Nasreddin’le Anadolu yolculuğu

Hüsnü Arkan’ın yeni romanı Nasreddin bizi çok iyi bildiğimiz ve sevdiğimiz Nasreddin Hoca ile birkaç yüzyıl öncesinin Anadolu’suna götürüyor

18 Eylül 2020 - 09:28

Şahane sözleri, besteleri ve elbette sesiyle tanıdığımız Hüsnü Arkan’ın aynı zamanda bir yazar ve şair olduğunu biliyor muydunuz? İlki 1998 yılında yayımlanan “Ölü Kelebeklerin Dansı” romanı olmak üzere 10 kitabı var. 2014 yılında yayımlanan “Hırsız ve Burjuva” romanıyla 44. Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. Arkan’ın son romanı “Nasreddin”  geçtiğimiz günlerde Sia Kitap yayınlarından çıktı.

Hüsnü Arkan, yeni romanıyla okuru Anadolu’ya, birkaç yüzyıl öncesinin Akşar’ına, şimdiki adıyla Akşehir’ine götürüyor. Akşehir denince pek çok insanın aklına gelen isim elbette Nasreddin Hoca. Arkan’ın kitabının kahramanın da ta kendisi. 

Cem Kızıltuğu’un çizimleriyle renklendirdiği roman Hicri 675 baharında başlıyor. Hâce yani Nasreddin Hoca, “uğursuz bir nisan sabahında” vakitsiz öten İbir Horoz’un peşine düşüp Medrese Meydanı’nda külliyenin kapısında asılı Zati Bey’in cansız bedenini görüyor. Akşar köylülerinin vergi toplayıcılarından olan Zati Bey ek iş olarak köle tüccarlığı yaptığından malum pek sevilen bir şahsiyet değil. Hâce Subaşı’nın askerlerine haber vermek üzre yekinirken gözü yerdeki kanlı mendile ilişiyor. Mendili derleyip heybesine tıkıştırıyor ve uzaklaşıyor. Çünkü mendil, Hâce’nin karısı Kalduk Hatun’un elceğiziyle işlediği ramazan armağanlarından biri. Hâce görür görmez tanıdığı mendilden sebep, ne cesedi gördüğünü ne de mendili bulduğunu on yıl evvel öte dünyaya göç eden Hayranî Hazretleri’nin kabrindeki ahlat ağacından gayrı kimseye söylemiyor. Çünkü devir öyle bir devir.

“Öyle bir devirdi ki âşikar olan kanunsuzluğun sessizlikle kabulü halk arasında erdemden sayılırdı. On yıllardır İlhanlı kılıcının önünde dikilemeyenler, dikilip de kırılanlar, sâbiler, kadınlar, ihtiyarlar, insan sürüler halinde Akşar ovasına, dağ eteklerine, en yüksek tepelere sığınanlar, korkularını da birlikte getirmişlerdi. Yeni yurtlarının yerli ahalisi, susmanın rıza göstermenin ve saklanmanın her çeşidini zaten tanıyordu ki bu taze çeşidi benimsemeleri de zor olmamıştı. Böylece güçlüklerine günden güne alışına bir toplumsal iklimi el birliği ile yaratmışlardı”

Nasreddin, hicivleriyle, hazırcevaplığı bazen de bilgeliğiyle bazen güldüren “İnsan dediğin ekin eken değildir, ekin ekmenin kendisidir.” gibi sözleriyle de uzun uzun düşündüren Hâce’nin maceraları arasında Selçuklularla Moğolların cirit attığı topraklardaki kanlı mücadeleleri, el değiştiren kentleri, aşkları o günlerin diliyle anlatıp bugünden o günlere bir pencere aralıyor. On üçüncü yüzyılın Akşehir’i ile bugünün Türkiyesi arasında paralellikler kurulabilen romanla aynı zamanda o yılların felsefesi, kültürü ve çeşitliğine de tanıklık ediyorsunuz. O günlerden bu günlere kültürel çeşitliliğin nasıl azaldığını hüzünle izlediğiniz romanda Hüsnü Arkan arka planda merhamet kavramını da Hâce üzerinden sorgulatıyor.


ARŞİV