya müziklerinde de rahatlıkla kullanılabilecek bir hale entegre etmeye çalışıyorum. Sadece benim değil, bizim kuşağın İstanbul Kemençesi’ne kattığı en büyük fark budur. Bu konuda benim de katkım olduğunu düşünüyorum.”
Murat Usta derin bir soluk aldıktan sonra son sözlerini de söylüyor: “El sanatları ve kaybolan meslekler gelişmiş ülkelerde devletin fon ayırdığı maddi manevi destek olduğu, kendi kültürünü yaşatmak için mücadele ettiği alanlardır. Ustalara destek olunması el sanatlarını yaşamasını sağlayacaktır.”
Murat Usta, Retrobüs adlı gruplarında gitar çalmaya devam ediyor. Kendilerine sık sık İstanbul Kemençesi ile Neva Gülses de eşlik ediyor.

ARŞİV