Paleti kurumayan ressam; Devrim Erbil

Usta ressam, Akademi’nin efsane hocalarından, ‘resmin şairi’, devlet sanatçısı, Kadıköylü… Pek çok sıfatı olan sanatçı Devrim Erbil ile resmi, sanatı ve Kadıköy’ü konuştuk. 80’li yaşlarını hala ilk günkü gibi şevkle üreterek geçiren, sanatın dünyayı güzelleştireceğine içtenlikle inanan ve bunun için sanatın bir neferi olarak çabalayan Erbil, Kadıköy’de açacağı sanat merkezinin heyecanını yaşıyor

19 Şubat 2019 - 12:34

Kentsel dönüşümden ‘nasibini’ fazlasıyla almış Suadiye’de, inşaatların arasında hala ayakta duran eski bir sitenin önündeyim Devrim Erbil’le buluşmak üzere. Bina zillerine bakıyorum, tam 5 dairede onun adı var. Rastgele birini çalarken; 25 kişilik ekibinden kim bilir kim beni ağırlayıp sanatçının yanına götürecek diye düşünüyorum. Ama bizzat kendisi karşılıyor. Oldukça sıcak ve mütevazı. Tam bir sanat yuvası olan bu apartmandaki dairelerden birinde gezdiriyor beni. Her yerde resimler, özgün baskılar, marküteriler, resim halılar… Heyecanla bu çalışmaları gösteriyor, bir yandan da açacağı sergilerden bahsediyor. Konuşmayı, anlatmayı seviyor ki kendisi de ‘Geveze miyim acaba?’ diye kendine şakayla takılıyor.

Kadıköy’den dünyaya açılan bu değerli sanatçıyla röportaj yapmayı uzun zamandır tasarlıyordum. 27 Şubat Ressamlar Günü’nü vesile edip, çaldım kapısını. Onun gibi bir isme, şimdiye dek röportajlarda sorulmayan soru kaldı mı, acaba ne konuşacağız diye kara kara düşünürken, hiç de endişelendiğim gibi olmadı. Buyurun, söz Devrim Erbil’de...

“BURANIN AYRI BİR KOKUSU VAR”

  • Sevgililer Günü’nüz kutlu olsun Devrim Bey! (bu röportajı 14 Şubat’ta yaptık)

 Ben de onu fark ettim siz gelmeden evvel, ‘Ne güzel bir günde görüşeceğiz’ diye. Mesela ben Kadıköy’ü çok seviyorum. 50 yıldır buradayım, Çiftehavuzlar, Feneryolu, Suadiye… Babamın evi de buradaydı. Ömrümün çoğu burada geçti. Akademi’de (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) çalışırken orası uzaktı ama zevkle gidip geldim. O vapur yolculuklarının tadı, oradaki sohbetler bir başkaydı. Buranın ayrı bir kokusu var, havası başka, ayrı bir çekiciliği var. 

Kadıköy’ün eski ve yeni halini biliyorum. Mesela Caddebostan Kültür Merkezi önceden sadece galeriydi. Orası başta olmak üzere Kadıköy’ün pek çok yerinde sergiler açtım. Bir müzeci, bir ressam, bir eğitimci olarak net söylüyorum İstanbul’da hiç bir semt Kadıköy kadar sanatçıya kucak açmış değildir. Türk edebiyatının,  resim, heykel, müzik, tiyatro sanatlarının en değerli insanlar burada yaşamış. Öylesine zengin bir kültür tarihi… Kadıköy 19. yüzyıldan bu yana her yeri sanat kokan bir ilçe, her sokağı her köşesi anlamlı.

  • Siz de o değerlerden birisiniz.

Önemli kültür ve sanat insanlarının yaşadığı Kadıköy’de olmaktan, sizin de dediğiniz gibi o kervana katılan bir isim olarak da sizinle konuşmaktan, Gazete Kadıköy’e röportaj vermekten zevk duyuyorum.

  • 50 yılı Kadıköy’de geçen, 60 yılı aşkın sanat hayatınızda Kadıköy’ün etkisini merak ediyorum. Resimleriniz arasında Haydarpaşa Garı var mesela, başka yerleri de tuvalinize aktardınız mı?

Resim Heykel Müzesi Müdürlüğü yaptığım dönemde (ki Atatürk burayı 1937’de kurmuş. Onu çok sevdiğim için –zaten bir sanatçının, çağdaş bir insanın O’nu sevmemesi mümkün değil- ve benim de doğum yılım 37 olduğu için ayrı bir zevkle sürdürdüm bu görevi...) orada Kadıköy’ü daha iyi tanıdım. Çünkü pek çok ressamın eserlerinde Kadıköy’ü yansıttığını gördüm. Mesela Vecihi Bereketoğlu Kurbağalıdere’yi çizmiş.

Bazı resimler tarihsel belgedir. Kadıköy’deki bugün çoğu ayakta olmayan yalılar, köşkler, Kadıköy vapurları, geçmiş günlerdeki yaşam tarzı… Bunları pek çok ressam resmetti. Ben de bizzat Kadıköy’ü çizmesem de elbette resimlerimde Kadıköy’ün etkisi vardır. Kadıköy Mimarlık Mühendislik Okulu vardı 1960’larda, ben orada hocalık yapmıştım. Öğrencilerimi alıp Fenerbahçe Yarımadası’na giderdik. Sadece Kadıköy’ün değil İstanbul’un değişimini gördüm, her türlü havasını yaşadım. Sanat bir yerde yaşamla kesişiyor.

  • O nedenle mi eserlerinizi Kabataş’ta, sokakta sergilemiştiniz...

Evet, 2 yıl önce oradaki Martı projesi çalışmalarının panolarında resimlerim vardı. Resimlerimi orada sergilemek bana galeride sergi açmaktan çok daha büyük heyecan verdi. Çünkü bir galeride serginiz bir ay bile açık kalsa en fazla 2 bin kişi görür ama sokakta günde bir milyon insan görüyor.

KADIKÖY’DE SANAT EVİ KURACAK

  • 2013 tarihli Milliyet Gazetesi’nde “Balıkesir’deki müzesinden sonra Devrim Erbil, çok yakında üstelik Kadıköy’de bir müze açacak” diye bir haber çıkmış. Kadıköy’ün gazetecisi olarak bu haber beni heyecanlandırdı. Ne durumda o proje?

 Tellalzade (Antikacılar Sokağı) numara 6’daki 6 katlı binanın mülkiyeti bende. Şimdi içinde bulunduğumuz (Suadiye) binada 5 daire sanki müze gibi ama benden sonra ne olur burası, kentsel dönüşüme de girebilir. O nedenle başka bir yerde müze yapmak kurmak istedim. Antikacılar’daki o 2. derecede tarihi eser olan binayı kamu yararına bir müze yapmak istemiştim zamanında ama bir takım bürokratik engeller çıkmıştı. Yıllardır orası boş duruyordu. Şimdi konu tekrar gündemimizde. Anıtlar Kurulu’na projemizi sunduk. Onlardan yanıt geldiği anda 3-5 ayda yaparız biz. Orası Devrim Erbil Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı’nın merkezi olacak. Bir sanat ve kültür yeri olacak. Kadıköy’ün kültür hayatına bir destek...

Bahsettiğim müze hayalimi ise başka yerde gerçekleştireceğim umarım. Benim hayalimdeki müze çok daha farklı çünkü. Müze fikrimi Haliç’te bir yer var belki orada yapacağım. Balıkesir’de benim adıma bir müze var zaten. Hiç olmadı, Bodrum’da bir yerim var orayı ‘Devrim Erbil Sanat Evi’ yaparım. Zaten çocuklarımla anlaştım. Benden sonra eserlerimin dağılması değil, benim istediğim gibi müzelerde toplanması için çaba gösterecekler.

  • Hep coşkulu ve umutlu görünüyorsunuz. Olumsuz bir şey yok mu hiç?

 Her ülkede sanatın sorunları var, bizde daha fazla. Mesela büyük müzelerin olmaması, genç sanatçılara destek olunmaması gibi.

“GENÇ SANATÇILARA DESTEK GEREK”

  • Tam da size 27 Şubat Ressamlar Günü vesilesiyle genç ressamlara neler önerip önermeyeceğinizi soracaktım.

Öneriler belli çok çalışmak, coşkuyla çalışmak… Hoca olarak bunu zaten hep söylüyorum ki bu lafları herkes söyler. Başka bir şeye dikkat çekmek isterim; Türkiye’de genç sanatçıların desteklenmesi gerektiğini söylüyorum. Genç sanatçının işi ile yaşamasının ne gibi zorlukları olduğunu çok iyi biliyorum. Artık sanatın bir ekonomisi var, sanat eserleri önemli bir yatırım aracı. Sanat eseri, yatırımların en yüksek cirosu olanıdır eğer seçmesini iyi biliyorsanız. Altın, döviz filan hepsinden daha iyi gelir getirir ki eğer danışmanınız iyi ise, sizin gözünüz ve sezgileriniz güçlü ise… Eğer iyi genç bir sanatçıyı yatırım yaparsanız, onun fiyatı yükseldikçe sizin elinizdeki de kıymetlenir. Ünlü sanatçıların eserleri her zaman büyük gelir getiriyor ama asıl genç sanatçılara yatırım yapmalı koleksiyonerler. Fakat çoğu henüz bu sanatsal bilgi birikimi ve kültürüne yeteri kadar sahip olmadığı için karar veremiyorlar. Bu nedenle genç ve yetenekli sanatçıların hayatlarını resimle sürdüremeyip başka işler yapmak zorunda kalmalarının üzüntüsünü duyuyorum. Onun için istiyorum ki koleksiyonerler, yatırımcılar, çağdaş müzeler gençlere destek versinler. Türkiye’deki genç sanatçılar bu desteği bulamıyorlar. Onların bu şansına sahip olmalarını diliyorum. Bu, genç sanatçıları öğüt vermekten daha önemli bence!

  • Sizin de ‘genç sanatçı’ olduğunuz yıllara dönelim. İlk yaptığız resmi anımsıyor musunuz?

Balıkesir’de okudum. Orada resimle ilgili hiçbir şey yoktu, ben de sanata şiirle edebiyatla başladım. 15 yaşında renkli çini mürekkebiyle resimler yapardım. Sonra da resme tutku ve coşkuyla bağlandım. Ve o zamandan beri hiç durmadan resim yapıyorum. 80’li yaşlardayım, hala günde en az 12 saat çalışıyorum. Bir resim yapmasam, ertesi gün acısını çıkarırcasına iki misli çalışıyorum. Paleti kurumayan bir ressamım. Hocalık yapmayı da sürdürüyorum, sergiler açıyorum. Anadolu’nun pek çok yerine gidip konferanslar veriyorum. Anadolu aydınlanmasının bir neferi olarak çalışıyorum.

RESİM VE MUTLULUK…

  • Bazı mesleklerde emekli olunmuyor. Peki tüm bunlar ne için? Bir röportajınızda “İnsanlara resimlerimle 10 saniye mutluluk nefesi verebiliyorsam, bir sanatçı için bundan daha güzel bir şey olamaz” demişsiniz. İnsanları mı kendinizi mi mutlu etmek için ressam oldunuz?

Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar meselesi gibi oldu bu soru! (gülüyor) İnsanlar mutlu olunca ben mutsuz olur muyum hiç? Ben de mutlu olurum. Ama esasen sanatın üretim aşaması pek de mutlu bir olay değil. Mütemadiyen kafanızda yaratımlar yapıyorsunuz, doğum sancısı gibi. Sonra günler geceler boyu çalışıp bir eser ortaya çıkartıyorsunuz. Bütün her şeyinizi verdiğiniz bir eserin beğenilmesi güzel bir duygu. İnsanlara yaşam sevinci verecek eserler üretmeye çalışıyorum.

“SANAT YAYILMALI” 

  • Demin bahsettiğiniz o sancılı süreçte sonra, iç dünyanızdan kopup gelen bir tablonun, birinin evinin duvarında asılması… Nasıl bir his?

Belki kötü bir benzetme olacak ama; güzelliği tescillenmiş bir güzellik kraliçesini bir odada hapis tutmaya benziyor! Sadece bir odada kalması, onun güzelliğinin çok az kimse tarafından görülebilmesi… Bence o kraliçe de mutsuzdur. Resimler böyle bir kadere mahkûm edilmemeli. Sanatın bir odada hapis olmasının karşısındayım. Nefes alsın dünyayı açılsın daha çok insanla karşılaşsın, daha çok insanı mutlu etsin isterim. Ben sanatın yaygınlaşmasını, yaşamın en kılcal damarlarına kadar girmesini istiyorum. O nedenle ulaşılabilecek kanallar arıyorum. Özgün baskı bunlardan biri mesela. O sayede hiç olmazsa belli sayıda çoğalıyorlar ve sizin tablomuzu alamayan onu alıyor.

  • Sanatın misyoneri gibisiniz. 

‘Sanatın neferi’ tanımını tercih ediyorum daha ziyade. Sağ olsunlar beni dinliyorlar insanlar. Bu adam bu yaşa gelmiş, bu kadar eser üretmiş, hocalık yapmış, devlet sanatçısı olmuş. Bir şey söylüyorsa bunda bir hikmet vardır diyorlar sanırım.

  • Sanat neden bu kadar önemli sizce?

Sanat her yere girse ne olur? İnsanlar daha hoşgörülü ve duyarlı olur, yaşamı daha derinden kavrarlar. Birbirine düşman olmayı, yok etmeyi, savaş etmeyi değil sevgiyle yaşamayı seçerler. Herkes ressam olamaz tabii ama evinde sanat eseri olan insan, gittiği yerde sanatla karşılaşan insan daha insancıl olur.

  • Normalde sizin gibi ünlü isimlerler röportaj yapmak biz gazeteciler için zordur, randevu alabilmek için çok bekleriz. Ama ben sizinle iletişime geçtiğimizin hemen ertesi günü buradayım ve bu röportajı yapıyoruz. Davet edildiğiniz pek çok yere gidiyor, kimseye hayır demiyorsunuz.  Sizde ‘sanatçı ego’su denen şey yok mu Devrim bey?

Nereden çağırırlarsa giderim çünkü sanat konuştukça var olan bir olgudur. Ne kadar çok konuşulursa o kadar çok var olur. Sanatı her yerde konuşulması, her yere ulaşılması gerek. Benim amacım da bu.

Yaptığım işlere güveniyorum. Sadece bunu söyleyebilirim size. Sanat dünyası biraz zordur, insanlar birbirlerini didiklerler, birbirlerinin açıklarını bulmak için can atarlar. Ben her şeyi net ve açık söylerim. Yaptıklarım kadar yapamadıklarımı da söylüyorum. Mesela müze hayalimi henüz gerçekleştiremedim yani. Ama ömrüm yeterse yapacağım.

  • Sizinle konuşacak daha çok şey var ama bu röportajı bir noktada bitirmeliyiz. Son olarak eklemek istediniz bir şey var mı?

Sizin gelip benimle bu röportajı yapmanızdan çok memnun oldum. Çünkü bu sözlerim yayınlanacak, insanlar okuyacaklar, sanatla ilgili bir şeye dokunmuş olacaklar. Bundan mutluluk duyuyorum ama yöneticiler sanata daha fazla sanata önem vermeli. Özellikle yerel yöneticiler, rutin belediyecilik hizmetleri dışında insanların kültürel hayatları ile ilgili sorumlulukları olduğunu unutmasınlar. Biz sanatçılar da onlara sevgi ve özveri ile destek olmaya hep hazırız.


ARŞİV