ORHAN KEMAL 100 YAŞINDA

Edebiyat dünyamızın usta isimlerinden Orhan Kemal’i, doğumunun 100. yılında oğlu Işık Öğütçü’den dinledik...

26 Haziran 2014 - 16:54
Kadir İNCESU

Edebiyatımızın en çok bilinen isimlerinden birisidir Orhan Kemal… Adana’da başlayan yaşam serüveni asker çantasında Nâzım Hikmet’in şiir kitaplarını taşıması nedeniyle bir süre Bursa Cezaevinde devam eder. “Usta”sı Nazım Hikmet ile 3 buçuk yıl bir arada kalırlar. Şiirle başlayan yazın serüveni öykü ve romana doğru evrilir.
“… yüzlerce hikaye, roman, senaryo ve tiyatro yazdım… Kalemimden başka hiçbir geçim imkânım yok. Ama kalemimi hiç mi hiç ‘daha iyi geçim için’ araç olarak kullanmadım, satmadım… Sanat çabalarım, yeniyi, doğruyu, ileriyi bulmak, kendimi aşmak içindir. Halka dönük, halktan yana bir yazarım” diyen ve 100. yaşını kutladığımız Orhan Kemal üzerine en küçük çocuğu Işık Öğütçü ile söyleştik.
* Her yazar yazdığının anlaşılmasını ister. Orhan Kemal’in, Türkiye’de okurları tarafından yeteri kadar anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
Yaşar Kemal şöyle söylüyor, “Orhan Kemal, büyük bir romancı olarak vardır. Dünyanın bir köşesinde dağ gibi duruyor. Biz ve dünya insanları onu bir gün bütün ayrıntılarıyla göreceğiz.” Sanırım yıllar geçtikçe bu söz gerçek oluyor. Hem Türkiye’de hem yurtdışında üstadın yıldızının parlaması onun ne kadar derinlikli bir edebiyatçı olduğunun kanıtıdır. Şayet görmek ve göstermek isteyenler daha da çaba harcarlarsa, ikibinli yıllar üstadın daha çok değerinin anlaşıldığı yıllar olarak tarihe geçer.
* Orhan Kemal gençler arasında yeteri kadar okunuyor mu?
Genç nesil okullarda Orhan Kemal’i tanıyorlar, eserlerini okuyorlar, müzeye gelerek görsel olarak onun kişiliğine tanıklık ediyorlar. Daha önce de dedim, ben iyimser bir insanım. Mutlaka genç kuşaklar kendileri için güzel şeyler yazmış, onlara umudun, mücadelenin, direnmenin en güzel örneklerini sunmuş olan yazarlarını okuyarak, yaşatarak geleceğe taşıyacaklardır. Ben buna inanıyorum.

PARALI MI PARASIZ MI OLDUĞUNU KAPIYI ÇALIŞINDAN ANLARDIK’

* Orhan Kemal, telif aldığı günlerde eve gelişi nasıl oluyordu?
Parantez açayım, bunu benim büyüğüm Kemali söyledi: “Babamın paralı mı, parasız mı olduğunu kapıyı çalışından anlardık. Çok melodik, ritimli, güzel çaldığı zaman paralıdır. Eğer çok sert vurursa parasızdır… Annemin zaten uyarıları başlar: “Babanızın gözüne gözükmeyin, bir şey demeyin, bir şey istemeyin, bir kenarda durun, siniri yatışana kadar…” Siniri yatışınca zaten yeniden eski haline dönerdi. Tabii bunu ancak yaşayan insan anlar. Burada Orhan Kemal’in bir ‘an’ını esprili olarak anlatıyoruz ama O’nun psikolojisini de çok iyi anlamak lazım. Yapılacak, ödenecek borç var, kira ödenmemiş ve parasız geliyorsunuz eve… Bir düşünün insan gerçekten şu an bile sarsılıyor.
Aslında müthiş bir başarı hikâyesi yazıyor babam… Ama kimse farkında değil. Bugün bile farkında değil. Kendi dönemlerinde yazan Gorki, O’Henry, Panait İstrati bütün dünyada tanınıyor, okunuyor. Aslında Orhan Kemal de böyle… İsim vermeyeyim, geçtiğimiz günlerde gazetelerde yer alan bir haber için ilgili ülkedeki Türkolog’lara mektup yazdım. Yanıt geldi: “Orhan Kemal’i bize hatırlattığınız için teşekkür ederiz. “Ben hatırlatmasam, Orhan Kemal hatırlanmayacak. Bu böyle olmamalı… Bir suskunluk var. Ben de dâhil olmak üzere herkes O’Henry’nin “Son Yaprak” öyküsünü bilir. Niye dünyadaki insanlar da Orhan Kemal’in bir “50 Kuruş”unu, “Uyku”sunu, “Çikolata” hikâyesini bilmesin kardeşim? Orhan Kemal’in Türk edebiyatındaki yerinin ne olduğunu hala bilmeyen varsa, ben bir şey diyemem. Ama Orhan Kemal Türk edebiyatında bir yerdeyse; ben bazen çok daha iddialı konuşuyorum, Orhan kemal Türkiye’dir diyorum. Onu da slogan halinde herkes için söylüyorlar ya. Oysa Orhan Kemal bunu çok hak ediyor. Çünkü herkesi kucaklayan, iyi yürekli bir insan. Eğer bugün çeşitli sorunların çözülmesini istiyorsak Orhan Kemal’in kitaplarında çözümleri var. Onu okumak yeterli olacaktır…

 ‘O, KAHRAMANLARININ TA KENDİSİYDİ’
* Babanızı en çok hangi kahramanıyla özdeşleştiriyorsunuz?
Babam “Eskici ve Oğulları” severdi. Sanırım oradaki Topal Eskici onun favorisiydi. Ama kitabından bölümler okuduğu “Murtaza”da da bir bakarsınız Murtaza olurdu. O aslında kitaplarını yazarken o kahramanların ta kendisiydi. Cinsiyet ayırmadan, çocuk büyük demeden tüm yansıttığı kahramanlar hayatın içinden süzülüp gelmiş, ona hikâyelerini anlatmışlar ve yollarına devam etmişler gibidir. Onun için Orhan Kemal ezilenlerin zabıt kâtibidir.
* 1980 sonrası ailenizin Orhan Kemal için yaptıklarını sormak istiyorum. 34 yılda neler oldu?
O tarihte ben okuyordum. Ama aynı zamanda oyun sezonunda Kenter Tiyatrosu’nda kitap satarak çalışma hayatının çilesini görüyordum. Kendi ayağımızın üzerinde durma mücadelesi verirken, Orhan Kemal kitaplarında yaşıyordu. Fazla bir imkânımız olmadığı için de “Orhan Kemal Roman Armağanı”nın dışında başka bir etkinlik yapamıyorduk. Ama yıllar içinde iş sahibi olup, imkânları doğru kullanınca 2000 yılında onun adını taşıyan müzesini kurdum. Gerçekten de benim hayatımda o günden sonra değişti. Toplumumuz böyle vefalı çalışmaları hep sevgiyle karşılar. Bana da o ilgiyi, sevgiyi yansıttılar. Ben de onları aldatmayarak, üstadı geleceğe taşıma işinde bir nefer olarak, bir müze bekçisi olarak görevimi yapıyorum. Koca Orhan Kemal Müzesi’nin bekçisi olmak, birçok şatafatlı ünvana bedeldir. Tabii bu çalışmalar babamı daha da çok görünür kılınca, yapımcılar eserlerini dizi yapmaya başladılar. Bundan sonra da Orhan Kemal eserleri dizilere, filmlere kaynaklık etmeye devam edecektir.
* Özellikle sizin babanızla ilgili çok önemli çalışmalarınız var.
Evet bildiğin gibi 2011 yılında bir gazete kupüründen hareketle İstanbul Son Saat gazetesinde 60 gün tefrika edilmiş, sonra unutulmuş olan bir romanını bulmuştum. “Yüz Karası” ismini taşıyordu. Edebiyat dünyası ve okurlar, “yeni bir şeyler daha çıkar mı?” diye sorduklarında,”Orhan Kemal'den söz ediyoruz. Mutlaka bir yerlerde duran yazılar vardır” diyordum. Gerçekten de bir sabah e-postadan aldığım bir mesajla “Büyük Gazete” dergisini nefes nefese açmam bir oldu. Orada da “Uçurum” isimli romanını buldum. Bu romana kendi yaptığı röportajları da ekleyerek, “Uçurum-Orhan Kemal Soruyor” ismiyle kitaplaştırdım. Eylül ayında bir fotoğraf albümü çıkartacağım. Kitapseverler üstadın pek çok fotoğrafına bu kitapla kavuşacak. Gelecek yıl kitaplarına girmemiş ve yine unutulmuş öykülerini derliyorum, bu kitap olacak. Ondan sonra da “Mektuplar” kitabı gün ışığına çıkacak.

* Orhan Kemal’in 100. yaşı nedeniyle yapılan etkinlikler ve çalışmalardan söz eder misiniz?
2014 yılının başından beri çeşitli etkinliklerle Orhan Kemal'in 100.yaşını kutluyoruz. Saint Benoit ve Saint Pulcherie Fransız Okulları iki güzel etkinlik yaptılar. Tüyap Kitap Fuarı her kitap fuarında Orhan Kemal Fotoğraf Sergisi açtı. Çukurova Kitap Fuarı Orhan Kemal temalıydı. Orada pek çok paneller yapıldı. Ekim ayında hem Çukurova Üniversitesi’nde hem de Mimar Sinan Üniversitesi'nde sempozyum yapılacak. Ben yine çeşitli okullarda konferanslar vereceğim. Tabii bu gelecek yıllarda devam edecek. Orhan Kemal bu ülkenin insanını aydınlatan, uygarlık yolunda mücadele edenlerin, sessiz ve kimsesizlerin sesi olarak kalemini onlara adayan, yılmayan, edebiyatımızın yüz akı bir yazarımız. Bundan sonrada daha coşkulu anılacağına inanıyorum.

Muhsin Usta ve ‘İnsan olmak…’*
“Vukuat Var”ı ilk kez 1990 yılında okumuştum. Geçtiğimiz yıllarda yeniden dizi film olması nedeniyle bir kez daha okudum. İlk okuyuşumda farkına varamadığım bir ayrıntıya takıldım kaldım: Muhsin Usta’ya… Adının geçtiği ilk andan, romanın sonuna kadar tekrar tekrar karşılaşmak istedim ‘Usta’ ile…
“Vukuat Var”ı anlatmaya gerek yok sanırım. Birbirlerini seven Güllü ile Kemal, aileleriyle de mücadele etmek zorundadırlar. Bu ortamda tek dayanakları aynı atölyede çalıştıkları Muhsin Usta’dır. Muhsin Usta, “bekardı. Ama kimsenin karısında kızında gözü yoktu. Dolu kitapları vardı. Boş zamanlarında kitap ya da gazete okurdu.”
Kemal de Muhsin Usta için şunları diyor: “Bir de okumuş. Okumuşluğu siyaset üstüne. Bilmediği yok. Karşısına kim çıksa baş edemiyor.”
Güllü’ye aşık Kemal ile aynı atölyede çalıştıkları Muhsin Usta arasında şöyle bir konuşma geçiyor.
Muhsin Usta, Kemal’den Güllü’yü bırakmasını ister:
“Değer mi? Bir kız için mahvolmaya değer mi evladım?”
“Değmez mi? Sevdiğin, yandığın bir kız için vurmak, vurulmak değmez mi usta?”
“Değmez Kemal. Çünkü dünyada, uğruna mahvolmaya değecek kadar büyük, şerefli başka tutkular var!”
“Ben henüz o tutkuları tanımıyorum.”
“Gün gelecek tanıyacaksın.”
“Hem neden mahvolayım?”
“Çünkü sen onları vurup hapse gireceksin ya da onlar seni mezara yollayacaklar. İkisi de aynı kapıya çıkar: Mahvolmak!”
(…)
“Usta,” dedi
“Hı?”
“Hiç sevdin mi?”
Usta sanki bu soruyu bekliyordu. Acı acı güldü, başını sallamakla yetinmek istediyse de, Kemal bırakmadı.
“Ha? Sevdin mi hiç?”
“Sevdim yavrum.”
Kemal bunu beklemiyordu işte. Demek yüzü kupkuru baştan aşağı sinir bu adamda da sevecek bir yürek vardı? 
“Kimi sevdin?”
“Kimseyi, ama herkesi.”
“Anlamadım.”
“Anlayamazsın da. Bir kadını sevmek kolaydır, ama bütün kadınları, bütün çocukları, bütün insanları sevmek, sevebilmek…”
“Mümkün mü bu?”
“Pek çok yürek için mümkün olmayabilir henüz, ama öyle yürekler vardır ki, insanlığı topyekûn severler, sevebilirler, sevmeden edemezler.”
“Nasıl?”
“Nasıl değil mi? Haklısın. Benim sevmemde, daha doğrusu bu türlü seven yüreklerde tek kadını olduğu gibi, kucağına oturtup okşamak yoktur. Öyle bir düzen için çaba sarf ederler ki, insanlar kadın kadın, erkek erkek, çocuk çocuk mutlu olsunlar, dünya nimetleri önlerine bir kardeş sofrası gibi açılıp saçılsın. Bilmem anlatabiliyor muyum?”
 (Vukuat Var, sayfa 133-134)
*Ahmet Ümit ile Işık Öğütçü tarafından hazırlanan ve Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan ORHAN KEMAL kitabında bulunan Kadir İncesu’nun
yazısından alınmıştır.
 
Nazım Öğütçü, adaşı Nazım Hikmet ile tanışmasını anlatıyor
Nazım Öğütçü: Bursa Cezaevinde aynı koğuştaydı Nazım Hikmet ile babam… Yalnız yaşamayı, tek başına bir koğuşta kalmayı sevmediği için babama “Sizinle kalabilir miyim?” diyor. Babam o tarihte, kendisine göre hapishanenin en iyi şairi… O’nu da aşan bir büyük dev gelmiş ve kendisiyle kalmak istiyor. Babam sevinerek kabul ediyor. Babam tahliye olmadan bir süre önce “Oğlun olursa benim adımı koyar mısın?” diyor. Benden büyük ablam var, Yıldız. Onu yazılarında ve babama yazdığı mektuplarında ‘torunum’ olarak çağırıyor. Böylece adım da Nazım oluyor. İstanbul’a geldiğimiz yıldı. Babam da görmek istiyor Nazım Hikmet’i… Önce Kadıköy’deki evlerine gittik. Memet yeni doğmuş arabada, Münevver Hanım… Nazım Hikmet bizi aldı Yoğurtçu Parkına götürdü. Çok neşeli, canlı ve bizimle de ilgilenen bir insan gördüm. İlk ve son görüşüm oldu. Sonrasında da kısa bir süre sonra ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Devamı gelmedi. Ama ben Nazım Hikmet’i daha önceleri, yapmış olduğu bir işten dolayı tanıyordum. Hapishanede dokuma atölyesi kurmuştu. Orada dokunan bezlerden top top, babam Adana’da pazarlasın diye göndermişti. O kumaşların kokusu bugün bile burnumdadır. Ev içinde adı geçtiğinde Nazım Dede dediğimi hatırlıyorum. İstanbul’daki karşılaşmamızda da dede demiştim.

ARŞİV