“Polisiyede adalet altın tepside sunulur”

Pek çok polisiye yazarının olumsuzluklara karşı tepkilerini romanlarında dile getirdiklerini söyleyen yazar Çağatay Yaşmut, “Ben de içimdeki zehri benzer şekilde akıtıyorum. Bir yazar olarak elimden başka bir şey gelmiyor maalesef.” diyor

25 Ocak 2022 - 19:00

Çağatay Yaşmut, üretken bir yazar. Yarattığı Başkomiser Galip tiplemesiyle 2008 yılında polisiye edebiyat dünyasına girdiğinden beri her sene bir kitap yazıyor neredeyse. “Felsefe Cinayetleri - Bir Başkomiser Galip Polisiyesi”, onun sekizinci eseri. Şimdiden dokuzuncu roman için çalışmaya başlamış bile.

Çağatay Yaşmut ile, tam da polisiyenin ruhuna uygun bir havada, yağmurlu bir günde, Kadıköy’de buluştuk, Oğlak Yayınları’ndan çıkan yeni kitabını konuştuk.

  • Bu sefer felsefe temelli bir eser ki siz de felsefe eğitimi aldınız. 

Felsefeye olan ilgim beni akademik düzeyde bir eğitim almaya götürdü. 2012 yılında Maltepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans eğitimime başladım. Başka bir alandan (lisans eğitimim ekonometri üzerineydi) gelenler için felsefe gibi bir disiplinde lisans üstü eğitimin altından kalkmak zor olduğu için bir yıl boyunca bilimsel hazırlık dersleri aldım. Bunu yüksek lisans dersleri ve proje çalışması takip etti. Böylece eğitim süreci toplamda dört yılı buldu.

  • Felsefe eğitiminiz polisiye yazarlığınıza nasıl etki etti?

Aslına bakarsanız aldığım bu felsefe eğitimi teorik ve kuramsaldı. Bu niteliğiyle yapıtlarıma katkı sağladığı söylenebilir mi? Kesinlikle içeriğin zenginleşmesine ve çok boyutluluğun belirginleşmesine destek sağladı. Biraz daha açarsam, öncelikle felsefenin bana sağladığı en büyük kazanım kendimle arama mesafe koymayı öğrenmek oldu. Sonrasında Descartes’ın yaptığına benzer şekilde her şeye kuşkuyla yaklaşmak, mantıklı temellendirmeler yapmadan hiçbir şeyin doğruluğuna inanmamak alışkanlığı edinmeye çalıştım. Başta kendim olmak üzere, dış dünya, tüm genel geçer kabuller, sorgulanmamış anlayışlar ve normlar ile hesaplaşmaya yöneldim. Bu bağlamda elbette bu saydıklarımın yanı sıra hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları gibi  kavramlar üzerine de uzun uzun düşünmeye çalıştım. Bu durumun bir getirisi yaşadığım topluma karşı duyarlılığımın ve bahsettiğim gerilimlerle bu defa roman kapsamında hesaplaşma isteğimin artması oldu. Bu şekilde de halihazırda süregiden uygulamaları sorgulamak roman akışının bir parçası haline geldi.  

  • Bu son kitabınızda felsefeyi nasıl ele aldınız peki?

İlk olarak bir önceki roman olan Moda Cinayetleri’nde felsefeyi didiklemeye başlamıştım. Bu romandaki felsefi göndermeler ağırlıklı olarak din felsefesi üzerinde yoğunlaşmıştı. Felsefe Cinayetleri’nde ise, adından da anlaşıldığı gibi, romanı felsefi bir alt yapıya oturttum. Roman toplumsal/sosyal sorunlar bağlamında belli bir derinlik sergilemekle beraber hikâyenin temelinde felsefe bulunuyor. Zaten olay örgüsünü yapılandırma sürecinde orta çağ filozoflarından Boethius’un hapishanede yazdığı Felsefenin Tesellisi kitabındaki şiirlerden yola çıkarak çalışmaya başladım.  

“FELSEFE HAYATIMIZIN HER DAİM İÇİNDE”

  • Sıradan bir okur gözüyle bakınca felsefe ve polisiye roman uzak görünebilir. Nasıl bağdaştırabildiniz?

Aslında felsefe hayatımızın her daim içinde. Varlık, bilgi, etik, değerler, siyaset, sanat, insan hakları, v.b. konulara dair irdelemeler, filozofların fildişi kulelerine kapanarak yaptıkları etkinlikler olarak görünse de bu sorunlar/konular sizin, benim ve diğer insanların her zaman bilerek veya bilmeyerek iç içe olduğumuz sorunlardır/kavramlardır. Bilgisizlik sonucu zannedilenin aksine felsefe tarihinde filozoflar sadece anlaşılmaz metinler yazmamıştır. Bilakis; pek çoğu hayatla, iyi ve erdemli yaşamla, mutlu olmayla, zorluklarla başa çıkmayla ilgili sade ve anlaşılır metinler kaleme almışlardır. Boethius da bu filozoflardan biri. Kendisinin Felsefenin Tesellisi eserinde konu edindiği, filozofun/kişilerin karşılaştığı adaletsizlikler benim romanımda da önemli yer tutuyor.

“İÇİMDEKİ ZEHRİ AKITIYORUM”

  • Romanda  iş cinayetleri, emniyet içindeki çeşitli yapılanmalar gibi sosyal meseleler de var. Bu konuları ele almaya sizi ne yönlendirdi?

Günümüzde özellikle polisiyede toplumsal olaylar başat rol oynuyor. Bu yaklaşım aslen kara romandan günümüze güçlenerek gelen bir gelenek. Gerek dünyada gerekse ülkemizde pek çok polisiye yazarı olumsuzluklara karşı tepkilerini romanlarında güçlü bir biçimde dile getiriyorlar. Ben de içimdeki zehri benzer şekilde akıtıyorum. Bir yazar olarak elimden başka bir şey gelmiyor maalesef. Polisiye romanlarda adalet altın tepside sunulur, ya da Sue Grafton’un deyimiyle, “adalet yemekten sonra tabakla servis edilen güzel bir tatlıdır ve o tatlı mutlaka yenir”.

  • Biliyoruz ki eserlerinizde Kadıköy hep var ki zaten siz de Galip de Kadıköylüsünüz. Kentsel dönüşümle birlikte, Yoğurtçu Parkı sakini Galip’in taşınması sözkonusu mu?

Kentsel dönüşümden kaçış maalesef yok. Biz Kadıköylüler bundan birkaç yıl öncesine kadar bu hafriyat ve gürültü kaosunu çok derinden deneyimledik. Gerek depremin nefesini ensemizde hissettirmesi gerekse yenilenen dairelerin artan fiyatının cazibesi iştahları kabarttığı için o kaçınılmaz son tüm eski binalar için mutlaka gelecek ve o eski İstanbul mazide kalacak. Gelecek kuşaklar eski İstanbul’u, hatta bizim yaşadığımız İstanbul’u dahi tanımayacak, mazideki İstanbul toplumsal hafızalardan silinecek. Gerçi bunun da kimsenin umurunda olacağını sanmıyorum. 


ARŞİV