“Otosansür uygulamayan komedyen olduğunu düşünmüyorum”

“Dünyada otosansür uygulamayan komedyen olduğunu düşünmüyorum. Hatta hiçbir sanatçının otosansüre maruz kalmadan bir iş ortaya koyduğunu sanmıyorum” diyen komedyen Fırat Aksal her şeyin şakasının yapılabildiğini fakat herkesin her şeyin şakasını yapamayacağını söylüyor

30 Eylül 2022 - 08:55

Semtimizin tiyatro sahnelerinden Apartman Sahne’de hem tiyatro oyununda oynayan hem de stand up gösterileri yapan Fırat Aksal ile konuştuk

  • Fırat Aksal kimdir? Tiyatro sevdası nasıl başladı, başına neler geldi?

Gösterilerimin tanıtım yazılarına da ekliyorum. Ailemden intikam alırcasına tiyatrocu oldum (gülüyor). Aslında küçüklükten beri vardı. İlkokuldayken bile piyeste oynama, görünme isteğini yaşıyordum. O zaman Nejat Uygur’un Minti karakteri vardı. Sınıf arkadaşımla o piyesten ufak bir bölüm oynamıştık. Öğretmenimiz “sınıf sınıf dolaşıp oynasanıza” demişti. Biz de sınıf sınıf dolaşıp o piyesi oynamıştık. Yani çocukluğumdan beri içimde tuttuğum itiraf edemediğim bir şeydi. Fakat bu lisede olgunlaşmadı.

Üniversitede Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne ilgiliydim ama tiyatro yapmak istiyordum. Yolda yürürken Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin  gençler için tiyatro eğitimi bilborduna denk geldim.  Başvurunun son günüymüş. Son dakika başvurdum. Sıra beklerken tiradıma çalıştım. Sonra seçildim. Ankara Şehir Tiyatrosu oyuncularının kadroları kendi altyapılarından çıkaran usta çırak ilişkisine bağlı bir yapıları var ve bu uzun süreçte olan bir şeydi. Orada her oyuna gittim, sahne arkasındaki işleri de yaptım. Hocaların dikkatini çekince bir iki ufak rol verdiler. Sonra bir arkadaşın askerlik tecili bozuldu. Hocamız da “kendi öğrencilerimden bir deneme çekimi yapacağım,  beğendiğim olursa onun rollerini vereceğim dedi. Bize göre çok büyük rollerdi. Ve o rolü aldım. Derken başka oyunlarda da rol almaya başladım. Üniversitenin üçüncü sınıfında haftada sekiz oyun oynar hale gelmiştim. Bu biraz çaba biraz dostluklarla oluştu. Sonra İstanbul’a taşındım.

  • Neden?

Melih Gökçek Ankara Büyükşehir Belediye başkanıydı. Bazen de talimat üzerine oyunlar çıkıyordu. Çok siyasi bir oyun geldi. “Yapamayacağım” dedim ve ayrıldım. 3-4 ay Diyarbakır’da memleketimde kaldım. Sonra İstanbul’a taşındım. O süreçte başta deneme çekimlerini kazanamadım, garsonluk yaptım. Bir deneme çekiminde başrol aldım. Ve Apartman Sahne’ye provalara geldik. Biz gelmeye başladığımızda Apartman Sahne, Sıla Erkan’ın kuruculuğunda yeni açılmıştı. Buraya kendi provalarıma gidip geliyordum ama buranın işleyişini de merak ediyordum. Sıla, Heinrich Böll’ün romanından uyarlanan Palyaço oyununu yönetiyordu. Oyuna asistanlık yapmamı ve atölyelerine katılmamı önerdi. Apartman Sahne serüvenim böyle başladı. Şu anda Apartman Sahne’nin hem idari sorumlusuyum hem de oyuncusuyum.

  •  
  • Stand up gösterileri nasıl başladı? Nasıl karar verdiniz?

Zaten tiyatroya başladığımda stand up yapmayı düşünüyordum. İstanbul’a taşındıktan sonra ne anlatırım diye düşündüm. Bir iki hikâye buldum. Nasıl ve nerede anlatırım diye düşünürken BKM’nin Açık Mikrofon Geceleri’ni duydum. Beş dakikalık süremiz vardı çıktım ve anlattım, çok iyi geçti. Komedyen arkadaşlar da “yapmaya devam et” dedi. Sonra Tuzbiber’in açık mikrofonlarına gidip gelmeye başladım. BKM’ye arada bir gidip gelmeye başladım. Sıla Erkan benim stand up yaptığımı öğrendi. Burada “Açık Sahne” diye bir format var, doğaçlama tiyatro yapılır. İster seyirci olursunuz, ister oyuncu. Oyuncu olmak istediğinizde isminiz kutuya atılır, oradan ismi okunan kişi çıkıp belli formatlarda oynar. Sıla “Açık Sahne’yi sen sun, birinci yarı stand up yap ikinci yarıda Açık Sahne’ye geçelim” dedi. Bu benim için muazzam bir pratik yapma fırsatı oldu. Orada içeriklerimi çoğalttım, insanlar davet etmeye başladı. Kasım 2020’de BKM’de tek kişilik gösteriye çıktım. 

“HERKES HER ŞEYİN ŞAKASINI YAPAMAZ”

  • Kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz. Komedyen, tiyatrocu? Ve bunun arasındaki fark ne?

Fark var ama o kadar büyük fark yok. Sonuçta yine sahnedesiniz. Sahnenin bilgileri aynı, layık gördüğü ilgi aynı. Ustalar tarafından pek kabul edilmese de stand up komedyenliği de tiyatronun bir dalı. Çünkü sahne disiplini, tiyatro disiplini olmadan stand up komedyenliğini de layığıyla yapamıyorsunuz. Mesela Cem Yılmaz’ın, Ata Demirer’in gösterisini ele aldığımızda  “tiyatral bir tarafı yok” diyebilir miyiz? Bunların hepsi birer performans. Zaten bunu tiyatrodan bağımsız gören komedyenler bu işte başarısız oluyor. Sahneyi bilmeden sahneye çıkmak, kazalara çok açık bir şey.

  • Ülkemizde sosyal medyanın aktif olarak kullanılması nedeniyle gösterilerinin bir bölümü kesilip gösterilerek linç yiyen insanlar var. Bazı şeylerin şakası olmaz meselesi var. Siz ne dersiniz? Her şeyin şakası olabilir mi? Mizah anlayışımızda durum ne?

Bence bizim toplum ya da Avrupa diye ayırmamızın manası yok. Onların da gülmediği, gülmek istemediği, etik bulmadığı durumlar oluyor. Toplumun gelişmişliği hassas kodlarının azalması anlamına gelmiyor. Bu sefer hassas kodlar başka bir şey üzerine gidiyor. Her şeyin şakası yapılır mı konusuna gelirsek; her şeyin şakası yapılır ama herkes her şeyin şakasını yapamaz.

  • Neden?

Çünkü belirlediğin konu başlıkları bir ihtisas alanıdır. Her şeye yetemezsiniz. Ve sahne bilgisi gerektiren şey de bu. Her şeyin şakası yazılır ama bunu sahneye nasıl entegre edeceksin, nasıl sunacaksın. Üslup bir kere en önemli olay.

  • Siz buna dikkat ediyor ve linç edilme kaygısıyla otosansür uyguluyor musunuz?

Kesinlikle. Dünyada otosansür uygulamayan komedyen olduğunu düşünmüyorum. Hatta hiçbir sanatçının otosansüre maruz kalmadan bir iş ortaya koyduğunu sanmıyorum. Otosansür  bence anksiyete gibi bir şey. Anksiyete gereklidir ama bozukluğu kötü bir şeydir, ama anksiyete sizi ayakta tutan bir şeydir. Otosansür de bir şeylerin seyirlik olması açısından önemli bir aygıt. Onun dışında toplumun kendisi bir baskı aygıtı olduğundan sanatçı yarattığı ürünü, o toplumun süzgecinden geçirmeden ortaya koyamaz.

“KOMEDYENLERİN DE BİR ETİK ANLAYIŞI VAR”

  • Politik doğruculuk sizi ne kadar etkiliyor?

Beni etkiliyor. Çünkü benim de onaylamadığım şeyler var. Komedyenler her şeyin şakasını yapıyor, onların herhangi bir hassasiyeti yok gibi bir algı oluşuyor ama öyle bir şey yok. Komedyenlerin de elbette bir etik anlayışı var. Bu etik anlayışı aksettirmenin yöntemleri farklı da olabilir.

  • Sınırı nasıl belirliyorsunuz?

Bu aslında nerede gösteri yaptığıma da bağlı. Mesela Kadıköy’de, Taksim’de, Beşiktaş’ta, İzmir’de , Ankara’da rahatım. Ama Anadolu illerinde rahat olamıyorsunuz çünkü kültür kodları değişiyor, hassasiyetlerin niceliği ve niteliği değişiyor. Ona göre de pozisyon alma durumunda kalıyorsunuz. Bazı şeyleri anlatmıyorsunuz, bazı şeyleri yumuşatarak anlatıyorsunuz.

  • Gösteriye nasıl hazırlanıyorsunuz? Yaratım süreci nasıl oluşuyor?

Genelde bir çekirdek oluşuyor, aklıma bir anı ya da bir saptama geliyor, bir şeyler eklemeye başlıyorum. Gecelerce uykusuz kaldığım da oluyor. Yaratım süreci biraz sancılı geçiyor. Bir iki tane de aileden anlattığım hikâyeler var. Onları sahneye göre şekillendirip kullanıyorum. Gün içinde aklıma bir şey geldiğinde not ediyorum. Sonra o notlardan bir kompozisyon oluşturuyorum. Arkadaş ortamlarında denemeye başlıyorum. Komedyenlerin arkadaş ortamları prova alanlarıdır. Beğenilince sahnede deniyorum, sahnede de tutunca içeriğin içine yerleştiriyorum.

  • Şimdiye kadar kaç gösteri oldu?

12-20 dakikalık setlerle 150-200 gösteri olmuştur.

  • Hepsinde tek içerik mi var?

Genelinde tek içerik var. Ufak değişiklikler yapıyorum. 15-20 dakika çıktığım yerlerde çok fazla değiştirmiyorum. Çünkü tek kişilik gösterimle aynı değil. 15-20 dakika da olsa onun bir kompozisyonu olması lazım. Hikâye anlatımında bir baş ve son olması lazım, açık parantez bırakmamam lazım. O yapıyı şu anki 15 dakikalık setimde kurabiliyorsam onu çok fazla bozmamaya özen gösteriyorum. Gösteride dramatik yapı da önemli. Komedyenin anlattığı şeyin bir bağlamı olmak zorunda. Bizim işimiz şaka yapmak değil, hikâye anlatmak. İş sadece şaka yapmaya gidince o bana biraz tehlikeli bir kavram gibi geliyor.

“SEYİRCİ İKNA OLMADIĞI ŞEYE GÜLMEZ”

  • Seyirci reaksiyonunu nasıl anlıyorsunuz?

Sahneye çıktığında ilk karşılaşmadan, alkıştan nasıl bir seyirci olduğu anlaşılır. Kapalı bir seyirci varsa önce açmak isterim. Beni tanımadan bana gülemezler bu yüzden kendimi tanıtırım. Onlar beni benimsedikleri anda gösteriye başlarım. Onu da interaktif ilişki kurarak yapıyorum. Doğaçlama tiyatroları da sunduğum için interaktif becerilerim fena değildir. İnteraktif ilişkiyle beraber seyirci kendini bana emanet etmeye başlar, ben de ona kendimi emanet ederim. 

  • Gösteride içerik mi, anlatım biçimi mi, oyunculuk mu daha önemli?

Üçünün harmanı. İyi, kötü, güzel, çirkin, doğru, yanlış zıtlığı gibi bir arada olmalı. Anlatım da, biçim de oyunculuk da olması gerekiyor. Dramatik yapının doğru kurulmuş, içeriğinizin sağlam olması gerekiyor, onu oynarken aktörlük de yapıyorsunuz. Anneannemi canlandırıyorsam biraz anneannem olayım, seyirci bunu görmek ister.

Seyirci ikna olmadığı şeye gülmez. Önce seyirciyi ikna etmeniz lazım. İkna etmek için biçimi, anlatımı, içeriği ve oyunculuğu iyi harmanlamış olmanız gerekiyor.

  • Nasreddin Hoca bugün yaşasa ve mizah yapsa sizce ne olurdu?

Aynı mizahı yapsa kimse gülmezdi (gülüyor). Nasreddin Hoca komedyenlerin ilk örneğidir. Ankesörlü telefonla Iphone 14’ü düşünün, arada zaman farkı olduğu için daha gelişmiş görünüyor. Nasreddin Hoca ile Cem Yılmaz’ı da ben öyle görüyorum. Ama Nasreddin Hoca olmasaydı Cem Yılmaz ne kadar olurdu? Şu an yaşasaydı yine bir komedyen olsaydı ve bizim tanıdığımız Nasreddin Hoca olsaydı ya rakı bardağını saklardı ya da sürekli başı derde girerdi.

 

Etiketler; Fırat Aksal

ARŞİV