MÜZİK YAZARI MURAT MERİÇ :'TÜRK POPU KADIKÖY'DEN DOĞDU'

Müzik yazarı, radyocu, DJ Murat Meriç, bir Ankara sevdalısı olmasına rağmen Moda’ya yerleşmekten duyduğu memnuniyeti olduğunu her fırsatta dile getiriyor. ‘Moda’da yaşamasaydım Ankara’yı çok özlerdim’ diyen Meriç, Türk Pop Müziği tarihinde Kadıköy’ün önemine de dikkat çekiyor, ‘Kadıköy, 1960’larda Türk Pop’unun emekleme alanıydı’ diyor.

03 Ekim 2012 - 10:05
 
Semra ÇELEBİ
 
Ankara Üniversitesi Kimya Mühendisliği’nde okurken yolu, 90’ların ilk özel radyolarından Arkadaş Radyo’yla kesişen Murat Meriç kendi deyimiyle “durup dururken” müzik yazarı olmuş. Yıllardır Türk Pop Müziği tarihine dair araştırmalar yapan, yazılar yazan, radyo programları hazırlayan, üniversitelerde seminerler veren Meriç, İstanbul ve Ankara’daki çeşitli mekânlarda da pop müzik tarihine damgasını vurmuş şarkılarla insanları eğlendiriyor. 21 yıl Ankara’da yaşadıktan sonra Kadıköy Moda’ya taşınan Meriç’le, sosyal paylaşım sitesi twitter’da paylaştığı bir cümle üzerine Moda Çay Bahçesi’nde buluştuk, Kadıköy’den müzik tarihine uzanan derin bir sohbete daldık.

-“Moda’da yaşamasaydım İstanbul’a taşınmazdım” diye bir tweet attınız. Neydi bunu size sosyal medyada paylaştıran duygu?
Çok yeni Modalıyım aslında. 2009’un Temmuz ayında taşındım. Resmi taşınmam bu tarih ama Ankara’dan gidip gelirken İstanbul’da hep Moda’da kalırdım çünkü bütün arkadaşlarım Modalı. Sanırım Ankaralılar Moda’yı çok seviyor. Ankara’ya çok benziyor burası. Sessiz, sakin, gece yaşamı barlar sokağından ibaret, keşmekeşi yok, insanlar rahat ayrıca komşuluk ilişkisinin sürdüğü ender yerlerden biri. Dolayısıyla Ankaralı insanların buraya yerleşmesini çok iyi anlıyorum. Ben de 21 yıl Ankara’da yaşadım.
 
-Ankara’yı bu kadar severken sizi İstanbul’a sürükleyen neydi?
Sürekli İstanbul’a gelip gidiyordum. Özellikle 2000’den sonra bu gidiş-gelişlerim çok sıklaştı. Nerdeyse her hafta İstanbul’a gidip geliyordum ama bu kenti uzaktan severdim, yerleşmeyi hiç düşünmedim çünkü Ankara bana çok sessiz sakin geliyordu ve mutlu bir hayatım vardı. Fakat bütün arkadaşlarım İstanbul’a yerleşince, ben de gidiş gelişlerimde arkadaşlarımda kalıp Moda’yı çok sevince bir şekilde Moda sevgisi hâsıl oldu bende ve böylece buraya taşındım.
 
-Ankara’da yaşamayı özlüyor musunuz?
Moda’da yaşadığım için özlemiyorum. Ankara’da da buna benzer bir hayatım vardı, orada da ağaçlı bir sokakta oturuyordum, şehir merkezine yakındım. Ben ev insanıyım ama bir sürü şeyin de-kitapçı, plakçı, bakkal, çay bahçesi (gülüyor)-elimin altında olmasını isterim. Moda’daki durum da aynen böyle. Cihangir’de Taksim’de yaşasaydım Ankara’yı kesin özlerdim ama burada özlemiyorum.
Bütün arkadaşlarım ve istediğim her şey yürüme mesafesinde, toplu taşıma olarak neredeyse sadece vapuru kullanıyorum, bu da İstanbul’da yaşayan biri için bir şans.
 
-Siz gerçekten Ankara insanısınız. Oraya nasıl yerleşmiştiniz?
Üniversite dolayısıyla gittim oraya, daha önce ailemle İzmit ve Çanakkale arasında gidip geliyorduk. Orada kimya mühendisliği okudum fakat son sınıfa geldiğimde askerlik meselesi yüzünden okulu uzatmaya karar verdim. O sırada da para kazanmaya başladım. Sonra okuldan atılıp askere gittim ve artık dönüşte okulu bitirmeye gerek duymadım. Çünkü ben zaten başka bir yola yönelmiştim. Önce radyoculuk, sonra gazetecilik, dergi işleri, en sonunda da müzik çalmaya başladım. Bir daha da okula dönmedim.
 
-Müzikle bağınız nasıl oluştu? Arkadaş Radyo vasıtasıyla mı?
Benim müzikle alakam çocukluğumdan beri vardı zaten. Hep plak dinlerdim, annem de beni uyutmak için plak çalarmış bebekken. Ankara’ya gittiğimde bir yerlerden plak almaya başladım. O sırada müziğin geçmişine ilgi duydum, Milli Kütüphane’de eski dergileri okudum. Kızılay’da Ezgi Müzik diye bir kasetçi vardı. Oraya gidip gelirken, sahipleriyle arkadaş olduk. Onlar sol tandanslı insanlardı, sayelerinde Ruhi Su’yu, Âşık İhsani’yi duydum. Sonra bir gün dediler ki bana “Bizim arkadaşlar bir radyo kuruyor, sen program yapar mısın?”. Sene 1993, özel radyoların yeni açıldığı dönem. Başta yapamam deyip kabul etmedim ama denememi istediler ve böylece Tanıl Bora, Metin Solmaz, Kemal Can gibi insanların kurucuları arasında olduğu Arkadaş Radyo’nun ekibine katılmış oldum. Programda plak çalmaya başladım, eski şarkıları çalıp anlatıyordum. Öyle başladım ve sonra da hiç bırakmadım. 1997’de radyo kapanana kadar istek programı dışında her işi yaptım. İstek programını da Yavuz Bingöl yapıyordu. Onur Akın program yapardı. Türkiye’nin ilk solcu radyosuydu.
 
-Müzik yazarlığına geçiş nasıl oldu? Bir röportajınızda “durup dururken müzik yazarı oldum” demişsiniz…
Evet, aynen öyle oldu. 1995’te Siyah Beyaz diye bir gazete çıkacaktı. Metin Solmaz’ı kültür-sanat şefi yapmışlardı ve o da bana muhabirlik teklif etti. Ben de kabul ettim. Böylece gazeteciliğe adım atmış oldum. Yayın yönetmenliğini Kemal Can’ın yaptığı bir gazeteydi. Orada müzik yazıları yazmaya başladım. Dil editörümüz Barış Bıçakçı’ydı ve bana yazı yazmayı öğreten odur. Sonra radyo kapandı, gazeteden de ekipçe atıldık. Hem de daha prova baskı aşamasında atıldık (gülüyor).
Daha sonra Metin Solmaz, Alper Fidaner ve ben bir dergi çıkarmaya karar verdik. “Müzük” adlı dergiyi çıkardık. Ben Türk Pop Müziği’nin tarihi üzerine araştırma yapıp yazmaya başladım. Dergi röportajları için sürekli İstanbul’a gelip gidiyordum. Dergiyi de ben dağıtıyordum. İşte Moda’yla tanışmam o günlere dayanır.
Bu yazı dizisi çok fazla ilgi gördü. Oğlak Yayınları, bu diziyi kitaplaştırmak istedi. O güne kadar Türk Pop tarihi üzerine böyle bir inceleme yazılmamıştı. Ben ilk demiyorum ama ilklerdendi. Bana geçen gün şöyle bir soru sordular “Neden müzik yazarı oldunuz?”, cevabım şu oldu: “Kaynak bulamadığım için.” Gerçekten kaynak bulamadım ve bildiklerimi anlatmak istedim. Radyoculuk benim dünyamı değiştirdi.
 
-Müzik yazarlığının yanında radyoculuğa da devam ettiniz mi?
TRT’de hem TV hem radyo programı yaptım. Şimdi düzenli olarak radyo Babylon ve RS FM’de her hafta program yapıyorum.
 
-Birçok mekânda plak çalmaya da devam ediyorsunuz… Kadıköy’de çalıyor musunuz?
Kadıköy’le müzik konusunda anlaşamıyoruz (gülüyor). Geçen yıla kadar Gitarcafe’de çalıyordum aslında. Ama burada yaptığım iş bambaşkaydı. Normalde eğlendiririm. Eski plaklar ve şarkılar ağırlıklı bir eğlence hali ama günümüze de geliyorum Duman gibi grupları da çalıyorum mesela. Benim derdim insanlar eğlenirken güzel şarkılarla eğlensin. Gitarcafe’de tematik programlar yapıyordum; Yeşilçam şarkıları, dönem şarkıları, politik şarkılar, seçim şarkıları… gibi. Bunları çalarken anlatıyordum da. Seminer gibi… Bunu üniversitelerde de yapıyorum. Mesela “Müzikli Cumhuriyet Tarihi” diye haftalık seminerler veriyorum. Ankara’da her hafta Nefes’te çalmaya devam ediyorum. İstanbul’da Babylon, Ghetto, Beşiktaş Misket gibi birçok mekânda çalıyorum.
 
-Eski şarkılara özlemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçmişe bir dönüş var müzikte. Yeni şarkılar üretmek yerine, eskilere sarılıyor şarkıcılar ve her şekilde bu dinleyenden ilgi görüyor…
En son Ebru Gündeş yaptı. Eskiden albüme bir iki tane eski şarkı koyarlardı şimdi tümden nostalji albümleri yapıyorlar. Reklam müzikleri de öyle. Neredeyse tümü eski şarkılardan oluşuyor. Çok abartılmış durumda. Yeni şarkılar yapılamıyor, yeni besteci yok. Bütün şarkılar aynı. 60’lara, 70’lere hatta en kısır olduğu 80’lere baktığımız zaman üretimin çok daha fazla olduğunu görürüz. Darbe sonrası en kötü zamanların yaşandığı dönemde bile Edip Akbayram bir Nazım Hikmet şiirinden yaptığı besteyle çıkış yapabiliyordu mesela. Zülfü Livaneli, “Güneş Topla Benim İçin”le çıkabiliyordu televizyona. Yine de Türk Pop’unun en kısır dönemidir ama orada bile çok seslilik var. Bir tarafta TRT şarkıcıları var, diğer tarafta Ergüder Yoldaş ile Nur Yoldaş “Sultanîyegâh” albümünü yapmış. Bir taraftan Fikret Kızılok “Zaman Zaman”ı çıkarmış, diğer taraftan Sezen Aksu, Atilla Özdemiroğlu, Nükhet Duru arabeske karşı bir arayışa girmişler. 60’lar ve 70’leri saymıyorum bile! Herkes o kadar farklı işler yapmış ki… Şimdiye baktığınızda iki üç besteci var. 130 bpm’e uygun şarkılar yapıyorlar yani kalp atışımıza göre. Bir formüle göre hareket ediyorlar, duyguya göre değil. Sözler de tekrardan oluşuyor.
 
-Yeni projeler var mı?
Olmaz mı? (gülüyor). Müzikli Cumhuriyet Tarihi çalışmasını kitaba dönüştürme projemiz var. Üniversitelerde yaptığımız seminerleri sıklaştırmak istiyorum. Plak çalmaya devam edeceğim. Kadıköy’le ilgili özel bir şey düşünmedim ama her şeye varım! Çünkü Türkiye’de pop ve rock müzik Kadıköy’den doğdu diyebiliriz. Hatta Moda’dan çıkıyor. O dönem bütün iş yapan sanatçılar Modalı. İlk caz orkestrası Kadıköy Halkevi Caz Orkestrası. Bu orkestranın klarnetçisi Hulki Saner, 70’lerin en ünlü film yönetmenlerinden. Davulcusu Erdem Buri, Anadolu Pop’un yaratıcısı, ilk müzik yazarlarından. Tülay German’ı yaratıyor. Aynı grupta çalanlardan biri İlhan Mimaroğlu, onu anlatmaya gerek yok zaten. Caz böylece Kadıköy’den doğuyor gelişiyor. Rock’a gelirsek; Fikret Kızılok Kadıköylü, Barış Manço, Mazhar ve Fuat, Edip Akbayrak, Kurtalan Expresi… daha bir sürü grup Kadıköylü. Kadıköy, 1960’larda Türk Pop’unun emekleme alanı. Kadıköy ve müzik üzerine birçok çalışma yapılabilir.


ARŞİV