"KADIKÖY BENİM İÇİN BAŞKA BİR ŞEHİR GİBİ…"

Tam 29 yıl Kadıköy rıhtımının en güzel binalarından biri olan İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı’nda eğitmenlik yapan, yıllarını hiç sakınmadan müziğe ve öğrencilerine adayan usta piyanist Cana Gürmen’i Ulus’taki evinde ziyaret ettik. Bize, öğrencisi olduğu konservatuvara nasıl eğitimci olarak girdiğini, piyanoyla olan ilişkisini, Kadıköy’le yıllar içinde gelişen kopmaz bağlarını ve Süreyya Operası’nın bir sanatçı için ne ifade ettiğini anlattı. 

30 Ekim 2013 - 10:40
 Haber ve Fotoğraflar:Semra ÇELEBİ 

Cana Gürmen demek piyano demek bir anlamda. Evinin salonunu kaplayan o büyük ve muhteşem sese sahip enstrümanın başına geçtiğinde bambaşka dünyalara yolculuğa çıkarken, ortamı paylaşan dinleyenlerini de beraberinde götüren ustalardan. 6 yaşında başladığı konservatuvardan hâlâ kopamamış. Öğrenci olarak girdiği okulda 36 yıldır eğitmenlik yapıyor. Onlarca öğrencisinin uluslararası sahnelerde alkışlandığına tanıklık etmiş, piyanoyu geniş kitlelere sevdirmek için sürekli konserler vermiş. Kadıköy sahilinin en güzel binası İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda eğitmenliğe devam eden Cana Gürmen, Süreyya Operası müdavimlerinin de vazgeçemediği müzisyenlerden. Keman virtüözü Suna Kan, türkülere kemanıyla ses veren Cihat Aşkın partnerlerinden bazıları…Sezon başlarken Cana hocayı Ulus’taki evinde ziyaret ettik. 36 yıldır oturmakta olduğu evinde misafir olarak gelen dostlara ayrılan duvara, Gazete Kadıköy olarak imzamızı atıp başladık koyu bir sohbete…

-Piyano çalmaya nasıl başladınız?
Piyanoya 6 yaşında başladım. Annem piyano eğitimi almamızı çok istediği için beni ve kız kardeşimi konservatuar giriş sınavına sokmuş, kazanınca çok mutlu olmuş. 4 yıl sonra ise erkek kardeşim keman bölümünü kazanmıştı, böylece bütün aile için fedakârlıklarla dolu uzun bir süreç başlamış oldu. Dolayısıyla biz üç kardeş ilkokul, ortaokul ve lise eğitimlerimiz yanısıra konservatuvara da devam edip, sürekli çalışarak üniversite dönemine geldik, sonrasında ise müzik eğitimine maalesef bir tek ben devam ettim. 

-Annenizin müziğe ilgisi nereden geliyordu?
Annemin müziğe olan ilgisi babasından yani dedemden gelmekte. Dedem Selanikliydi, piyano çalardı, müziği çok severdi, dayılarım gitar çalarlardı. Dedem Birinci Dünya Savaşı’nda ailesi ile Bursa’ya göç etmiş ve evlerinde piyanoları varmış, annem konservatuvara gitmeyi çok istiyormuş, fakat 2. Dünya savaşı dolayısıyla içine düştükleri yoksulluktan ötürü gidememiş ve müzik hep içinde ukde olarak kalmış. Sonra çok erken yaşta babamla evlenmiş. Çok küçük yaştan itibaren kendini yetiştiren, çok çalışkan ve çok zeki bir adamdı babam. Belki de çalışkanlığımız babamın genlerinden geliyor. Babam Muzaffer Özfiliz, Türkiye’den Lübnan’a ihraç edilen ilk ahşap iplik bükme makinesinin sahibidir. Eğer bu makine o zamanlar Türkiye’de kalsaydı şimdi Koç Müzesi’nde sergileniyor olacaktı.  

-Anneniz babasından piyano çalmayı öğrenmiş mi peki?
Ortaokuldayken biraz ders aldığını biliyorum, biz küçükken çalışırken çok yardım etmiştir.

 -Siz konservatuvara girdikten sonra neler oldu?
Şimdiki İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı o zaman İstanbul Belediye Konservatuvarı’ydı. Kadıköy’de değil Çemberlitaş’taydı. Çok değerli hocalardan eğitim aldım. Üniversiteye bağlanıp İstanbul Devlet Konservatuvarı olduğunda kendi okulumda 10 yıllık hocaydım artık. 17 yaşımda eşimle tanıştım, üniversite yıllarımız beraber geçti 1977 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’nı dışarıdan bitirdim ve bir hafta sonra evlendim ve akabinde hem hocalık hem de konser kariyerine başladım. 1984 yılında üniversiteye bağlandık. Solo konserlerimin yanı sıra kemancı Sami Akçıl ile birçok ülkede çok başarılı konserler verdik. Daha sonra devlet sanatçısı Ayhan Baran ile çalışmaya başladım. Türkiye için onun gibi bir sese sahip olmak çok büyük bir kazançtı, ne yazık ki çok yaşlandı artık ve sanat hayatına son vermek zorunda kaldı. Ve sonrasında Suna Kan gibi dünyaca ünlü bir keman virtüözü ile çalma şansına eriştim. 1998 yılıydı ve 15-16 yıl birlikte çok sayıda konsere imza attık. Suna hanımın piyaniste saygısı çok büyüktür. Ben ondan yaşça küçük olmama rağmen bana karşı hep sevgi dolu olmuştur, O’na çok şey borçluyum, aramızda çok kuvvetli bir anlayış bütünlüğü var ve yıllardır müzik alanında akıl hocam oldu ve bu yolda beni daima destekledi. 

-Kadıköy rıhtımdaki İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı’nın müdürlüğünü de yaptınız. Ne kadar sürdü?
Bir sene sürmemiştir sanırım 11 ay kadar yaptım. 

-Yöneticilik size göre değil miydi?
Tabii ki benim işim değil… Aslında yönetici olduğum ilk zamanlar insanların yüzünün güldüğü söylenmişti. Çok güzel şeyler söylendiğini duymuştum. Herkese saygı ve sevgi ile yaklaşmaya ve objektif olmaya çok önem vermiştim.Görevimi en iyi şekilde tamamlamak için elimden gelen gayreti gösterip, herkesi dinlemek, sorunları çözmek, ayrıca ders vermek ve gece yarılarına kadar piyano çalışmak inanılmaz zordu. Benim de yapmam gereken görevlerim, uymam gereken konser kontratlarım vardı. Bu kadar yoğun bir tempoya dayanabilmek gerçekten çok zordu. Fakat böyle bir deneyimi yaşamak, tüm negatif yönlerine rağmen çok şey öğrenmeme sebep oldu.  

-Okulda ders vermeye devam ediyor musunuz?
Evet, 36 yılım doldu ve hâlâ eğitim vermeye devam ediyorum, çünkü öğrencilerimi çok seviyorum. 

-Ulus’ta oturuyorsunuz ama 1984’den beri okul nedeniyle Kadıköy’desiniz. Sizin için anlamı nedir Kadıköy’ün?
Çocukluğumdan beri Kadıköy’e vapurla geçerdik ve her vapura binişimde bambaşka bir yere yolculuk yapıyormuşum hissine kapılırdım, çok hoşuma giderdi.Anadolu yakasının Avrupa yakasından çok farkı vardır, insanları bile farklı gelir bana. Orada yaşayan arkadaşlarım burada yaşamayı hiç istemezler mesela. Kadıköy yakası buralardan daha sakin, çok daha rahat ulaşım sağlanabiliyor. Konservatuvarın konumu aslında çok güzel, deniz ayağınızın altında, en keyiflisi ise o mis gibi vapur yolculuğu. Kadıköy Belediyesi’yle de çok yakın ilişkilerimiz oldu, ortaklaşa çok güzel etkinlikler yapıldı. Ben Kadıköy halkının yıllardır sanata susadığını ve klasik müziğe çok itibar ettiklerini düşünüyorum. Süreyya Operası büyük bir susuzluğu giderdi. O salonda verdiğim konserlere ilgi, inanılmaz derecede yoğun oluyor. Yöneticisinden çalışanlarına sanata büyük saygı var orada.

 -Süreyya şu an İstanbul’daki tek opera binası biliyorsunuz. Bu kadar eski ve tarihi bir yerde konser vermek nasıl bir duygu?
Tabi ki bir sanatçı için sahneye çıkıp piyanosunun başına oturduğu zaman mekân kalbinde oluyor, sadece müzik ile bütünleşiyorsunuz. Seyircilerden gelen alkışlar sizi bu rüyadan uyandırıyor.Süreyya Operası’nı ilk gördüğümde eski bir dostuma kavuşmuşum gibi hissettim; kim bilir neler görüp geçirmiş bir sahne, yaşanmışlıklar çok belirgin. Yaşadıklarınız ve hissettikleriniz o alanın hissettirdikleriyle birleşince tabiî ki ortaya harika duygular çıkıyor. Sanatçılar üzerinde Süreyya operasının etkisi çok büyüktür diye düşünüyorum. Akustik güzel, ortam harika, piyano güzel, insanlar güzel… Bir sanatçı daha ne ister ki? 

-Yeni sezonda sizi konserlerinizle Kadıköy’de görebilecek miyiz?Göreceksiniz tabii ki. Değişik programlarla geleceğim hem de. Kasım ayında piyanist Burçin Büke ile Şubat ayında Suna Kan ile birlikte çalacağız. Bir de trio konserimiz var. Çok genç bir yetenek olan Dorukhan Doruk ve Suna Hanım ile birlikte sahne alacağız. Dorukhan çok çalışkan, çok yetenekli bir müzisyen. Almanya’da yaşıyor ve çeşitli festivallere davet ediliyor. İki sene önce bir ödül almıştı ve kendisiyle gurur duymuştum. Suna hanımla aynı sahneye çıkarsa kariyerinde çok büyük bir katkısı olacağını düşünerek onunla beraber bir proje yapmamızı teklif ettim, Suna hanım da beni destekledi ve ilk kez Süreyya sahnesinde bu genç yetenekle, çok keyifli bir konser gerçekleştirdik. Umarım bu seneki konser daha da keyifli olur. 

-Kadıköy Belediyesi ilk defa genç piyanistler için bir piyano yarışması düzenledi. Bu yarışmayı nasıl buluyorsunuz?
Yarışmalar genç müzisyenlerin çok daha fazla çalışmalarına ve sahnede yeteneklerini gösterebilme şansına sahip olabilmeleri açısından çok önemli. Kadıköy Belediyesi’ni sanata yaklaşımından dolayı içtenlikle kutluyorum.Bizim ülkemizde, böyle etkinliklerin çoğalması, klasik müziğe olan ilginin artmasına yol açar, umarım diğer belediyeler için de örnek bir yaklaşım olur.

Etiketler; Cana Gürmen

ARŞİV