Notalarla yoldan çıkanlar...

Müzik yazarı Murat Beşer, ‘’Yoldan Çıkmış Simalar’’ kitabında, nevi şahsına münhasır, iflah olmaz müzik tutkunlarının saklı hikayelerini kaleme alıyor

18 Ocak 2017 - 10:03

Apaçi Ayhan, Cumhur Oceano, Laterna Bülent, Remix İhsan ve niceleri… Onlar bir dönemin müzik yaşamına damga vurmuş ‘gizli’ kahramanlar adeta. Onları müzik tutkuları ve yaşam öykülerini  gün yüzüne çıkaran kişi ise, memleketin en has müzik yazarlarından Murat Beşer. İletişim Yayınları’ndan çıkan ve Aptülika’nın kapağını çizdiği ‘Yoldan Çıkmış Simalar’ adlı ilk kitabında Beşer, arka planda kalmalarına rağmen müziğe yön veren isimleri bilmeyenlere tanıtıyor, bilenlere anımsatıyor. Kitapta, 80'li ve 90'lı yılların, dinlediği rock müziğe canı gönülden bağlı, paraya pula, mevkiye önem vermeyen müzik tutkunlarını gün yüzüne çıkarıyor.

Beşer ile ‘ruhunu kaybetmeye yüz tutmasına rağmen’ ısrarla gitmekten vazgeçmediği Beyoğlu’nda buluşup, müzik dünyasının alternatif tarihini konuştuk.

Bu insanlar neden yoldan çıkmış? ‘Yoldan çıkmış’  ifadesiyle neye işaret ediyorsunuz?

Bu insanlar kapitalizme, insanlar arasındaki eşitsizliği hak sayan bu adaletsiz sisteme tutunmaya çalışmadılar. Dolayısıyla Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" romanına verdiği isim bu insanlar için doğru ifade değil. Çünkü bunlar tutunmaya çalışıp da tutunamayanlar değil, bunlar bizzat tutunmak istemeyenler... O çılgın kalabalıkların nasıl tuhaf bir ahlaki ve ekonomik sisteme uyum sağlayıp kendileri için hiç uygun olmayan bir yaşam tarzına kapıldıklarını gördükçe,  bu insanlar giderek kendilerini o çılgın kalabalıktan uzaklaştırdılar. Onlar için çok fazla sayıda olmasa da sığınabilecekleri bir takım barınaklar vardı. Bunların bir tanesi tabii ki müzikti. Ki bu da benim bu kitaptaki ilgi alanım ve bir de tabii ki kendileri. Birbirlerine dayanarak birbirlerine yaslanarak varolduklarını, bu insanların birbirlerini tanıdığını hatta ölümüne dost olduklarını göreceksiniz kitapta.

Siz de çoğunu şahsen tanıyorsunuz galiba. Gıyabında yazdıklarınız oldu mu?

Ben bir insanla tanışmaktan oturup bir süre sohbet etmek, bir masada bira içmek, aramızda bir şeylerin paylaşılmış olmasını anlıyorum. O anlamda sadece Serdar Kadakal ile (Shaft) böyle bir geçmişim yoktu.

Bu kadar kişiyle görüşüp, bunları kaleme almak için epey mesai harcamış olmalısınız 

Evet. 10 yıllık geçmişi var. Kitaptaki ilk makale 2006 yılında yazıldı. Üstelik bu kitabı yazmak amacıyla yola çıkılmadı. Aslında ilk yazdığım makale kendi plak arşivimden seçilmiş bir takım karanlık plakların hakkındaki yorumlarımı kaleme almaktı. Plak hikayeleri giderek insan hikayelerine dönüştü. Plak hikayelerinden insan hikayelerine geçiş 2010'u falan buldu. 2010 yılından sonra yazılar portre olarak çıkmaya başladı. Ve o tarihten sonra da "artık bunları kitap haline getir" baskısıyla karşılaştığım için 2010'dan sonrası kitap basma süreci başladı.

Muhtemelen kitaptaki 35 kişiden fazlası da vardır.

Kitaptaki portreler 70'ler,80'ler, 90'lar ve 2000'li yıllardan. Ben tercihlerimi bir parça kronolojik ,bir parça kıdem ,bir parça da artık aramızda olmayanlar kriterleriyle yaptım. Bu 35 makaleyle sınırlı kalmak mecburiyetindedir. Daha kalın, daha yoğun olamazdı. Ben de az önce saydığım kriterlerden yola çıkarak bu 35 makaleyi seçtim. Ama bu makaleler daha önce sağ da sol da yayınlanmış halleriyle değil, oldukça burada farklı haldeler. Ve bir de arka arkaya dizdikten sonra yeniden bir ele alma ihtiyacı hissettim. Çünkü kitabın içinde birbirinden bağımsız gibi değil tam tersine birbirine bağlı makaleler ve sinematik bir akış gözlemlenir. 

Hikayesi yazılmayanları kaleme almışsınız, alternatif bir tarihi yazmışsınız. Amacınız bu muydu?

Benim işim zaten boyalı medyada görünen insanlar değiller. Zaten onların size ne kadar büyük sanatçılar olduğunu yutturmaya çalışsalar da her şeyden evvel kendileri bile inanmıyorlar. Benim onlarla hiç işim olmadı. Onların hayatları bana tamamen palavra. Benim işim hep perdenin gerisindeki insanlar. Hayatın acılarını gerçekten yaşamış ve onun bedelini ödemiş, ödemeye de hazır insanlarla benim işim. Buradakilerin tamamı hakiki insanlar.

Siz hiç istediği her şeye sahip olan insanların bu kadar büyük tutkulara sahip olduğunu gördünüz mü? Ben görmedim. Gerçek tutku ona ulaşabilecek fırsatlara sahip olmadığınız zaman sizde hasıl olur. Ve o sizi peşinden sürükler. Her istediğini hazmedemeyeceği miktarda alan insanlar benim için tutku insanları değiller. Ama bir adam eğer sabah otobüse binip bir plağı dinlemeye gidiyorsa onu diğerlerinden ayırmak lazım.

Peki bu insanların çoğu neden şehirden kaçıp, sakin bir yere yerleşmiş?

Bunların çoğu kaçış insanı. Bu kaçtıkları şeyin sonunda bir şey buluyorlar ya da bir yere varıyorlar. Bazı portreleri kaçış hikayesi olarak görmekte fayda var. O kaçtıkları yer bu makalelerde her ne kadar müzik olarak gösterilmiş olsa da hayatın ilerleyen zamanlarında bu kaçış istikamet değiştirebiliyor. Bu da çoğunlukla eski çevrelerinden veya eski yaşadığı mekanlardan hatta şehirlerden ve ülkelerden uzaklaşmak şeklinde kendini gösteriyor. Bir mekanla özdeşleşmiş olan insanlar yoluna devam ediyorlar. Akmar’daki Zihni gibi… Onlar muhtemelen hayatlarının sonlarına kadar orada çakılı duracaklar ve doğru bildikleri şeyi yapmaya devam edecekler.

Kitabı ‘’nostaljiyle kurgulamadığınızı’’ neden ısrarla vurguluyorsunuz?

Bu kitabın içinde anılar var ama sadece anı kitabı olarak değerlendirilmemeli. Anı deyince insanın aklına hep nostalji gelir. Doğrudur. Oradan bakmak istersen nostaljik bir hisse kapılabilirsin. Ama kitabın amacı bu değil. Dolayısıyla bu kitabın bir alt kültür tarihi, bir deneme, bir öykü kitabı, bir edebiyat kitabı ve tabii bir yanıyla da müzik kitabı olma özellikleri de var. Bir bütün olarak bu kitabı nostaljik bir anı kitabı olmaktan çıkarıyor. Bu kitabı sadece böyle algılayanlar varsa onlara kitabı bir daha dikkatlice okumalarını tavsiye ederim.

Çoğu rock dinleyen insanlar. O dönem çok mu rock dinleniyordu? Yoksa siz bilhassa onları mı seçtiniz?

Dönemlere göre toplandığımız yerde belirgin müzikal eğilimler vardı. Dolayısıyla hakim müzik rock'dı. Caz müzik çok elit karşılanırdı. Hatta caz dinleyenlerin dinlediği müzikten tutun dinlediği müziğin etkisiyle sahip olduğu karaktere kadar ara sıra aramızda alay konusu edildiği olurdu. Dönemin insanları tarz insanıydı. Ve bir tarzın insanıydı.

Herkesin lakabı varmış değil mi?

Evet. Birden fazla Ahmet, Mehmet, Hüseyin, Mustafa gibi isimler varsa, o kişiyi sevdiği grupla tanımlardık.  

Kitapta sadece bir kadın figürü va;  Nevizade'de yer alan Gizli Bahçe'nin sahibesi Nilgün Ercan. O zamanlar kadınlar müzik dinlemiyorlar mıydı? Yoksa bu bilinçli bir tercih miydi?

Bu benim tercihim değil. Hadiselerin geçtiği  ve portrelerin bulunduğu yerlerde %98-99 oranında erkek popülasyonuna sahiptik. Plak koleksiyoncular arasında veya evinde hatırı sayılır plaklar biriktirip de plaklarıyla parti veren , plak takası yapan, plak muhabbeti yapan o kadar az kadın gördüm ki. Bu benim suçum değil. Bu içinde yaşadığımız toplumun kadına bakış açısını, kadının toplumdaki yerini gösteriyor.

 Yakın zamanda kaybettiğimiz Apaçi Ayhan’ı anmadan olmaz. Hem kitaptaki hem sizin kişisel yaşamınızdaki en önemli karakterlerinden biriydi

Onu ilk gördüğüm zaman çocuktum. 6 yaşındaki bir çocuğun birisiyle müzik üzerinden plaklar üzerinden münasebet kurması olanaksız. Onun kardeşi mahallede birlikte misket oynadığım arkadaşımdı. O tanıklık içerisinde,  elinde plaklar hasıl oldu yani o zehirledi beni de müzik konusunda! Ama müzikle sınırlı değildi ilişkimiz. O benim için rol modeldi, o benim manevi abim…

Kitaptaki ana mekanlardan biri (diğerleri Beyazıt ve Narmanlı Han) Akmar. Bu pasaj ve Kadıköy'ün müziğiyle ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Akmar’ın özelliği ve önemi özellikle bugün açısından bakıldığında şurada: acı bir gerçek ama maalesef Beyazıt meydanı ve Narmanlı Han artık bizim için yok. Gerçi 80'li 90'lı yıllardaki Akmar da değil bugünkü Akmar ama en azından var ve içinde birbirleriyle dayanışarak bu kültürün kavgasını veren ayakta durmaya çalışan, direnen insanlar mevcut hala. Akmar'ın önemi burada. Biz Akmar'a sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. Çünkü Akmar bizim için hala birbirimize yaslanabileceğimiz, buluşup sohbet edebileceğimiz bu yalıtılmış toplumdaki nadir yerlerden biri.  

Peki Kadıköy'e bugün baktığınızda müzik dünyası şu anda nerede duruyor ?Genç müzisyenler çoğaldı, canlı müzik mekanları ve plakçılar açılıyor…

Bunun müsebbibi biraz da İstanbul'da bazı yerlerin boşalmış ve eski kültürel misyonlarını kaybetmiş olması. Bunun başında Taksim var. Taksim'de 90'larda başlayan, 2000'lerin ortasında epeyce bir yol kateden, Gezi ile birlikte de iyice açığa çıkan bir yoksullaşma ve rant politikası var. Bunun sonucunda insanlar Taksim'den uzaklaştılar ve belli başlı noktalarda yoğunlaştılar. Bunun başında da Kadıköy geliyor. Los Angeles'da 24 tane plakçı yok ama Kadıköy'de 24 tane plakçı var. Yanılmıyorsam Taksim'deki plakçı sayısı 5'e indi.

Ancak, tablonun Kadıköy tarafında bazı endişelerim yok değil. Bu fiyat artışı ciddi bir dejenerasyonu ortaya çıkarıyor. Bu bir süre sonra Kadıköy'den kaçışları, buranın  kirlenmesini ve bitmesini hazırlayabilir. yöneticilere ciddi görevler düşüyor. Dolayısıyla Kadıköy Belediyesi, İstanbul'un diğer ilçelerinin yerel yönetimleri gibi çalışmamalı, farklı misyonlar edinmeli ve bu misyonların içinde de ilçenin kültürel geleceğiyle ilgili ciddi ve para kaygısı gütmeyen yatırımlar olmalı. Kadıköy Belediyesi bu konuda üzerine düşenleri yaparsa belki Kadıköy'ün bir vadedeki dejenerasyonunun önüne geçebilir. Yoksa başka bir çare yok.

Peki ilerde 2000’lerin müzik ortamını yazacak olsanız, neler gelirdi kaleminize?

Bugünü yazmak bilim kurgu gibi! O nedenle  kafamda pek de canlandıramıyorum. Bütün dünyada geride kalan 16 yıl sanki bana 200-300 yıl geçmiş gibi geliyor. O kadar hızlı aktı ki zaman, gelişmeler o kadar baş döndürücü bir şekilde hayatımıza girdi ki, her şey o kadar alt üst oldu ki! Bu yabancılaşma, bu fikri yoksullaşma ve bu adaletsiz sömürü düzeni bütün dünyada bu vahşetiyle varlığını sürdürürse; ben 2030'lu yıllarda 2000’leri nasıl yazabileceğimi kestiremiyorum. Elinizdeki kitaptan alacağınız hazzı, 2016 yılının insanlarına anlatırken bulabileceğimizi, yazabileceğimizi zannetmiyorum. Umarım yanılırım.


ARŞİV