“Çoook uzaklara gideceğim….”
Çocukken istediğimiz bir şey olmadığında, canımız sıkıldığında, üzüldüğümüzde daha doğrusu ebeveynlerimiz bizim istediğimiz her ne ise onu yerine getirmediğinde en çok söylediğimiz sözlerden biri sanırım buydu. Hepimizin yaşadığı yere göre ‘çooook uzaklar’ mefhumu vardı belki bir öteki köy, şehir ya da ülke… Ve yaş arttıkça uzaklar da yakınlaştı. Yine de çoğumuz haritalardan görüp parmağımızı koyduğumuz o “çoook uzaklara” gitmedik, gidemedik. Okul, iş vs derken isim, şehir, ülke oynarken öğrendiğimiz şehirler haritalarda kaldı. Kağıttan yaptığımız uçaklar da öyle.
İşte o kağıttan uçaklardan biri gazeteci Bahar Çuhar’ın ilk kitabı “Yeni Ülke Yeni Hayat” a kondu. Özellikle son 10 yıldır pek çok insanın pılını pırtısını toplayıp gidişine tanık olan Çuhadar yeni bir ülke, yeni bir hayat umuduyda Atina’dan, Çin’e, Japonya’dan, Kopenhang’a gidenlerin hikâyelerini yazdı. Biri evli çift olmak üzere 10 hikayenin yer aldığı “Yeni Ülke Yeni Hayat”, son 10 yıl içinde farklı yurt dışına göç edenlerin tecrübelerini, karşılaştıkları sorunları, buldukları çözümleri ve yeni şehirlerindeki yaşam koşullarını anlatıyor.
Bahar Çuhadar’la Artemis Yayınları’ndan çıkan ve ikinci baskısını yapan kitabının öyküsünü 21 Eylül Cumartesi imza günü yapacağı Moda Kitap’ta konuştuk.
YENİ UMUT, YENİ ÜLKE
2015’de Radikal’in dijital versiyonunda bir haber yapmıştım. Suruç’ta patlama olmuştu, her yerde şiddet olayları vardı. İnsanlar ciddi bir karamsarlığa sürüklenmişti. Herkes gitmekten bahsediyordu. Ve bir sürü insan da gidiyordu. Ben de farklı ülkelere giden 5 kişiyle konuşup haber yapmıştım. Onların orada yaşadığı hikayeler çok canlı bir anlatım olmuştu ve o haber ilgi çekmişti. Benim de hoşuma gitti. Hikayeler dinlemeyi ve aktarmayı seviyorum. Ve bu konu aklımda kaldı. Sonra ikinci çocuğumun doğum iznine çıkacaktım ve gazetecilik kitabı yapayım istiyordum. Bu konunun üzerine gitsem mi diye düşündüm. Çünkü gitme hikayesi tekrar dirilmişti. Birkaç kişiyle iletişime geçtim. Toplamda 11 kişiyle görüştüm.
40 soru ile başlayıp çoğaldı. Hepsinin özel durumuna göre sorular çoğaldı. Benim istediğim illa son 10 yılda kaçma, kurtulma düşüncesiyle değil bir şekilde giden insanların neler yaşadığıydı.
Son yollarda 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da KHK’lı akademisyenlerden de, hakkında dava açıldığı için de gitmek zorunda kalan bir sürü insan var. Bu kitaptakiler herhangi bir hukuki zorunluluk nedeniyle gitmek zorunda olanlar değil tamamen kişisel bir kararla beyaz yakalı diye tarif edebileceğimiz yaşam tarzı göçü diyebiliriz, seküler göç diyenler var. Henüz bir ismi yok bu bence çalışılacak ve bir süre sonra literatüre geçecek bir göç dalgası. Ben kitapta yeni nesil göç diye bahsettim. Çünkü Almanya, Kanada, İngiltere’ye çok gidiş var. Oralara daha önce de çok gidiş olmuştu ama bu kuşak bambaşka bir göç. Bu kuşak bambaşka bir durum. Siyasi bir zorunluluğu yok, iş derdiyle değil kendine daha huzurlu bir hayat kurmak istediği ve bunu Türkiye’de yapamayacağını düşündüğü için, çocuğunu burada yetiştirmek istemediği için güvensizlik hissettiği için gidenler. O yüzden evet beyaz yakalı diyebiliriz. Diğeri başka bir hikaye, ona girmedim ama onun da yapılması gerekiyor.
Gidince tam olarak Türkiye’den kopmuş olmuyor. Bir süre bocalama dönemi oluyor. Her şeyini ayarlamış olanlar bile o bocalama dönemini en azından kültürel anlamda yaşıyor. Bir iki sene sanki Türkiye’yi orada yaşıyorlar. Oradan buraya üzülüyorlar. Türkiye’ye dair pek fazla bir şeye sevinmediklerini söylediler. Bir süre sonra alışıyorlar ve oralı olmaya başlıyorlar. Biraz o arafda kalma halinden uzaklaşınca kendilerini biraz daha huzur denilen şeye yaklaşmış hissediyor.
“SOSYAL SERMAYELERİNİ BIRAKIP GİDİYOR”
Kitabın sonunda Doç. Dr. Ulaş Sunata ile söyleşi var. O söyleşide Sunata, “sosyal sermaye” diyor. İnsanlar sosyal sermayelerini Türkiye’de bırakıp gidiyorlar. İnsanlar sosyal sermayelerini okulda, iş ortamında geliştiriyorlar. Bu tam oluşunca o sosyal sermayeleri bırakıp gidiyorlar. Tabii orada yeni arkadaş edinirsin ama asıl bağ burada kalıyor. Sosyal sermaye de burada kalınca burası ile bağın canlı tutuluyor. Hiç gelmeseler de bir ayakları burada oluyor. Sunata bu yüzden dönüşlerin olacağını söylüyor.
Aslında ben biraz kendimce fantezi yaptım. Benim derdim gidenlerin tablosunu çıkarayım değildi. Benim bakışım Türkiye’den farklı bir ülkeye gidenler bu çağda ne yaşıyor? Nasıl bir hayat kuruyorlar diye düşündüğüm için illa batıya gidenler olmasın istedim.
HASRET DUYGUSU VAR
Genelde gitmiş orada yaşayan birçok insandan geri dönüş aldım. Bir sürü ülkeden kitapla ilgili fotoğraf paylaşıldı. Bu çok hoşuma gidiyor çünkü bu onların hikayesi. Onlar biraz kitabı okuyunca duygularını sağaltıyorlar. Onlar ne kadar eski usul gurbetçi olmasa da o hasret duygusu var. Ülkeyi ve buradaki hayatlarını özlüyorlar. Onlar çok duygusal şeyler yazdı. Onun dışında burada okuyup çok etkilenenler bir şekilde gitmeyi düşünenler. Hiç gitmeyip de kalanlar da gidenlerin mutlu olup olmadıklarını merak ediyor. Evet mutlular. Mutlu olmasalar dönerler zaten.
Yok. Ben biraz duygusal yaklaşıyorum. Burası bizim ülkemiz. Bu kültürü her şeyi ile seviyorum. Buranın iyiye gideceğini ben görmesem bile belki çocuklarım görür. Belki çok komik gelecek şeyler var. Ben Ahmet Kaya’yı burada dinlemek, Müslüm Gürses filmi girdiğinde burada gidip ağlamak buradaki sosyal ve sevdiğim hayatı yaşamak istiyorum. Onu da dışarıda yaşayamayacağımı düşünüyorum. Bazen bir şeyler olduğunda 'hayatımızı başka yöne evirsek mi' diye aklımdan geçirdiğim oldu ama ciddi ciddi hiç düşünmedim. Burada kalıp durmak, burada bir şeylerin iyiye gitmesine tanık olmak istiyorum.
“KADIKÖY’DE YAŞAMASAYDIM GİTMEYİ DÜŞÜNEBİLİRDİM”
İlk hikaye Kadıköy’den giden Burçin'in hikayesi. Üç kişinin hikayesinde Kadıköy var. Sen ne kadar süredir Kadıköy’desin?
Kadıköy’e 2011’de evlendikten sonra taşındım. 8 sene olmuş. Daha önce Beşiktaş’ta oturuyordum. 13 sene orada yaşadım. Mahalle kültürü orada da yaşıyor. Esnafı vardır tanırsın, anahtar bırakırsın onu seviyorum zaten İstanbul’da başka bir koşulda yaşamak zorunda kalmak asla istemem
Asıl onu söylemek lazım. Ben kendi hayatımdan mutluyum. Küçük bir hayatım var. İşe gitmek dışında Kadıköy’den neredeyse hiç çıkmıyorum. Bütün arkadaşlarım burada. Bütün ihtiyaçlarımı burada karşılıyorum. Ama bunu Kadıköy’de yaşamasaydım belki ben de bunalıp gitmeyi düşünebilirdim. Çünkü İstanbul’dan bunalıp gidenler de var. Kadıköy’ün nimetlerinden faydalandığım için bunaltı hissetmiyorum. Ama kitapta başka semtlerde yaşayıp İstanbul’dan bıkmış olanlar var. Ben o kadar bıkmadım İstanbul’dan. Mahalle hayatını yaşadığı, her yere yürüyerek gidebildiğim, bisiklete binebildiğim, pazara gidebildiğim, belediyenin çalışma alanı olduğu için kullanabildiğim aslında Avrupa’ya gidenlerin bahsettiği şeyler zaten burada var. Ama sorun Kadıköy gibi yerlere sıkışmış olması. Kendimizi bütün şehir ve ülke geneline yayılmadığı için kötü hissediyoruz. Biz de Kadıköy kalabalıklaşınca söyleniyoruz. İnsanlar ne yapsın mecbur buraya geliyor.