Piyasanın kıskacına alınmış ve çok sesli müziğin zenginliğinden mahrum kalmış müzikseverleri çok sesli müziğin renkli dünyasıyla buluşturmak amacıyla kurulmuş olan Nâzım Hikmet Akademi Korosu, sezonun ilk konserini Kadıköy’de vermeye hazırlanıyor. Biz de, koronun kurucusu ve şefi, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Anasanat Dalı öğretim üyesi Yard. Doç. Erdem Nusret Karakaş’ı, koronun Altıyol’daki merkezinde ziyaret ettik.
Nâzım Hikmet Akademisi’nde müzik dersleri verirken, çok sesli koro bir kurmayı düşündüm, önerdim, kabul edilince de 2011’de kurdum. 2014’e geldiğimizde bağımsız bir sivil toplum oluşumu olarak devam etmemiz gerektiğine karar verdik ve Nâzım Hikmet Koro Derneği’ni kurduk. Bu bizim için çok önemli çünkü bir koro başka kurumlara bağlı olduğu zaman bunun çeşitli sıkıntıları oluyor. Ben bu koroyu hem organizasyon hem de çizgi anlamında özgür olabileceğimiz yapıya dönüştürmek istedim. Bu dernek tamamen koristlerinin bağışlarıyla kendini ayakta tutuyor. Kadıköy'ün, düzenli çalışan ve 6 yıllık bir geçmişi olan tek çok sesli korosuyuz.
Amatör bir koroyuz. Önceliğimiz müzik yapmak. Yaratıcı zekayı kucaklamaya çalışıyoruz . Zeka, özellikle kullandığım bir ifade. Repertuvarımızı, zeka ile yazılmış her esere açık tutuyoruz. Bunun içinde klasik müzik, türkü düzenlemeleri var, caz yerine göre pop düzenlemeleri müzikal düzenlemeleri var, onun dışında da özel Nâzım besteleri var. Tabii ki Nâzım Hikmet adını taşıyan koronun belli özelliklere de sahip olması da bekleniyor. Koronun duruşu itibariyle buna da dikkat ediyoruz.
Bizim için esas olan özgürlük, şiddet karşıtlığı, insan sevgisi, hayvan sevgisi, yaşama saygı gibi bizi birleştiren temel değerler. Siyasi meselelere çok girmiyoruz açıkçası ama siyasetten ne anladığınız da önemli. Örneğin hayvan hakları, kadına şiddete karşı olmak da siyasetin bir parçası. Bu anlamda, mesela Özgecan cinayeti gibi sosyal konularla ilgili konserlerimizde mesajlar veriyoruz konserlerimizde. Biz bir propaganda korosu değiliz, hiçbir siyasi parti ya da siyasi grubun sanat organı değiliz. Zaten koristlerimizin de bu konuda bir hassasiyeti var açıkçası. Çünkü bu insanlar bir partiye bağlı oldukları için buraya gelen insanlar değil. Müzik yapmak isteyen ve belli bir dünya görüşüne sahip insanlar. Bu ortak nokta çok önemli.
Öğrenciler ve farklı mesleklerden 30 civarında koristimiz var. Lise çağından emeklilik yaşına kadar bütün yaş gruplarını içeren bir profildeyiz. Koro gibi, özellikle bir cemiyet anlayışıyla yapılması gereken sanatların kucaklayıcı olması gerek. Önemli olan uyumlu bir şekilde çalışıp sanat üretebiliyor olmanız.
Bu bütün dünyada böyle. Korolarda erkek bulmak her zaman daha zor. Bunun çeşitli sebepleri var. Her şeyden önce genel olarak sanata, müziğe kadınlar daha hevesli, zaman ayırma ve devamlılık konusunda da daha kararlılar.
Nasıl ki Nâzım Hikmet isminin getirdiği bir çizgi varsa, aynı şekilde ismimizdeki ‘akademi’ sözcüğünün de getirdiği bir çizgi var. Ben bir akademisyenim ve burada gerçekten akademik bir çalışma yapıyoruz. ‘Bu bir amatör korodur, bir şekilde şarkılar söyleriz’ gibi bir yaklaşımımız yok. Her şarkıyı söylenmesi gerektiği gibi seslendiriyoruz, profesyonel bir koro nasıl icra etmeye çalışıyorsa bizim de öyle yapmaya gayret ediyoruz. Esasında amatör sözcüğü amor’dan (aşk) gelir. Bir işi meslek olarak değil sevdiği için yapan kişidir amatör. Repertuarımızı seçerken de ‘eller havaya’, popüler olsun diye düşünmüyoruz. Gerçekten müzikten anlayan bir insan nasıl repertuar oluşturursa o şekilde hazırlıyoruz. Örneğin barok dönemden Latince seslendirdiğimiz eserler de var, Adnan Saygun'ın Yunus Emre Oratoryosu’ndan bir parça da, türkü düzenlemeleri de, farklı dillerde halk şarkıları da söylüyoruz. Kıstasımız iyi yazılmış olması.
Repertuvarda Nâzım'ın eserleri özel bir yer tutuyor olmalı...
Kesinlikle öyle. Amacımız Nâzım Hikmet’in şiirlerini, içindeki müziği de anlatarak dinleyicilerimize ulaştırmak. Nâzım'ın eserlerinin, az sayıda koro bestesi var ve onları tedarik etmekte zorlandım. ‘İhtiyaç yaratıcılığın anasıdır’ denir ya, ben de ihtiyacımızı karşılamak üzere beste yapmaya başladım. Nâzım’ın Davet, Bir Şeyler Yazmalıyım, Denizin Üstünde Ala Bulut, Benim Gönlüm Bir Kartaldır, Masalların Masalı şiirlerini besteledim ve seslendirdik. En Güzel Deniz Gidilmemiş Olanıdır ve Kerem Gibi’yi de besteledim ancak henüz seslendirmedik. Bu şiirlerin ruhuyla örtüşen besteler yapmaya çalıştım. Çünkü bir besteci şiiri besteliyor gibi değil de o şiire yeni bir boyut ekliyormuş gibi müzik yazmalı. Nâzım'ın bazı şiirlerinin kendi müziklerini içlerinde barındırdığını düşünüyorum ve bestelerimde bunları ortaya çıkarmaya çalışıyorum. İleride bütün bu Nâzım bestelerimi büyük bir Nâzım projesine çevirmeyi umut ediyorum. Ancak bunun için imkan gerekli ki o imkanlara da şuanda sahip değiliz.
İnternet konsere gitme kültürünü erozyona uğrattı. Öte yandan İstanbul'da mesafeler o kadar uzak, trafik o kadar yoğun ki, insanlar iş çıkışı eve kendilerini zor atıyorlar. Bu insanların konsere gitmesini bekleyemeyiz. O yüzden İstanbul'da konsere gitme alışkanlığı az. Bunun sıkıntısını sadece biz değil pop, sanat ya da halk müziği yapanlar da çekiyor. Daha spesifiğe inersek de klasik müzikten bahsedebiliriz. Klasik müzik her müzikte olduğu gibi bir kültür meselesi. Genel olarak ülkemizde klasik müzik kültürü gelişmekle beraber, bence alınabilecek çok yol var. Biraz daha koroların özeline inersek; benim gözlemlediğim örneğin İstanbul Devlet Opera ve Balesi, İstanbul Senfoni Orkestrası gibi kurumlar bir konser yaptığı zaman biletleri çok çabuk tükeniyor. Ama siz özel bir koro -hele ki amatör bir gurup olarak- bir konser düzenlediğinizde aynı insanlar sizin konserinize gelmiyor. Klasik müzik dinleyicisinin bence İstanbul'da daha açık görüşlü olması lazım. Kendimden örnek vereyim; ücretsiz olduğu halde bazı şan resitallerimde boş salona söylediğim oldu ama aynı ben yurt dışında da konser veriyorum. Orada salon doluyor, burada dolmuyor. Çünkü ünlü değilim.
Bunu kırabilmek zor. Sadece müzik yapmak yetmiyor, işin pazarlamasını da yapmak gerekiyor. Bu da herkesin başarabileceği bir iş değil. Mesela Boğaziçi Caz Korosu şefi Masis Aram Gözbek Masis bunu başardı, iyi ki başardı. Bunu başararak sadece kendi korosu için değil hepimiz için ileri adım atmış oldu. Türkiye'de genel olarak koro müziğinin gelişimine katkıda bulunmuş oldu. Ona çok şey borçluyuz. Biz de bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama dediğim gibi o ayrı bir çaba, yoğun bir çalışma temposu istiyor. Bizim onu şuanda göğüslememiz mümkün değil. Çünkü koroda yetişkin, çalışan çok kişi var, buna ayırabilecek vakitleri yok. O yüzden biz biraz daha yavaşça ama kararlı bir şekilde devam ediyoruz.
Yurtdışı festivallerde koromuz beğeniliyor ama parasal imkanlarımızın olmayışı bizi yoruyor. Çünkü amatör olarak da olsa bir emek verip bir proje ortaya çıkardığınızda birilerinden destek istiyorsunuz, buna ihtiyacınız da var psikolojik olarak. Biz mesela şehir dışında konser vermek için bir otobüs ve bir gece otel finansmanını bile tedarik edemiyoruz. Maalesef aynı kaldırımı 5 kere yapıp yıkmak için para var ama bir otobüs tutup bizi bir gece misafir edip bir koro konseri düzenlemek için para yok! Bunlar bizim gelişimimizi yavaşlatmakla kalmıyor üzüyor da. Yani bir amatör koro üyesi (ki biz dernek olduğumuz için insanlar ceplerinden para da çıkarıp bu koroyu ayakta tutmaya çalışıyor) vaktinden, bütçesinden ayırıyor ama sonra duyuyor ki bir otobüs parası bile bize çok görülüyor. Bu da moral bozucu… Bir yanımız bu bakımdan hep yaralı olsa da, bizi ayakta tutan her şeyden önce müziğe, sanata bağlılığımız.
Her aileden sadece 1 kişi, senede 1 kere 1 konsere gitse, İstanbul'daki dinleyici kapasitemiz oldukça artar. Zaten beklentimiz de herkes bizim konserlerimize gelsin değil. Pop müziği de cazı da herkes dinlemiyor ki. Çeşitlilik elbette olacak. Yeter ki herkesin ucundan tuttuğu bir şey olsun. Özellikle klasik müzik dinlemek şart değil ama herkesin sanatla, müzikle ilgilenmesi şart bence. Herkes bir şekilde sanatla ilgilense, şuanda yaşadığımızdan çok farklı bir toplumda olurduk. Sanatsever olmazsa sanat olmaz. Sanat yapmak için çırpınan her dalda insanlar var. Ülkemizde sanat olmasını istiyorsak, o insanların konserlerine, sergilerine gitmeli, filmlerini seyretmeli, kitaplarını almalıyız. O yüzden iş sadece sanatçıya değil topluma da düşüyor.
Koro müziğinin gerçek bir akustiğe ihtiyacı var. Kiliseler de koro müziği için çok önemli mekanlar çünkü uygun akustiğe sahipler. Şuanda korolar için en büyük dert koroya uygun akustiği olan salon bulamamak. Her yer kültür merkezi ama pek çoğunda akustik gözetilmiyor. Kiliseler de sağolsunlar koro müziğine kapılarını açıyorlar.