B. Nihan Eren’in nefes almayı farklı açılardan ele alan Nefeshane kitabı okuru hem soluklandırıyor hem de kendi içinde bir keşfe çıkarıyor. Yapı Kredi Yayınları etiketiyle çıkan ve 8 öyküden oluşan kitabın anlatıcısı, kahramanları, nefeslenmeyi, nefeslenirken de sormayı, sorgulamayı öğütlüyor. Nihan Eren ile hem Nefeshane’yi hem de yazma serüvenini konuştuk.
- Nefeshane dördüncü kitabınız. Yazma serüveniniz nasıl başladı?
Yazma fikri hep aklımda vardı. Fakat ben çocukken yazarların ölü olduklarına inanıyordum. Yani ancak öldükten sonra kitapları çıkabilirmiş gibi. Niye böyle düşündüğümü inanın ben de bilmiyorum ama o yıllarda daha etkili olan yazar kimliği miti, kitapların arkasındaki fotoğraflarına uzun uzun baktığım yazarların kerli ferli halleri ve özgeçmişlerindeki doğum ölüm tarihleri bunda etkiliydi muhtemelen. Büyüyünce ne olacaksın sorusuna öbür kızlar öyle cevap veriyor diye öğretmen deyiveriyor, ama öldükten sonra da yazar olacağım diye heyecanla ekliyordum. Öldükten sonra yazar olacağım cevabını alan yetişkinlerin yüzünde donup kalan gülümsemeleri, bir çocuğun ağzına yakıştıramadıkları ölüm kelimesine duydukları ve gizleyemedikleri şaşkınlıkları bugün bile gözlerimin önünde. Fakat benim için olağan bir şeydi. Ölünce yazar olunur yani. Ve ben de olacağım. Bu kadar basit bir şeydi benim için.
“BENİM NEFESHANEM YAZI MASAM”
- Bildiğim kadarıyla Nefeshane diye bir kelime, isim yok. Öncelikle Nefeshane ne demek?
Evimi ama özellikle de yazı odamı hep nefeshanem olarak görmüşümdür, bendeki ismi uzun zamandır budur yazı odamın. Bir de şunu da anlatmadan geçemem, bu kadar yazmayı seven, yazmakla hemhal olmuş bir insanken bile benim bir yazı odam çok sonra oldu. Ben ütü masalarında, mutfak masalarında, kafe masalarında, üniversite asistan odalarında, otel odalarında yazdım hep. Kendi nefeshanemi öyle çok aradım ki nefeshane üzerine yazmaktan başka çarem yoktu sanki. Benim nefeshanem yazı masam. Nefeshane’yi peki başkalarınınki neresi diye sorduğum bir soru üzerine yazdım. Hayatlarımız bizlerin nefeshanesi mi yoksa hapishanesi mi? Kendi ellerimizle zulüm ve cendereye mi yoksa bir cennet bahçesine mi çeviriyoruz hayatlarımızı? Okuru bu soruları sormaya davet eden bir kitap Nefeshane.
- Kitap 8 öyküden oluşuyor. Fikri nasıl doğdu?
En kısa ve net tarifiyle nefessiz oluşumuz. Kelimenin gerçek anlamıyla da alegorik anlamıyla da, psikolojik ve sosyolojik etmenler nedeniyle, buralı olduğumuz için ve aynı zamanda dünyaya insan olarak geldiğimiz için de yani yalnızca varoluşumuz nedeniyle nefes alamadığımız durumlar var. Fakat yazmama neden olan bu ülkede bir çukurda nefessiz kalarak yaşamaya çalıştığımızı düşünmem elbette. İnsan olma durumu da eklenince biz öncelikle kendi bedenlerimizle ruhlarımız, sonra da çevremizle, sıradan gündelik hayatlarımızla özlemlerimiz arasında bir bütünlük oluşturabiliyor muyuz? Yoksa kapanmayacak yarıklar mı var aramızda? Bu ömürler nefessiz bir biçimde ziyan olup gidiyor mu diye sormaya başlamıştım. Böylece ortaya çıktı.
- Karakterlerle bağınız nasıl? Onların gerçek hayatla nasıl bir ilgisi var. Ya da sizin hayatınızda ne kadar varlar?
Karakterlerime karakter demeyecek kadar. Onlar benim için gerçekten varlar… Vasıf, Leyla, Rana… Birer insan olduklarına inanacak kadar, neredeyse oturup sohbet edecekmişim, seslerini duyacakmışım gibi bütün yönleri ve boyutlarıyla yaratmak isterim onları. Bütün açmaz ve gerçeklikleriyle. Bütün iyi ve kötü yönleriyle, çelişkileriyle, arzu ve nefretleriyle. İçlerinde sevmediklerim, kızdıklarım da olmuştur ama onları çok iyi bilir ve anlarım. Edimlerinin, aldıkları yanlış kararların gerçek nedenlerini, inançlarını bilmezsem bunu anlatamazsam onlar gerçek karakterlere zaten dönüşemezler ki.
“HAYAT HAKLILIKLAR ÜZERİNE KURULU”
- Öykülerdeki karakterlerin birbiriyle de ilişkisi var. Birbirlerini nasıl görmediklerini ya da yanlış gördüklerine de tanık oluyoruz. Ve herkes kendince haklı. İnsanı görme ve anlama biçimini nasıl yorumlarsınız?
Hayatın temel mekanizması herkesin kendi haklılığına sonsuz inanması nedeniyle yer yer trajediye dönmesi esasına dayanıyor zaten. Seri katillerin, zalimlerin, soykırımcıların bile onlara göre mantıklı ve kendi içlerinde tutarlı motivasyon ve inançlarının olması sizce de dehşet verici değil mi? Bir de olayları ve başkalarını her birimizin kendi penceresinden değerlendirmesi de gündelik sorunları bile içinden çıkılmaz boyutlara taşıyor. Maalesef insan olmanın da hayatın temel ritminin de getirdiği bir şey bu. Nefeshane’yi yazmadan çok önce de hep iyilik ve kötülük üzerine düşünürdüm. Koşullara, zamana ve daha pek çok parametreye göre bu kadar değişkenlik gösteren izafi bir mesele olması insanı ahlak üzerine düşünmeye de itiyor. Bir de ben anlarım karakterlerimi, anlamadan yazmak istemem. Birilerine kötülük ettiklerinin farkında bile olmadıklarını anlatabilmenin en iyi yolu da buna maruz kalan diğerini anlatmaktan geçiyor. Hayatın haklılıklar üzerine kurulu göreceli bir yapısı olduğunu söylemenin de.
“HER KİTAP BAŞKA BİR YOLCULUK”
- Yazma disiplininiz ve rutininiz nasıldır?
Yazmaya oturmadan önce muhakkak yürürüm. Çok erken saatlerde ve yürüyüş güzergâhımı hiç değiştirmeden hep aynı ritimde yürür, o gün yazacaklarım üzerine düşünürüm. Bu düşünme yürümekte olduğumu neredeyse bana unutturacak kadar yoğundur. Meditatif bir devinim gibi düşünebiliriz bunu. Sonrasında gelir, masama oturur ve akşam saatlerine kadar yazarım. Gece yazmayı sevmiyorum. Gecenin tuhaf bir yanı olduğuna inanıyorum. Duygularımızı daha yoğun, daha dokunaklı, çok daha fazla açık hale getiren bir hal. Yazı fazlasıyla duygulu bir yere gitme olasılığını hep taşır maalesef. Bundan hoşlanmıyorum. Yazarlığımı şairanelikten, tumturaklı laflardan, acıklı bir anlatıdan korumanın çabası içinde oldum hep. Yazarken bu tuzağa düşmenin çok kolay olduğunu yazar olarak da okur olarak da biliyorum çünkü. Gündüz yazmak beni ve öykülerimi tüm bunlardan koruyor. Her kitap için bir dolmakalemim vardır. Kalemler nesneler dünyasında en sevdiğimdir. O kalemin benimle beraber bir yolculuğa çıktığına inanırım. Kitap boyunca aldığım tüm notları hep aynı dolmakalemle alırım. Birbirimizi yalnız bırakmıyoruz. Çünkü her kitap başka bir yolculuk ve bu yolda bir yoldaşlık kurmak güzel. Bilgisayarımın başına oturduğumda muhakkak içimden “benim elim değil” derim. Çünkü anneannem de hamur açmaya başlarken böyle söylerdi. Yazı da benim oyun hamurum. Ve böylece arkamda duran, ölü veya diri, yazmış yazmamış, gelmiş geçmiş bütün kadınların gücünü bana geçirdiklerine, bu yolda beni kolladıklarına, güç olanı bana kolaylaştırdıklarına, gayret verdiklerine inanıyorum.
- Kitabı okuyan ne düşünsün, ne hissetsin istersiniz?
Bir gün birlikte nefes alacağımıza, bu çukurdan birlikte çıkacağımıza dair bir umut versin.
- Okur kitabı nasıl karşıladı?
Nefeshane güzel karşılandı. Okurlardan güzel geri dönüşler alıyorum. Tamamını sevip etkilenmelerinin yanında herkesin özellikle sevip benimsediği, okuru yakalayan, diğerlerinden daha özel bir yere koydukları bir öykü muhakkak oluyor. Herkes kendini buluyor demek ki bir şekilde. Bir yazar için güzel bir duygu.
B. Nihan Eren hakkında
B. Nihan Eren 1981’de Tekirdağ’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema- TV Bölümü’nü bitirdi. Yeditepe Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat alanında yüksek lisans yaptı. “Kör Pencerede Uyuyan” kitabı 2015 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü aldı.