“yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…”
Ölümünü böyle anlatmıştı Nâzım. Sadelikle, mücadeleyle, insanlığın büyük kavgasına verdiği destekle geldi, geçti bu dünyadan. Yaşamı sürgünle, baskılarla geçen, 1951 yılında memleketinden ayrılmak zorunda kalan ve ölümüne kadar ülkesine dönemeyen büyük usta Nâzım Hikmet’in ölümünün 56. yılı. Nâzım’ın “…Yazılarım otuz kırk dilde basılır / Türkiye’mde Türkçemle yasak” dediği şiirleri ancak ölümünden sonra basıldı ülkesinde…
Nâzım Hikmet’in ölümünün 56. yılında Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde anma düzenlendi. 25 Mayıs Cumartesi düzenlenen anma şair Ender Yiğit’in, Nâzım’ın şiirlerini okumasıyla başladı. “Büyük insanlığın büyük şairi” diye tanıtılan Nâzım için, “Dünyada yeni bir aydın kuşağının temsilcisiydi. Aydın sorumluluğuyla hareket etti. Örgütlü olmaya, mücadele etmeye duyduğu inançla yenebildi yalanı.” dendi.
NERUDA, BRECHT, CHAPLIN, PICASSO VE NAZIM...
Çağrı Kınıkoğlu, Kaya Tokmakçıoğlu ve Mehmet Kuzulugil’in katıldığı panelde ise ilk konuşmayı Nâzım’ın şiirleri ve sanat anlayışı üzerine Kaya Tokmakçıoğlu yaptı: “Öncü sanat arayışlarının sürekli araştırıldığı bir döneme doğuyor Nâzım. Çok sürpriz değil bu arayışın öznesi olması. Nâzım, hep nesnelliğin de içinde devinen biri. Özellikle Mayakovski, Nâzım’ın doğrudan etkilendiği şairlerden biri. Yeni bir dünyayı aramanın sanatsal formu bu aslında. Moskova’ya geçtiği andan itibaren bu arayışın temelinde yer alıyor.”
Nâzım’ın, şiirinde içerik dışında olabildiğince devrimci bir dönüşüm gerçekleştirdiğini söyleyen Tokmakçıoğlu şöyle devam etti: “Ben oldum, piştim demiyor. Memleketimden İnsan Manzaraları mesela türler üstü bir metindir. Hayatı biçimlendiren işçi sınıfını her zaman vurguluyor. Hareketsiz durağan bir şiire kesinlikle karşı. Kullandığı imgeler mutlaka bir amaca yöneliktir. Çok net şekilde çağının insanını anlatıyor. Sömürülen, ezilen, başkaldıran, korkan somut bir insanı anlatıyor. Aydınlık bir dünya mücadelesi veren Neruda, Brecht, Chaplin, Picasso gibi büyük bir ailenin mensubu.”
“SİYASİ KİMLİĞİ ONU VAR EDEN BİR ŞEY”
Tokmakçıoğlu, “Nâzım’ın politikliğiyle poetikliğini asla birbirinden ayıramazsınız. Zaten Nâzım da ‘İyi sanatkârım evet ama bunu ideolojime borçluyum’ der.” diyerek sözlerini sonlandırdı. Nâzım’ın şiirleri ve sanat anlayışı üzerine yapılan sunumun ardından yazar Mehmet Kuzulugil de Nâzım’ın politik düşünceleri ve anlamı üzerine bir konuşma gerçekleştirdi. Kuzulugil, ‘Nâzım’ın siyasi kimliğinin hayatının bir evresinde yaptığı bir tercihten öte, onu var eden bir şey’ olduğunu söyledi ve şöyle devam etti: “Nâzım komünist örgüte girmiş birisi değil, Nâzım bizzat o partinin kendisi. Nâzım paylaşılamıyor. Nâzım’ın Sovyetler hakkında, sol hakkındaki söylediklerini ısrarla çarpıtıyorlar. Bu, ‘Nâzım bizimdi, sizindi’ meselesi değil. Şunu vurgulamak lazım; Nâzım kendi ağırlığını toplumsal mücadeleye vakfettiği sanatsal üretimini komünistliği içinde gerçekleştiriyor. Bunu gösteren de şiirleridir. Bu kişilik Nâzım’a özgü bir şey değil. İnsanlığın o dönemki özel evresine özgü bir şeydir. Kapitalizmin içinden onu yıkacak, adil eşit düzeni kurabilecek olanın ortaya çıktığı bir tarihsel aralıktan bahsediyoruz. İnsanların o dönemde, şurasını burasını düzeltme ufkuyla değil, büyük insanlığın kardeşliğini kurma ufkuyla davrandıkları bir dönemde yazıyor Nâzım.”
Nâzım’ın en büyük becerisinin gerçeklikten kaynaklandığını söyleyen Kuzulugil, “Nâzım, gerçekle yaratıcılığı ve hayalciliği karşı karşıya getirmiyor. İnsanlar bir şeyi hayal edebilir ve bunu ancak gerçekliği kavrayarak yapabilir. Nâzım’ın politik kişiliği de altı çizilmesi gereken yerlerden bir tanesi. En çok bunu var ediyor.” dedi.
Panelin ardından, Gülcan Altan ve Yapıcılar müzik grubu sahne aldı ve “Nâzım’ın Küba seyahati” filminin gösterimiyle etkinlik sona erdi.