Geçen hafta gösterime giren ‘Aziz Ayşe’ filmi, İstanbul sokaklarında kâğıt toplayıp, kazandığı parayı yardım kuruluşlarına bağışlayan bir eşcinselin hikâyesini anlatıyor.
Semra ÇELEBİ
Her yönüyle ilginç bir hikâye izlediğimiz. Aziz Ayşe, 61 yaşında. 40 senedir İstanbul’da yaşıyor. Gerçek adı Melikşah. ‘Ayşe’ ismini ona Sirkeci’deki Romanlar takmış, ‘Aziz’i ise mahalledekiler. Neden mi ‘Aziz’? Çünkü kendi çöpten bulduğu yemeklerle beslenirken, topladığı kâğıtlardan kazandığı parayı çeşitli vakıflara bağışlayan bir insana ‘Aziz’den başka bir şey denemez.
Ayşe’nin hayat hikâyesi acıklı. Çocukluğundan bu yana şiddet görmüş. Askerde yediği dayaklardan sol kulağı duymaz olmuş. Üzülmüş, üzüntüden verem olmuş. Tecavüze de uğramış. İstanbul Elmadağ’da, 20 yıl yaşadığı yıkık dökük evinden bir gecede kovulmuş. Şimdi o evin bir arka sokağında yaşıyor.
Yönetmen Elfe Uluç’la yolları bir gazete haberinden sonra kesişmiş. Film gerçeğe dönüşmüş, aralarında büyük bir dostluk başlamış.
Aziz Ayşe, şu aralar İstanbul ve Ankara’da az sayıda sinemada gösterimde. İzlemezseniz çok şey kaçırmazsınız belki ama yaşamınızda “idealizme” ulaşmayı başarmış ender insanlardan biri eksik kalır.
Kadıköy’ün sokaklarında rastlayabileceğiniz, size çöpten bulduğu eşyaları büyük bir nezaketle hediye etmesi muhtemel Aziz Ayşe’yi yönetmeni Elfe Uluç’la konuştuk. İlk uzun metraj filmiyle festivallerden yoğun ilgi gören Uluç, “bir çocuk gözüyle çekilmiş” dediği filmiyle ilgili sorularımızı yanıtladı.
-Aziz Ayşe ilk uzun metraj filminiz. Daha önce neler yaptınız?
Daha önce kısa film çalışmalarım oldu ama bunları gösterime sokmadım. Zaten Türkiye’de sinemalar kısa veya orta metraj filmleri göstermiyorlar. Yurtdışında sinemalar uzun metraj filmlerden önce kısa film gösterirler ama henüz ülkemizde bu mümkün değil.
Bir gün zamanım olunca, özellikle de bu kış, “Karın Ağrısı” adlı bu kısa filmimi de çeşitli yerlerde göstereceğim.
-Peki, Ayşe’yle tanışmanız nasıl oldu? Çünkü biz O’nu bizlere tanıttığınız için çok mutluyuz…
Bir arkadaşım gazetede okumuş. Sadece bir cümle olarak söyledi. Mehmetçik Vakfı’na ve camiye yardım eden bir travesti çöpçü varmış, bütün parasını fakirlerle paylaşıyormuş, bankadan hesap numarası açtırmış vakıflara yardım gönderiyormuş, hatta giysilerinden dolayı kapılardan kovuluyormuş, falan filan… Tabii çok ilginç geldi. Bunu duyunca hemen gazeteyi aradım. Gazeteci Timur Soykan’la buluştuk. O da “Evet ok enteresan biri” dedi, evini tarif etti ama ben o evi bulamadım. Hurdacılara, kağıt toplayıcılarının yerlerine baktım. Birkaç gün aradıktan sonra İstanbul Devlet Tiyatroları oyuncusu Umut Demirdelen’le görüştüm, o da antika toplar. Ertesi gün Ayşe’yi bulduğuna dair bir telefon aldım Umut’tan ve çok mutlu oldum.
-İlk karşılaşmanız nasıl oldu?
Ayşe ilk görüşmemizde benim gazeteci olduğumu düşündü, o yüzden reddetti çünkü hakkında çok kötü haberler yapılmış. Sonra ben kendimi unutturdum ona. Başka bir çehreyle başka bir havada evine gittim bir süre sonra. “Sana yardım etmek istiyorum” dedi. Zaten Ayşe için “yardım” sözcüğü bir anahtar gibi. Hemen kabul etti ve filme başladık.
-Filmde Feride Çetin ve Engin Altan Düzyatan gibi profesyonel oyuncular rol alıyor. Belgesel özellikleri olan bir kurmaca film diyebilir miyiz?
Bu zaten dünyada yeni moda olan bir akım. Buna Creative Documentary deniyor. Euroimages’den destek aldığımda tanıştım bu kategoriyle. Yani tamamıyle kurmaca değil de hayatın içinden de belgesel öğeler olsun istiyorlar. Bizim filmimizde de Ayşe’nin olduğu bölümler belgesel özellikler taşıyor ama tam olarak belgesel de diyemeyiz çünkü biz Ayşe’yle diyaloglara çalıştık, ezber yaptı, kendi dublajını yaptı. Zaten dizilerde oynamak istiyordu. Kendini bir aktör gibi konumlandırdı ve oyunculuğu öğrenmeye çalıştı.
-Filmdeki bazı sahneler çok gerçek duruyor oysa ki. Örneğin Elif (Feride Çetin) ile Ayşe’nin ilk karşılaşmaları, kahvehane sahneleri…
Aslında bu söylediğiniz iki sahne de tamamen gerçek. Feride Çetin’in Ayşe’yle ilk karşılaşmasını gizli kamerayla çektik. Kahvehane sahnesi de öyle. Feride Çetin’in kol çantasına bir ses alma cihazı koyduk. Kameraları gizledik. Ekip müthiş bir heyecan içindeydi. Kahveci biliyordu sadece. Yani o sahnedeki bütün diyaloglar çok gerçek, o an yaşananlardan ibaret. Ayşe de oturanlar da bilmiyordu. Sonrasında tabi rızalarını aldık. O yüzden seslerde çok arıza vardır o sahnede (gülüyor).
-Ayşe’yle bu film vasıtasıyla çok yakınlaşmışsınızdır. Nasıl bir insan Ayşe?
Arkadaş olarak çok vefakâr. Her zaman gelir, hediyeler getirir. Çöpten bulduğu hediyeler tabi bunlar… Kadınsanız kolyeler, küpeler, erkekseniz bir çakmak, kravat… Aynı vefayı da bekler tabi. Siz aramazsanız onu 15-20 gün küser darılır.
-Ayşe tüm saflığıyla davranan bir insan zaten filmde de. Tüm insanlığa yardım etme niyetinde ama komşularına çok kırgın, güvenini yitirmiş… Komşular, çevresindeki insanlar ikiyüzlü mü davranıyor sizce de?
Orda aynı Ayşe gibi, hepsi kendilerini canlandırdılar. Nasıl niyetlerde hareket ettiklerini ben bilemem ama ben olduğu gibi göstermeye çalıştım her şeyi. Bu yüzden de sert bir film. Bir çocuk gözüyle çekilmiş bir film. Ayşe bir çocuk gibi… Onları kötü gibi algılıyor ama o insanlar aslında onu bir çocuk gibi görüyorlar. Yani aslında bunlar çok büyütülecek şeyler de olmayabilir.
-En son evinin yıkıldığını görüyoruz Ayşe’nin ve film öyle bitiyor. Gerçek mi bu?
Evet, maalesef doğru. Gerçekten yıkıldı o ev. Orayı bir müteahhide verdiler. 4-5 katlı çok çirkin bir apartman yaptılar. Ayşe de gitti, bir üst sokakta 3 katlı çok güzel eski bir binaya yerleşti. Sokakta kalmaz hiçbir zaman Ayşe, o şirinlik o karizmayla… Bütün mahalle onu çok seviyor her şeye rağmen…
YÖNETMEN ELFE ULUÇ
İstanbul’da doğan Elfe Uluç, Sorbonne Üniversitesi’nde sanat tarihi lisansını ve Paris VIII Üniversitesinde sinema yüksek lisansını yaptı. Sinema okurken Leos Carax ve Roman Polanski gibi yönetmenlerin yapım ekiplerinde görev aldı, aynı dönemde sinema yazarı olarak çeşitli dergilerde çalıştı. 1992’de Fransa’da “Baş Parmak” adlı ilk 16mm filmini çekti. 1993-94 yılları arasında David Lynch sineması üzerine yüksek lisans tezini tamamladı. 1995’de Türkiye’ye dönen Elfe Uluç’un 1998’de yazdığı “Abdülaziz ve Eugenie” adlı senaryosuna Tarih Vakfı ve TÜRSAK’ın ortak düzenlediği tarih filmleri festivalinde en iyi senaryo ödülü verildi. Bu sırada birçok reklam ve film şirketinde çalıştı, bir yandan da oyunculuk yaptı. 2002 yılında “Kararsız” adlı video art işi Apartman projesinde, 2003 yılında yaptığı “Ayşe ve Aktörü” adlı video art projesi ise Akbank Sanat Galerisinde Sergilendi. 2004 yılında Türsak Sinema Kurslarına katılan Elfe Uluç bu kurs sonunda “Bir Ayrılık” adlı kısa filmini tamamladı. 2005 yılında “Rockçı Çöpçüler” adlı video art projesi Berlin-İstanbul Focus sergisine davet edildi. Aynı yıl Kültür Bakanlığı desteğiyle “Ayşe’yi Kim Sevmiyor” adlı orta metraj belgeselini tamamladı. 2006’da Sipariş üzerine “Cyber-Omer” adlı Ömer Uluc heykellerinden canlandırmasından oluşan bir video-art çalışması yaptı. 2007 yılında yaptığı Fransız ortak yapımı Aziz adlı filmi Canal Plus tarafından satın alındı. 2010 yılında Galeri Non’da düzenlenen Ah Oh adlı sergi için Yazarlık Ağacı adlı video-art çalışmasını yaptı. 2011 yılında Dublin Trinity College’de Tilbe Saran, Beliz Güçbilmez ve Nilüfer Güngörmüş ile annesi Sevim Burak üzerine bir anma günü düzenledi ve bunun belgeselini yaptı. Aynı yıl Yapı Kredi Sanat Galerisinde düzenlenen Ömer Uluç Anma gününün küratörlüğünü üstlendi. 2012 yılında travesti bir çöp toplayıcısının şehirli bir çiftin hayatına etkisini konu alan ilk uzun metrajı “Aziz Ayşe”’yi tamamladı. Bu filmiyle festival yolculuğuna devam eden Elfe Uluc, 2001 yılında başlayan başrolünü üstlendiği uzun soluklu 35mm projesi “Karın Ağrısı” üzerine çalışmalarını sürdürüyor.