Timur Acar, Almanya’da doğdu. Doğduğunda adı belliydi. Zira ailesi, yaşadıkları şehir Münih’e gelen sanatçı Timur Selçuk’a olan sevgilerinden dolayı oğullarının adını ‘Timur’ koymuştu. 5 yaşına dek bu kentte yaşadı, sonra memlekete döndüler. 3 yıl Sakarya’nın Karasu ilçesinde yaşadıktan sonra, şimdi hala yaşadığı semti olan Kadıköy’e yerleşti. 99 Gölcük depreminde memleketine giderek çocuklarla tiyatro yaptı. Bu onun hayatına yön verecek günlerdi. Tiyatroya yöneldi, eğitimini aldı, oyuncu oldu. 12 yıla onlarca rolü sığdırdığı meslek yaşamında bugünlerde vizyondaki Çakallarla Dans 5 filmi ve En Kısa Gecenin Rüyası oyunuyla gündemde.
Acar ile kurucularından olduğu Moda Sahnesi’nde, bir oyun provası öncesi söyleştik.
Oyuncuk olur muydu? Hiç kestiremiyorum açıkçası. Belki daha değişik olurdu gibime geliyor. Çünkü Avrupa'daki yaşam tarzı bir yerden sonra sizi bir şeye sokuyor…Nasıl desem soğuk bir atmosfer gibi geliyor bana. Hayat gailesinin içine erken yaşta dalıyorsunuz, bir iş edinip ilerliyorsunuz. Orada oyunculuk yapar mıydım bilmiyorum ama yapsaydım da sanki buradaki gibi olmazdı gibi geliyor.
Evet, hayat işte... Deprem sonrası çocuklar için tiyatro yapmaya başladık. Ben de bu işi sevdiğimi fark edip meslek olarak seçtim.
Açıkçası bunu hiç düşünmemiştim, harbiden öyleymiş. (gülüyor)
Tiyatro açısından bakınca genelde işler kısa soluklu olmuyor yani bir oyunun kısa sürmesi için çok elzem bir şey olmuş olması lazım, oyunun tutmaması falan gibi. Ki bugüne kadar da yer aldığım oyunlar 3-4 sezonun altına düşmedi.
Bazen zaten halihazırda tutmuş bir işte çalışıyorsunuz; Avrupa Yakası, Söz, Akasya Durağı gibi. Bazen de sıfırdan başlıyorsunuz. Tabi o biraz daha zor oluyor ki sıfırdan yapılmış olan Kertenkele dizimiz de 2 sene sürdü.
Mesela Akasya Durağı'na baktığınız zaman herkes basit ve düz bir komedi dizisi olarak algılıyor ama bence Türkiye'nin sosyolojik yapısını çözebilirsiniz seyirci kitlesini göz önüne aldığımızda . Trajik bir şey bu.
Aslında komedi zor bir şey. Bir ‘durum komiklikleri’ var, bir de ‘karakter komedisi’ var. Ben kendimi durum komedisinde daha başarılı görüyorum. Bu kadar çok komedi oynayacak mıydım? Ben de hiç düşünmemiştim bu yola çıkarken. Bu bir hamur, bir meziyet ve oynamak çok güzel. Komediyle başlayınca etiket oluyor, ‘Timur Acar komedi oynar’ diye. Tercihleri değiştirmek biraz cesaret, yapımcılar da bu riske girmek istemiyorlar. Ama ben artık dram işlerde yer almaya başladım. Bu da benim açımdan sevindirici.
Çok sulu zırtlak şeylerde oynamak istemiyorum. Bazen gerçekten kötü senaryolar da geliyor. Yani hikaye belli değil, iki üç tane komik şey koymuşlar filan. Diyeceksiniz ki yani hiç mi olmuyor, arada sırada denk geldiği olmuştur. Geçmişe dönüp baktığımda ‘ya bunu da mı yaptım!’ diye pişman olmak istemiyorum, o nedenle seçimlerim o yönde ilerliyor.
Vallahi haklısınız, sorular artık bitti! (gülüyor) İlk filmin çıkış tarihi 2010 yılları, mahalle ortamından kopup sitelere yerleşmeye başladığımız zamanlara denk gelmişti. Film de bir mahalle hikayesi olarak başlamıştı. Ben de o mahalle sıcaklığını sevdiğim için tercih etmiştim. Şimdi 5. filmi bitirdik. Ekip olarak birbirimizi çok sevdik, iki yılda bir biraraya gelip film yapıyoruz. (gülüyor)
Onur az bile demiş, zır delilik, manyaklık! (gülüyor) Hiç pişman olmadık, hiçbir zaman da olmayacağız. Tiyatro konusunda pişman olmuyoruz, haddizatında çok mutlu olduk. Ama gerçekten meşakkatli bir iş. Biliyorsunuz burası tiyatro değil; film gösterimleri, konserler, söyleşiler falan oluyor. O programı yapmak bile insanın beynini yakabiliyor. Yönetim kadrosu ve sanat yönetmenimiz ağır çalışıyorlar. Biz oyuncu olarak da burada söz verdiğimiz fiziki eylemi yani oyunculuğu yerine getiriyoruz. Moda Sahnesi kurulduğundan beri her yıl üzerine katarak ilerledi, o çıtayı taçlandırmamız gerekiyor ki biz de onun peşindeyiz.
Biz 2013'te kurulduk. O zaman Gezi olayları vardı. Hatta eylemciler polisten kaçarken buraya sığınıyordu, yani hepimiz sığınıyorduk. O zaman önce bir ‘Ya bu ülkede bir şeyler oluyor ve biz de tiyatro kuruyoruz’ falan diye bir düşündük sonra anladık ki tiyatro tam da o dinamiklerin üzerine kurulması gereken bir şey. Ülkenin hali her zaman bir şey olabilir, her zaman bir şeyler değişebilir. Tiyatro tam da o ülke dinamikleri ile paralel giden bir şey.
Etkilemez olur mu? Mesela aldığımız ışık ve müzik tesisatı hiçbirisi Türk parası üzerinden satılmıyor. Özel tiyatro biletleri çok pahalı deniyor evet. Değil. Kusura bakmayın değil. Yani biz 10 liraya bilet satamayız. Bunun teknik gideri var, vergisi var, çalışanların sigortası var vb..
Hayır, oyunlarımız dolu. Bence böyle durumlarda tiyatro insanların bir kaçış noktası oluyor. Televizyonu açıp her gün aynı adamları izlemekten sıkılıyorlar. Kaçış noktaları sanat oluyor, burası yerin dibi oluyor. (Moda Sahnesi’nin yerin iki kat altında olmasından bahsediyor). Yerin üstü huzursuz çünkü. Her yer bina olmuş, trafik karışmış, kamyonlar insanın üstüne üstüne geliyor… Mutluluk yeraltında!
Evet öyle.
Vallahi onu menajerler ayarlıyorlar! (gülüyor) şaka bir yana çok tartışmalar çıkıyor. Mesela siz bir dizide ve tiyatro oyununda aynı dönemde rol alıyorsunuz. Yapımcının, ‘Tiyatroda ikinci perdede rolün yoksa seni arada araçla aldırıp sete getirelim’ falan dediğini duyuyorum! Böyle şeyleri daha da duyacağız zaman ilerledikçe. Çünkü sektör gerçekten ilgisiz alakasız insanların eline geçti maalesef.
Hayır değilim. Düzelmesi gereken bir şeyler var ama bu sektörü sendika düzeltemez. İş rayından çıkmış. Sendikanın yapabileceği bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Evet ama o tek bir örnek, o kurtarmıyor. Olmuyor, düzelmiyor. Tarafların masaya oturup bunu ciddi konuşması gerek. Daha doğrusu yıkılması gereken bir dünya bence, yıkılıp baştan yeniden düzenlenmeli.
Sinemayı seçerdim. Büyülü bir atmosfer… Daha ciddi diyebilirim. Yani bir hikayeniz, belli bir süreniz var. O süre içinde doğan ve ölen bir karakter yaratıyorsunuz. Bu yaratım daha yoğun oluyor.
Her şey ortada zaten, yazmışım yazacağımı.
Ya ben inşaatlara da, yeşil alanların yok edilmesine de karşıyım. Her şeye karşıyım yani. O yüzden ortada fazla konuşulacak bir şey yok.
Aykurt başkan Kadıköy tiyatrolarının örgütlenmesine de güzel bir şekilde önayak olmuştu. Şimdi de böyle bir tiyatro inşa ediliyor. Çok heyecanlandırıcı, güzel bir şey. Aykurt beyin Kadıköy'de yaptıkları genel olarak sevindirici zaten. Yereli yönetmek çok zor bir iş bence, herkesi mutlu edemezsiniz ama burada bizim yüzümüzü güldüren şeyler çok oldu son dönemde.
Burası bu hale gelmek zorunda kaldı.
Ya ilk başta iyiydi ama gidişat peki öyle görünmüyor. Çünkü bilerek kastederek yapılan bir şey, artık Kadıköy kastediyorlar. Bence o nedenle de uyanık olmamız lazım hepimiz. Kadıköy üzerinde oynanan bir olay var. Burası sadece eğlence diyarıymış gibi görünmemeli. Burası öyle bir yer değil. Burası insanlarıyla, takımıyla, sokak kültürüyle, müziğiyle, sanatıyla, operasıyla, tiyatrosuyla değerli bir yer. Kadıköy’ü sadece sokaklardaki eğlenceye indirgemelerine izin vermemeliyiz. Şu an İstanbul'da her şey bitti, her şey Kadıköy'de dönüyor gibi görünüyor ve herkes de Kadıköy'e geliyor. Aman buraya nazar değdirmeyelim.
Kadıköy güzel yönde ilerliyor belki ama Kadıköy'e kurulan tuzaklar da var. Her hafta sonu buraya bir milyon insan geliyor. Burada bir olay çıktığı zaman bunu Kadıköylülere maletmek çok kolay olabilir. Uyanık olmak, tongaya düşmemek lazım.
Basında saçma sapan yazılar görüyorum, ‘Kadıköy çok eğleniyor’ falan diye. Yani evet, mesela tiyatrolar burada çünkü herkes buraya geldi, buraya sıkıştık aslında bir yandan da. Bu eğlenceyi bilerek körüklemeye çalışıyorlarmış gibi geliyor. Yani şuan özellikle Kadıköy’ü serbest bıraktılar, denetlemiyorlar gibi geliyor. Sonra da bir deneyim yapacaklar, ‘zaten Kadıköy böyleydi şöyleydi’ filan diyecekler, yani oraya getirecekler mevzuyu gibi görünüyor.