Burçak Çöllü tiyatro oyunlarına müzik besteleyen bir müzisyen. 7 yaşında Antalya Belediye Tiyatrosu'nda tiyatroyla tanıştı. Ertesi sene keman eğitimine başladı. Tiyatroyla müziği o günden beri birbirinden ayırmıyor. Viyola öğrencisi olarak lisede İstanbul' a geldi, besteci olarak lisansını tamamladı, reji üzerine yüksek lisans yaptı. Eğitimi boyunca oyun yazmaya, oyunlar için müzik üretmeye, ses ve efekt tasarımı yapmaya devam etti. Farklı senelerde farklı oyun müzikleriyle Yeni Tiyatro Dergisi, İsmet Küntay, Üstün Akmen ve Ekin Yazın Dostları ödüllerinin sahibi oldu. 2010’da girdiği İstanbul Şehir Tiyatroları'nda 2016’ya dek orkestra üyesi, besteci ve müzik direktörü olarak görev aldı. Halen kurum tiyatrolarında ve özel tiyatrolarda çalışmaya devam ediyor, müzik ve oyun yazıyor, oyuncular ve oyuncu adaylarıyla müzik çalışıyor.
Devamını ve detayları kendisi anlatsın…
Hem müzik hem tiyatro eğitimi aldınız. Mesleğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Kendimi müzik dilini tiyatro diline, tiyatro dilini müzik diline çevirebilen bir aracı gibi görüyorum.
Oyun müzikleri yapmaya başlayışınız nasıl oldu?
Çocukluğumdan beri yapmak istediğim şey buydu. Küçükken, ablamla gündüz prova yapıp akşam gösteriler sergilemek bizim için rutin bir eğlenceydi. Ortaokul çağına geldiğimde ise okulun kütüphanesinden oyun kitaplarını alıp derslerde sıra altından okurdum. (gülümsüyor) Ve oyunlardaki bütün müzikli kısımları bestelerdim. İlgim hep bu yönde gelişmeye devam etti, dolayısıyla bu meslekle tanışmamın bir başlangıç noktası var diyemem. Ama ilk profesyonel işim 2007’de Tiyatro Açıkça’ da, Aziz Nesin’ in yazıp Sertaç Ayvaz’ın yönettiği Düdükçülerle Fırçacıların Savaşı için yaptığım müzikti.
Şimdiye dek kaç oyuna ses oldunuz/müzik yaptınız?
O zamandan beri besteci, müzik direktörü, korrepetitör veya piyanist olarak 50 kadar oyunda çalıştım. Bunların 30 civarı özgün bestelenmiş işler oldu.
Müzik, oyunun ne kadarıdır sizce? Ya da olmalıdır? Yani müzik olmazsa oyun nasıl olur?
Bir oyunun oyun olabilmesi için özünde sadece iki ihtiyacı vardır: oyuncu ve seyirci. Bunun dışında hepimiz, müzik de dahil olmak üzere tüm tasarım öğeleri tiyatronun ikinci sıradaki neferleriyiz. Yani, hiç müzik kullanılmasa da olur, bu oyunun nasıl tasarlandığına bağlıdır.
Bir oyun için müzik tasarlarken nelere dikkat ediyorsunuz?
Yaptığım işin yönetmenin kurmaya çalıştığı dünyayla uyumlu olması, en çok dikkat ettiğim şeydir. Her oyun için ayrı bir müzik dili, bir genel duyum oluşturuyorum ve bunu oyun boyunca istikrarlı tutmaya özen gösteriyorum. Ayrıca müzik dramaturjisini de çok önemsiyorum. Tekrar tekrar duyulan temaların, ya da yeni fikirlerin, hepsinin bir sebebi oluyor.
Süreç nasıl işliyor? Metni elinize alıp hemen besteye mi başlıyorsunuz, yoksa provaları izledikten sonra mı şekilleniyor zihninizdeki müzik?
Değişken bir durum. Bu sezonun başında aynı anda provada olan iki oyundan örnek vereyim: D22 ve Altıdan Sonra Tiyatro ortak yapımı Hayvan Çiftliği ve Altıdan Sonra Tiyatro’ dan III.Richard. İkisini de Yiğit Sertdemir’le çalıştık. Hayvan Çiftliği’nin provaları başlamadan önce, metin üzerinden şarkılar yazılmaya başlanmıştı. Çünkü canlı söylenecekti ve yüklü bir müzik işi vardı, bu yüzden provalar başlamadan kafamızın netleşmiş olması gerekiyordu. III. Richard ise, uzun süre bensiz çalıştı, bu arada sahneler ortaya çıktıkça ihtiyaçları netleşti. Ben de bu netleşmiş ihtiyaçlar üzerinden müzikleri hazırladım. Girişte ve finalde söylenen şarkı hariç canlı bir performans olmaması bu anlamda işimizi kolaylaştırdı. Başka bir örnek, Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda Sevmekten Öldü Desinler’in şarkıları provalarla eş zamanlı yazıldı. Hatta defalarca veto yiyip tekrar yazılan şarkıları oldu. Dolayısıyla, her oyunun farklı bir süreci olabiliyor.
(fotoğraf: Zeynep Büşra Cinik)
Duygusal içerikli bir oyunda, seyircinin daha da duygulanmasına yönelik mi oluyor şarkılarınız yahut gerilimli bir oyunda seyirciyi daha da germek mi oluyor gayeniz?
Evet, müzik bazen seyircinin duygusunu yönlendirme amacı da güdebilir ve bu sahnedeki duyguyla paralel olabilir. Ama her zaman öyle olmak zorunda değildir. Bazen seyirciyi oyunun içine almak için, bazen de oyunun dışına çıkarıp yabancılaştırmak için kullanabiliriz müziği.
Sizce seyirci bir oyunu izlerken, müziğin ne kadar farkında oluyor?
İzlediği oyunun tarzına ve yönetmenin müziğe ne kadar alan bırakmak istediğine bağlı.Eğer bir müzikal ya da müzikli oyun izliyorsa eminim epey farkında oluyordur. Ama müziğin sadece fon olarak kullanıldığı bir oyunsa, farkında olmadan etkisine kapılması bence çok daha başarılı bir sonuç alındığı anlamına gelir.
Siz bir izleyici gözüyle bakarsanız, bir oyunun müziklerini beğenmeniz için kıstaslarınız neler?
Özgün ve tutarlı bir dil duymak isterim. Eğer canlı çalınıyorsa iyi icra edilsin isterim. Oyuncuların şarkıcı gibi değil, oyuncu gibi şarkı söylemesini, oyunu müziğe kurban etmemelerini isterim.
Ekşi sözlük’te birisi sizin için ‘’Bir oyun izlemiştim. Senaryosu, sahnesi, çıplak insan sesleri.. Hepsi o kadar güzel kurgulanmış ve sahnelenmişti ki uzun süre etkisinde kaldım. Alıntı çalıntı değildi, bizdendi. Yazarına baktım: Burçak çöllü’’ diye yazmış. Yaratıcı ve denenmemiş şeyleri yapmayı seviyor olmalısınız.
Öyle bir iddiam yok açıkçası. Zaten işim yaratıcı olmak, ama özellikle denenmemiş, yapılmamış bir şey yapayım gibi bir arayışa girmedim. Zaten tiyatroda sadece insan sesiyle müzik yapmak pek denenmemiş bir şey sayılmaz. Ama kendi sesinize kulak verdiğiniz zaman, kendi yolunuzda yürüdüğünüz zaman, kendiliğinden özgün işler çıkıyor ortaya, buna inanıyorum.
Filmlerde fazla müzik kullanımı eleştirilir bazen. Yoğun duygusallık yüklü şarkılar, filmi olduğundan iyi gösterme durumu… Tiyatroda da bu böyle mi?
Evet, tabii, tiyatro için de bu risk var. Fazla müzik altı olması makbul değildir. Bu yüzden çalıştığım oyunlarda ses kadar sessizliği de önemsiyorum. Biz tiyatroda müzik dinlemek için değil, oyun izlemek için geliyoruz nihayetinde.
Müziğini yaptınız oyunlardan iki tanesini izlemişliğim var (Sevmekten Öldü Desinler ve Pera’nın Zamanı) ki ikisinden de oldukça etkilenmiştim. Diğer oyunları izlemesem de web sayfanızdan dinledim. Dinlerken de aklıma acaba bu şarkıları bir albümde toplansa nasıl olur diye düşündüm. Sizin aklınızdan geçti mi böyle bir fikir?
Geçti, hala da geçiyor. (gülümsüyor) Artık müzik yayınlamak, dijital platformlar sayesinde daha kolay ve bütün bir prodüksiyonu ev ortamında yapmak mümkün. Oyundan oyuna koşmadığım bir dönem olursa, çok istiyorum bitmiş işleri albümleştirmeyi.
Üstün Akmen’ in adına verilen ödüllerden size de bir ödül geldi. Gidemediğiniz törende, gönderdiğiniz mesajda ‘’ Sizler, tiyatro insanları, insan olmanın onurunu ellerinizde taşıyorsunuz. İnsan oluşumuzu kutlamak için, birbirimizi onurlandırmak için sahnelere, binalara, rütbelere, maaşlara muhtaç değiliz. Bunu, İstanbul Şehir Tiyatroları’ ndan yirmi arkadaşımla beraber sebep gösterilmeden atıldıktan sonra, kariyerinin en üretken sezonunu geçirmiş bir tiyatro müzisyeni olarak söylüyorum. Bize verilene ikna olmak zorunda değiliz, çünkü esas büyü bizim ellerimizde. Gerçek, bizim emeğimizde.’’ dediniz. ŞT’den ayrılmadınız, görevinize son verildi demek. Nedenini sorabilir miyim?
O törene gidememe sebebim, yapılışını yıllardır protesto ettiğimiz Grand Pera’da gerçekleştirilmiş olmasıydı. 15 Temmuz’dan iki hafta sonra, 30 Temmuz günü İstanbul Şehir Tiyatroları’nda taşeron firma aracılığıyla sözleşmeli çalışan 20 kişiye taşeron firmadan bir telefon geldi. Görevli, performansımız düşük bulunduğu için işimize son verildiğini söyledi. Tabii ki bu mümkün değil, o sene ben Şekerpare’de orkestra yönetirken, bir yandan Zengin Mutfağı’nda piyano çalıyor, bir yandan da Onikinci Gece’nin müzik asistanlığını yapıyordum. Diğer bütün arkadaşlarım da ikişer üçer oyunda oynuyorlardı. Sonrasında zaten bunun sadece göstermelik bir bahane olduğunu anladık. Birkaç gün öncesinde de altı kadrolu sanatçı açığa alınmıştı. Kadrolu sanatçılardan Ragıp Yavuz ve Kemal Kocatürk, sosyal medya paylaşımları sebebiyle kurumdan ihraç edildiler sürecin sonunda. Biz ise, hiçbir zaman işten “gerçekten” neden çıkarıldığımızı öğrenemedik. İdareciler tarafından “dosyalarınız inceleniyor” gibi muğlak, kaygılandırıcı ifadelerle oyalandık, halbuki korkacak hiçbir şeyimiz yoktu, işe iade davalarımız sürerken de hiçbir duruşmaya gelip sebep beyan etmediler. Sonra, yine sebebi açıklanmadan bir grup arkadaşımız işe geri alındı. Ben, Pervin Bağdat, Irmak Örnek, Cem Baza, Ümit Bülent Dinçer, Ceren Hacımuratoğlu ve Güray Başbuğ, işe alınmadık. İşe iade davalarımızı geçen sene kazandık, karar önce istinaf mahkemesine gönderildi, orada da onandı. Şimdi Yargıtay’da. 2 senedir serbest bir tiyatro müzisyeni olarak ülkenin dört bir yanında farklı ekiplerle çalışma şansı yakalamış oldum bu işten çıkarmayla. Pek çok yeni yönetmen ve ekip tanıdım. Benim için çok geliştirici ve özgürleştirici bir süreç oldu.
Hem ŞT’de hem özel tiyatrolarda çalışmış biri olarak, ödenekli ve özel tiyatrolardaki müzik anlayışına dair gözlemleriniz neler? Fark var mı mesela?
Şehir Tiyatroları’nı müzikal anlamda diğer tiyatrolardan ayıran en önemli şey, yerleşik ve oldukça kalabalık bir orkestraları olması. Dolayısıyla, canlı müzik kullanmak konusunda Şehir Tiyatroları her zaman daha rahattır. Bu da gerçi bazen hatalı uygulamalara yol açıyor. “Nasıl olsa elimizde var, kullanalım.” veya “Şu müzisyen bu sezon hiç çalışmadı, şu oyuna verelim de biraz çalsın.” diyerek, hatalar doğuran, gereksiz orkestrasyonlar yapılıyor. Ben hiçbir işte fazlalıktan hoşlanmıyorum, hele müzikte hiç. Gerçekten şart olmayan her enstrümanın, her sesin, her şarkının bir yorgunluğa dönüştüğüne inanıyorum.
Özel tiyatrolardaki oyuncu-yönetmenlerle yaptığım röportajlarda genelde ‘imkanlar’ konusu dile gelir. Kimisi yalın bir anlayışı benimsediği için, kimi de maddi imkansızlıklardan ötürü dekor kullanımında genelde minimalizm oluyor. Bu oyunların müziklerinde de durum benzer mi?
Sevmekten Öldü Desinler’den örnek vereyim; orkestra kullanmak bir bütçe meselesiydi, bu yüzden canlı orkestra kullanmadık, altyapıları kayıttan verdik, üstüne oyuncular canlı söylediler. Dolayısıyla aslında sade tutmuş olmadık, koca orkestramız varmış gibi düzenleme yaptık. Engin Alkan’la yaptığımız iki oyunda (Şekerpare ve Şark Dişçisi) half-playback uygulamasına gittik. Orkestral altyapıyı kayıttan verirken, solist enstrümanlar canlı çaldı. Dolayısıyla, sadelik, müzikte artık maddiyat sebebiyle mecbur kalınan bir durum değil. Estetik bir seçim olabilir.
Pek çok tiyatro ve müzik haberi yaptım ama ilk kez bir tiyatro müzisyeni ile röportaj yapıyorum. Dolayısıyla, değinmeyi unuttuğum bir şey varsa buyurun anımsatın lütfen…
İlk olmaktan gurur duydum. (gülümsüyor) Bu mesleği gerçekten çok sevdiğimi söyleyerek bitirmek istiyorum sözlerimi. Tiyatro müziğinde uzmanlaşmak isteyebilecek dostlar için, bu mesleğin eşit derecede önemli ve harika iki süreci olduğunu söylemek isterim: Birincisi bestecilik süreciniz ve kendinize ait o alanda geçirdiğiniz yaratıcı zamanın keyfi, ikincisi ise yazdığınız müziği oyuncu ve müzisyenlerle paylaştığınız kolektif süreç. Bizim ülkemizde oyunculara verilen müzik eğitimi pek ideal bir noktada sayılmaz henüz. Bu yüzden, sahnede şarkı söylemesi gereken oyuncular hep biraz rehberliğe ihtiyaç duyuyorlar. Tiyatro müzisyeni olarak birinci sorumluluğumuz, müzik dilini oyuncuların anlayacağı tiyatro diline çevirmek ve ikinci sorumluluğumuz, yönetmenin konuştuğu tiyatro dilini müzik diline çevirerek ona istediği sonucu verebilmek. Yönetmenin ve oyuncuların, tanımlamakta güçlük çektikleri müzikal ihtiyaçlarını anlayıp bunlara cevap verebilmek işimizin bir parçası. O yüzden, ben kendi müziğimi yaparım anlayan anlar demek için uygun alan burası değil. Tiyatro müzisyenliğinin altın anahtarı iletişim ve faydalı olma zevkidir.