Naile’nin şiir ‘Türbülans’ı

Genç şair Naile Dire  ilk kitabı “Türbülans”ı, “Dünyanın içinde, kendi açmazımızda sıkıştık. Kitabım insanın kendi içindeki, hiç çıkamadığı türbülansını anlatıyor” diye tanımlıyor

18 Kasım 2020 - 14:58

Şair Naile Dire’nin ilk kitabı “Türbülans” İthaki Yayınları’ndan çıktı. İnsanın içindeki açmazları şiire döken Dire’nin dizelerinde kadınların mücadelesi ve Kadıköy de sıkça yer alıyor.

Buyrun söz kendisinde.

  • Naile önce sizi tanıyalım, okurlarımıza tanıtalım 

Merhaba. Naileyim, Marmara Üniversitesi’nde edebiyat okudum, şu an yine edebiyat bölümünden yüksek lisans yapıyorum. Kadıköy’e aşığım ve başak burcuyum.

  • Edebiyat öğretmenliği mezunusunuz. Öğretmenlik yapıyor musunuz?

Öğretmenlik yapmadım. Günümüzde bu sıfata sahip olabilmek çok zor gerçekten. Mezun olduğumdan beri o kadar çok iş aradım ki. Özel okulların hepsi tecrübe istedi. Devlette öğretmenlik de Kpss ile oluyor biliyorsunuz. Ona da çalıştım, sonuçları bekliyorum. Umarım bir gün öğretmen olabilirim.

  • Sanırım bu bölümden mezun olan herkes edebiyat yapmıyordur. Yani her mezun, yazı-şiir yazmıyordur. Sizin üretimleriniz çeşitli dergilerde yayınlandı.  Siz neden yazıyorsunuz?

 Tabii ki bu bölümden mezun olan herkes şiir ya da diğer türlerde yazmaya çabalamıyor. Daha çok okumayı tercih ediyorlar. Açıkçası yazmama neden olan somut bir sebep gösteremem. Birçok sebebi olabilir. Mesela daha özgür hissediyorum yazarken, sebeplerimden biri bu. Dışa vuramadıklarımı yazarak ifade edebilmek bana özgürlük veriyor. Ama en nihayetinde yazıyor olmanın gerçek bir sebebi olduğuna inananlardan da değilim. Bu doğduğunuzdan beri sizinle var olan, sizinle yaşayan bir şey. Günün birinde susuz kalmış gibi kendinizi yazmaya aç buluyorsunuz ve başlıyorsunuz. Bence süreç kesin bir sebebe bağlanmaksızın böyle gelişiyor. 

“İLK ŞİİRİM BERBATTI”

  • İlk şiir kitabınızı çıkardınız. Kendinizi şair olarak tanımlıyor musunuz?

Ne yalan söyleyeyim, kendimi elbette şair olarak tanımlıyorum. Fakat, “kitabım çıktı artık bir şairim ben” şeklinde değil, kitabımın çıkmış olmasının bu tanımla ilgisi yok yani. İnsanın kendi kendini böyle tanımlaması da tuhaf geliyor kulağıma. Kendime hiç “ben bir şairim” demedim açıkçası. Ya da yeni bir arkadaş ortamına girdiğimde şiir yazdığımı belirtme ihtiyacı hissetmedim. Saklamak gibi değil ama, yeri gelmezse söylemem, hepsi bu. Toparlayacak olursam, her yerde her zaman ben bir şairim diye tanımlayıp tanıtmam kendimi ama doğrudan soracak olursanız evet, kendimi öyle tanımlayabilirim.

  • İlk yazdığınız şiiri anımsıyor musunuz? Ne hakkındaydı, ne zamandı, nerdeydiniz, nasıl bir ruh halindeydiniz?

Hatırlıyorum, berbattı gerçekten. Yeni yeni şiire merak sardığım zamanlardı, 17  yaşındaydım. O zamanlar İstanbul’da üniversite okuyordum. Nasıl bir ruh hali içinde olduğumu pek hatırlamıyorum açıkçası. Şiir yazarken daha çok işin tekniğini kavramaya bakardım o zamanlar. Yani yazdığım şeye şiir denebilir mi diye düşünüp ona kafa yorardım. Sait Faik’in bir öyküsünden esinlenerek oluşturduğum bir şiirdi. Dediğim gibi içeriğe çok takılmazdım (çünkü uğraşsam da büyük ölçüde etkilenmeler yaşardım) Ben de daha çok cümle kuruş tarzıma, şiir kurma biçimlerine dikkat kesilmiştim. Sonra sonra ne yazacağım konusunda daha özgün girişimlerim olabildi.

  • Yanıtı belki çok basit, belki de karmaşık olan bir şey sormak istiyorum; neden şiir yazıyorsunuz? Bir insan neden şair olmak ister/olur?

İnanın bilmiyorum! Aslında bir insan şair olmayı bence bilinçli olarak istemez. Zaten öyle doğmuştur. Ben bu işin çoğunlukla yetenekle sürdüğüne inanıyorum. Zamanla bunu bilinçli bir şekilde farkedersiniz, ilginiz hep bu yönde kayar. Yani burada şiiri ya da şair olmayı yüceltmiyorum. Sadece öğrenilebilen, istenince olunabilen bir şey olmadığını vurgulamaya çalışıyorum. Ben neden şiir yazıyorum’a verebileceğim en olağan yanıt sanırım kendimi ifade etmemi sağlayan ve içimdeki öfkeyi, sitemi, acıyı, hayreti aktarabildiğim en güzel tür olduğu için. 

“ÇIKAMADIĞIMIZ TÜRBÜLANSLAR…”

  • Kitabın adını nasıl seçtiniz? Neyin türbülansı bu?

Kitabın adını seçmem çok zor oldu. Şu an kitabımda olan Reyhane isimli şiirin adını önceden Türbülans koymuştum. Daha sonra türbülans kelimesinin bütün kitabı yansıttığını fark ettim. Türbülans çünkü dünyanın içinde sıkıştık. Türbülans çünkü kendi açmazımızda sıkıştık. Kitabım insanın kendi içindeki, hiç çıkamadığı türbülansını anlatıyor. 

  • Kitaptaki 18 şiir ortak bir temada toplanıyor mu yoksa hepsi bağımsız mı birbirlerinden? 

Okuyan herkes ortak bir temada topladığımı söylüyor. Öyle gerçekten, bir bakmışım ki birkaçı dışında şiirlerim genel olarak aynı odak etrafında gezinmiş. Bunu bilerek yapmadım, sadece bir problemi olan şiirler yazdım ve problem çözülmedikçe odak hep aynı kaldı. Bana sorarsanız hepsini birbirinden bağımsız yazdım, ama yazarken odaklandığım sorun hep aynıydı. 

  • Kitaptaki iki bölüm ‘sarsıntı’ ve ‘irtifa kaybı’, uçak türbülansının aşamaları. Bunu şiirlerle nasıl örtüştürdünüz?

Önce şiirlerimi sıraladım. İlk başta hangisi olmalı, en sonda hangi şiir olmalı diye. Daha sonra kitabın ismini koydum ve en son bölüm isimlerine karar verdim. Şiirler genel itibariyle türbülans fikrine yakıştığı için, bölüm isimleri de tam uygun oldu diyebilirim.

  • “Kişisel bir kitap değil” diyorsunuz. Toplumsal diyebilir miyiz o halde?

Kişisel değil diyorum ama bunu benim özelimde bir kişisellik olmadığını kasttetiğim için diyorum aslında. Yani sadece ve sadece bana ait değil oradakiler. Çoğu kadının hissettikleri, çoğu insanın savaştığı şeyler. Herkes için kişisel bir kapıya açılabilir. Sadece benim kapım değil, bir tek bana açılmıyor. Toplumsal denebilecek yerler var, ama yazdığım şiir toplumcu değil. 

  • Kendisine tecavüz eden erkeği öldürdüğü için asılarak idam edilen İranlı Reyhane Cebbari için şiir yazmaya sizi yönelten neydi?

İdamından önce annesine yazdığı mektubu okuduğumda gerçekten çok etkilenmiş ve Reyhane’yi yazmaya karar vermiştim. Kadınların yaşadığı her güçlük beni yazmaya iter. Onun da hayat öyküsü beni harekete geçirdi. Mektubunda, hapishanedeyken ojeli tırnaklarını acımadan çektiklerini ve bu yüzden güzel olan her şeye düşman olduklarından bahsediyordu annesine. Onu güzelliğe bakış açısından yakaladım ve şiirime böyle yansıttım, böyle hatırlansın istedim. 

“PAVLONYA: KADIKÖY’ÜN KUCAĞI”

  • Kadıköy; sizin ve şiir dünyanız için ne ifade ediyor?

Kadıköy benim yuvamda hissettiğim yer. Orada yedi yıl yaşadım ve bir süreliğine Kadıköy’den ayrı kalmak beni tam anlamıyla kahrediyor dersem abartmış olmam. Babamın işi dolayısıyla hiç sabit yaşadığımız bir yer olmadı. Bu yüzden yedi yıllık süre boyunca hep oraya ait hissettim kendimi. Elbette Kadıköy’ün şiirlerime yansıması kaçınılmaz. Daha önce hiçbir yere âşık olmamıştım. Kadıköy benim ebedi evim. Şiir dünyamın da başlıca mekânı.

  • Burası köklü bir şiir geleneğine sahip bir semt; F.H.Dağlarca, C. Süreya, A. Damar. M.C.Anday gibi efsane isimler ve diğer tüm şairler… Bu gelenek sizin için ne ifade ediyor?

Hakikaten öyle… Kadıköy birçok şairi koynunda beslemiş bir yer. Ahmet Haşim, Kadıköy vapuruyla Mühürdar’daki evine her dönüşünde günbatımını izlemiş ve akşamlara hayranlığı biraz da Kadıköy sayesinde olmuştur. Birçok yazar ve şairin ilham perisidir yani Kadıköy, benim için de öyle. Bu gizliden gizliye oluşan silsilenin, ucunda kıyısında ben de var olabilirsem büyük sevinç!   

  •  “Pavlonya” şiirinden bahsedelim. Nasıl ve neden yazdınız? 

Kadıköy’ü öyle çok seviyorum öyle çok seviyorum ki… Pavlonya öncelikle Kadıköy’de bir sokağın adı bildiğiniz gibi. Öyle çok bir numarası olan sokak da değil açıkçası. Ama oradan dönüp gezmeyi çok sevdiğim bir sokak. Defalarca saptım o sokağa ve her saptığımda Kadıköy’ün kucağına oturmuş gibi hissederim. Bu yüzden Pavlonya isimli bir şiir yazmaya karar verdim. Ve tabii yazmışken Pavlonya Meyhanesi’ni de anmadan geçemedim. Genelde böyle numara göstererek bir yerin adını şiirime taşımam ama özellikle o meyhane şiirdeki kurguya çok yakıştı ve hiç de sırıtmadı. Pavlonya, benim şiirdeki mekânım. Önce sokak olarak sonra meyhane olarak iki aşamalı bir mekân... Ve aslında Pavlonya özelinde tüm bir Kadıköy’ü de kastediyorum ve Kadıköy’de yaşadığım, hissettiğim her şeyi de Pavlonya’ya taşıyorum. Kadıköy’ün burnumda tüttüğü bir zamanda yazdım Pavlonya’yı. 


ARŞİV