Radyo+tiyatro+efekt= Radyatro

Radyo ve tiyatronun birleştirildiği “Radyatro Show”da; oyuncular dikiş makinesi, balon gibi malzemeleri kullanarak ses efektlerini sahnede canlı olarak yapıyorlar. “80 Günde Devr-i Âlem”in canlandırıldığı bu oyun, 7’den 70’e seyirciye farklı bir deneyim sunuyor. İster gözlerinizi kapatıp dinleyin, ister sahnedekileri şaşkınlıkla izleyin…

26 Mart 2019 - 15:02

Bir küvetteki suyun sesi okyanusun sesini çağrıştırır mı? Eski bir dikiş makinesinden çıkan gıcırtılı ses tramvayınki olabilir mi? Bir balon, martı gibi ses çıkartabilir mi? Peki ya kadın bir oyuncu, bir kısrak gibi kişneyebilir mi?

Hepsi ve dahası mümkün. Hem de bir tiyatro sahnesinde. Radyo tiyatrosu gibi ama değil, tiyatro oyunu gibi, ama o da değil tam olarak. Adını “Radyatro Show” koymuşlar. Bu oyunda sahnedeki 5 oyuncu, 40 karakteri canlandırıyor, aynı zamanda da 60 malzemeyle efektleri canlı olarak yapıyor. Jules Verne'in ünlü “80 Günde Devr-i Âlem”ini sahneye soluk soluğa bir macerayla taşıyan oyunda, Özdemir Çiftçioğlu, Savaş Özdural, Fatih Özacun, Pelin Turancı ve Fatih Gülnar oynuyor.

Bahariye’deki  Tiyatro Ak’la Kara’da 14 ve 28 Nisan’da saat 17:00’de;  19 Nisan ve 27 Nisan’da saat 20:30’da sahnelenecek oyunu, oyunculardan  Özdural ve Turancı’yla konuştuk.

  • Bu ilginç oyun kimin fikri? Nasıl ortaya çıktı?

S.ÖZDURAL: Biz her sene bütün tiyatrocuların yapması gereken bir şey yapıyoruz; dünyada ne var ne yok, yeni neler yapılıyor bakıyoruz. Bu sene hangi oyuna çıkaracağımıza da henüz karar verememiştik, Kasım ayı olmuş bizde hala oyun yoktu. Araştırmalarımızı yaparken Live Radio Theatre (canlı radyo tiyatrosu) diye bir formata denk geldim. Oyuncular sahneye çıkıp oynuyorlar. -Radyo tiyatrosunda olduğu gibi- seyirci karşısında, sahnenin bir kenarında da bir efektör var. Malzemelerini kullanarak tüm efektleri canlı olarak o yapıyor. Bu güzel ve enteresan formatla yetinmeyelim, bunu geliştirelim dedik. Bütün efekt ve müziklerin sahnede canlı olarak oyuncular tarafından yapılmasına karar verdik. Sonra da ben oyunun metnini yazmaya başladım.

  • 19. yy İngiltere’sinden dünyaya uzanan evrensel bir hikayesi olan 80 Günde Devr-i Âlem’i seçmenizdeki neden neydi?

S.ÖZDURAL: Çünkü hem güzel bir macera hem de sürekli oradan oraya gittikleri için efekt yapmaya çok uygun bir oyun. Yani tek bir salonda geçen bir oyuna ne kadar efekt koyabilirsiniz ki? Biz bu oyunda dünyayı turluyoruz, trene de biniyoruz ata da, Kızılderililerle de karşılaşıyoruz…

  • Aslında bu hikayeyi bilmeyen yoktur ama yine de sizden dinleyelim…

S.ÖZDURAL:  1872 yılında İngiltere'de bir kulüpte bir iddiaya giriliyor; 80 günde dünyayı baştan başa dolaşmak mümkün mü? Bunu yapabileceğine inanan Bay Fogg, yanına uşağı Passepartout’yu alarak yola çıkıyorlar. Aynı dönemde İngiltere çok büyük bir banka soygunu olmuş. Afrika'daki İngiliz sömürgelerinin birinde görevli Scotland Yard dedektifi  Fix, banka soyguncusunun eşkâlini bu Bay Fogg’a benzetiyor ve peşinde düşüyor. Tutuklama emri bir türlü gelemediği için de onlarla beraber dünyayı turlamış oluyor. Hindistan'da yerlilerin elinden kurtardıkları prenses de ekibe dahil oluyor. Bu üçlü, peşlerinde de dedektif yani dördü dünyayı geziyorlar.

  • Provalar eğlenceli geçmiştir kanımca. Peki nasıl hazırlandınız? Bu aletlerden bu seslerin çıktığını nasıl keşfettiniz mesela?

P. TURANCI: Savaş oyunu yazarken, işte burada tren sesi, burada martı sesi olacak diye not alıyordu. Masabaşı okuma provalarımızda o bölümleri birimiz, ‘burada şu şu ses çıkacak’ diye okuyordu. Sonra sahne provasına bir çıktık, kalakaldık. Biz bu sesleri nasıl çıkartacağız? Doğru sesi çıkartmak, seyirciye yanlış ses vermemek o kadar önemli ki. Martı deyip karga sesi veremezsiniz!

S. ÖZDURAL: Provalara başlarken dedik ki sahnedeki her oyuncunun bir masası olsun, efektleri o masada yapsın. Tabii biz 9 senelik bir tiyatro olduğumuz için elimizde çok fazla malzememiz vardı. Bütün dekorları, aksesuarları, elimizde ne varsa hepsini sahneye önümüze yığdık. Bunlardan nasıl sesler çıkartabiliriz diye düşündük. Deneye yanıla, ekip halinde yaratıcılığımızı kullanarak bu sesleri bulduk.

P. TURANCI: Bir yandan da doğru sese ulaşabilmek için internetten araştırma yaparken ses efektleri konusunda uzman olan foley sanatçısı Ali Ören’i bulduk.  Kendisinden destek aldık bu süreçte. Hem sahnede olup hem de kendimize, o genel fotoğrafa uzaktan bakmak zor. O nedenle dışarıdan bir göz gerekiyordu. O kişi de süpervizörümüz Ali Gökmen Altuğ oldu.

S. ÖZDURAL: Biz oyunu belli bir kıvama getirdik. Bunu şov haline taşıan Ali Gökmen oldu.

  • Uzun sürdü mü bu aşamada?

P. TURANCI: Zaten metinler sahnede önümüzde. Provalarımızın büyük kısmı efekt aramakla geçti. Mesela rüzgar sesi lazım. Deniyoruz deniyoruz hiçbir yerden doğru sesi bulamıyoruz. Ali Bey bize bunun makinesi olduğunu söyledi. Gittik kendimize bir rüzgar makinesi yaptırdık. Mesela dünyanın hiçbir yerinde tren sesi için dikiş makinesi kullanılmıyor, onu biz uydurduk! O dönem Savaş'ın annesi ev değiştiriyordu. O zaman bu dikiş makinesini gördük. Annesinin anneannesinmiş… Ben dedim ki alalım, dekor olarak kullanırız. Sağını solunu kurcalarken çıkan sese bir dikkat ettik ki tramvay sesi!

  • Pelin hanım oyunda sizin meşhur kişneme sahneleriniz var. Çok merak ettim, biraz bahseder misiniz, nasıl yapıyorsunuz?

 P. TURANCI: At sesi arıyorduk. Hepimiz sırayla kişnemeye başladık! Sonra benimkisi en uygun bulundu. Bir gün oyun çıkışında annem gayet şaşırmış bir şekilde ‘Kızım sen neymişsin ya?!’ dedi. Ben de ‘Anne ben atmışım’ dedim. (kahkahalar)

Seyirciler bazen o kişneme sesini benim yaptığıma inanamıyorlar. Ağzımı takip edenler gördüm! Oyun çıkışında mutlaka soruyorlar. Hatta bir gün yine birisi ‘Pelin hanım gerçekten o sesi siz mi çıkartıyorsunuz?2 diye sorduğunda, cevap vermek yerine kişnedim! Herkes şok içinde kaldı. Bir seyirci ‘Aa gerçekten atmış!” dedi. Çok gülmüştük ona…

  • Bu oyunla birlikte sizler de oyuncu olarak kendi sınırlarınızı zorlamış ve görmüş oldunuz.

P.TURANCI: Doğadaki bütün seslerin bedenimizde olduğunu gördük. Materyaller sadece.

  • Böyle bir şovun ‘dünyada ilk’ olduğu iddiasındasınız…

S.ÖZDURAL:  Evet kesinlikle! Oyuncuların malzemelerle efektleri yaptığı, aynı zamanda  sahnede rolünü canlandırdığı, müzisyenin hem oyuna katılıp hem müziği canlı olarak yaptığı ilk ve tek oyun. Yeri gelmişken söyleyeyim oyundaki bütün şarkılar özgün. Hepsini Fatih Özacun yaptı. Kendisinin oyunda hem birkaç repliği var, hem de arka masada canlı olarak müziği yapıyor.

Zaten biz de tanımlamakta zorlandık başta, ismi zor bulduk. Hem uzun olmasın hem de yaptığımız her şeyi tek bir kelime de anlatalım istedik ve ‘Radyatro’ çıktı. Söylemesi biraz zor ama. (gülümsüyor)

  • Oyunun temposu çok yüksek. Hem oynayıp hem efektleri yapmak yorucu mu?

P.TURANCI:  Evet. ben 5 kilo verdim! Çünkü biz bu oyunda sadece efekt yapmıyoruz, hepimiz farklı farklı karakterleri de canlandırıyoruz. Mesela Savaş, ana karakterin yanı sıra polisi de oynuyor rahibi de. Keza ben, oyundaki tek kadın oyuncu olarak, gazete satıcısı bir oğlan olarak başlıyorum, sonra prenses, sonra kondoktör ve diğer rollere bürünüyorum.

  • At bile oluyorsunuz Pelin hanım. (gülüşmeler)

P.TURANCI:  Evet evet olabiliyormuşum! Oyunculuk adına da bize çok şey katıyor. Yani bir prensesin duruşuyla gazete çocuğun duruşu aynı olmuyor mesela. Oyunculuk yelpazemizin  genişlemesini sağladı, efektleri öğrendik, karakterden karaktere hızlıca girip çıkmayı  deneyimledik. Bizim için de güzel bir basamak oldu bu oyun. Cebimize artı bir yetenek koyduk. Bizler artık efekt yapmayı bilen oyuncularız.

  • Seyirci açısından da enterasan bir deneyim. Geri dönüşler nasıl?

S.ÖZDURAL: Prova döneminde aslında çok tedirginliğimiz vardı. Türkiye’de bugüne dek yapılmamış bir şey, dünyada bile ilk defa yapılıyor. Seyir ettirmesi zor bir iş esasen. Radyo başında radyo tiyatrosu dinlerken bir kulağınız orada oluyor. Kalkıp evin içinde gezip başka işlerle meşgül olabiliyorsunuz. Bizim oyunda 70 dakika boyunca seyirciyi koltuktan kaldırmayacak ve sıkmayacağız. Sahnede böyle çok aman aman bir hareket de yok, dekor aynı, sahne değişimleri yok filan. Yani bir yanıyla çok tekdüze bir sahne görüntüsü var. Ama neyse ki seyircilerden çok olumlu tepkiler alıyoruz. Şovumuz seyircide beklediğimizin üzerinde karşılık buldu. Çok şükür, mutsuz ayrılanı görmedik salondan.

  • Ben oyunu bir Pazar öğleden sonrasında izledim. Klasik bir ifadeyle 7’den 77’ye her kesimden seyirci vardı.

S.ÖZDURAL: evet. Belli bir yaşın üzerindekiler radyo tiyatrosu nostaljisini buluyorlar. Çocuklar ve gençler için de eğlenceli bir oyun. Zaten Jules Verne’in çok bilindik bir kitabı.  Genelde seyirci için, hangi seslerin nereden nasıl çıktığını görmek ilginç bir keşif oluyor.

Şunu da söylemek isterim ki son 4-5 yıldır tiyatroda farklı bir çatal ayrımı var maalesef. Eğer oyununuzda ünlü oyuncu yoksa fazla rağbet görmüyor. Ama bu oyun da öyle olmadı. Biz bu oyunla bu algıyı bir parça değiştirmiş olduk. No name (ünsüz) ama iyi oyuncularla, iyi bir iş  yaptığınızda seyirci beğeniyor.

  • Seyircinin hayalgücünü çalıştırmasına da alan bırakıyor oyun. Şahsen ben bazı anlarda bilhassa gözümü kapatarak, oyunu ‘dinlemeyi’ tercih ettim.

S.ÖZDURAL: Bizim sahnede seyirci ile oyuncunun arası mesafe olarak yakın olduğu için, sizin gibi yapan başka seyirciler olduğunu da gözlemliyoruz. Neyse ki gözlerini belli bir süre sonra açıyorlar da, biz de uyumadıklarını anlıyoruz. (Kahkahalar )

P. TURANCI: Zaten sloganımız da o; ister gözlerini kapatıp dinleyin, ister gözünüzü açıp sahnedeki şovu izleyin. Bir seyircimiz oyunumuz için ‘bu tiyatroda bir Rönesans’ dedi.  Çok hoşumuza gitti bu ifade.

  • Tiyatroculara genelde şunu sorarım; Kadıköy'de pek çok tiyatro, neredeyse her akşam bir oyun perde açıyor, neyse ki. Onca oyun arasından seyirci neden sizinkini tercih etsin?

S.ÖZDURAL: Kadıköy'de 30'a yakın tiyatro var. Bunların 10-12 tanesinin sahnesi var. Her hafta 15 ile 20 arası oyun oynanıyor. Ayda 2 defa tiyatroya giden bir insan zaten 8 ayda 16 oyuna gider ki aşağı yukarı oyunların tümünü görmüş olur. Yılda bir defa tiyatroya gidiyorsa zaten yapacak bir şey yok! Ama bu şekilde rutini olan bir izleyici bizim oyuna da illaki denk gelir. Ama şuna mı gideyim ona mı gideyim diye düşünen birileri varsa; hayatında ilk defa görebileceği ve belki de Türkiye'de eğer bir örneği daha yapılmazsa bir daha hiç göremeyeceği bir oyun izleyebilir. Başka bir dünyaya tanıklık ederek, keyifli bir performans seyredip eğlenebilir.

P. TURANCI: Farklı olduğu için bizim oyunumuzu izlemeliler. Biz tabii ki burada klasik oyunlar da oynadık, oynuyoruz. Ama iddialıyız dünyada böyle bir oyun yok. Ben oyunu sosyal medyada paylaşırken yurt dışındaki tiyatroları etiketliyorum ki onlar da görsünler diye. Yabancı takipçilerimiz olmaya, İngilizce yorumlar almaya başladık.

  • Belki yurt dışındaki o tiyatrolardan da davet alırsınız

P. TURANCI: Henüz bize ulaşan olmadı ama ben bu işe çok inanıyorum. Bu oyun dünyaya ulaşacak!

S.ÖZDURAL: Oyunumuzun artılarını anlattık. Yurtdışına gitme konusunda ise dezavantajımız var. Bütün bu malzemeleri yurtdışına taşımanın maliyeti yüksek. Çünkü oradan bir davet aldığınızda sizin konaklamanızı, uçağınızı vb. karşılanıyor ama dekorun taşına masrafını üstlenmiyorlar. Böyle durumlarda tiyatrolar genelde, o gittiklerin yerdeki dekorlarla oynarlar.  Ama bu Radyatro için geçerli değil.

Tabii sağ olsun devletimizin sanata hiç katkısı olmadığı gibi tam tersi bir durum var. Özel sektöre verilecek herhangi bir destek diye değil de, bazı şeyler Türkiye'nin tanıtımı diye düşünülmeli. Türk oyuncuların dünyada örneği olmayan bir oyunu sahnelemesi durumunda, devletin ya da özel sektörün destek vermesi lazım.

P. TURANCI: Sanat yükseldikçe ülkenin de gidişatı daha iyi olur…


ARŞİV