Her akşam milyonlarca evin oturma odasına televizyon dizileriyle konuk olan oyuncuların ve dahi set işçilerinin çalışma koşullarını merak ettiniz mi hiç? 2 saatlik bir dizinin bir haftada nasıl çekildiğini hiç düşündünüz mü?
Gösteri sanatları sektörü çalışanlarının hak arama mücadelesinin ürünü olan Sahne, Perde, Ekran ve Mikrofon Oyuncuları Sendikası'nın (Oyuncular Sendikası) Genel Kurulu 3 ay önce yapıldı. 3 yıllık dönemde görevde yapacak olan yeni yönetim belirlendi.
Onlardan biri de yıllardır tiyatro oyunları, televizyon dizileri ve sinema filmlerinde rol alan oyuncu Serdar Orçin. Uzun yıllardır Kadıköy’de yaşayan Orçin ile Moda’da buluşup, sektörü ve sendikayı konuştuk.
* Oyuncular Sendikası’nın 6 yıl evvel kurulmasındaki ihtiyacı konuşarak başlayalım…
Sinema, tiyatro ve özellikle televizyon sektörü son 15 senede hızlı bir şekilde büyüdü. Oyunculuk ve ilintili tüm meslek grubu çalışanlarının sayısı artınca ihtiyaçlar da arttı. Çünkü işler ‘Türk usulü’ ilerliyordu. Setin başına ‘bir bilen’ konulurdu, o ne derse o olurdu. Örneğin ‘Bu iş 5 güne, 1 aya bitecek’ dediğinde insan onuruna yakışmayacak çalışma saate ve koşullarda çalışılırdı. Bu kuralsızlık, özellikle dizi setlerinde ölümlü kazalara dek vardı. Oyuncular Sendikası aslında bu kazalardan önce çalışmalara başlamıştı ama asıl ihtiyaç özellikle o dönemde iyice baş gösterdi. Bu işlerin böyle gitmemesi gerekiyordu.
* Ve sendika kuruldu. Siz ne zamandan beri üyesiniz?
Evet, sağolsunlar oyuncu arkadaşlarımız, çok doğru ve haklı bir kararla sendikayı kurdular. Bu bahsettiğim ihtiyaç sendikayı doğurdu. Şimdi de 3. dönemdeyiz. Ben Şehir Tiyatroları oyuncusu (memur) olduğum için ilk yıl yasal mevzuat nedeniyle resmen üye olamadım ama sürecin başından beri içindeyim.
* Bu oluşumda yer alma motivasyonunuz neydi?
Demin anlattığım sorunları hem gördüğüm hem bizzat yaşadığım ve bunların belli standartlarda bir çözüme kavuşturulması gerektiğine inandığım için.
Demin bahsettiğim ‘Türk usulü’ işten sadece oyuncular değil sette çalışan bir sürü meslek grubundan çalışanlar da muzdarip. Hatta onlar daha fazla. Oyuncu en azından bir şekilde evine gidebiliyordu ama bir set çalışanın evinin yolunu bulması çok zordu çünkü mesaisi asla bitmiyordu. Sete herkesten önce gelip, herkesten sonra çıkardı, yani 16-18 saat çalışmadan bahsediyoruz. Onların haklarını arayan ve hak ettikleri bedeli almasını sağlayan bir platform oldu sendika.
* Kimse bu koşullara karşı çıkmıyor muydu?
Elbette ama bu itirazlar bireysel düzeyde kalıyordu. Mesela bir dizinin başrol oyuncusu bunu dile getirdiğinde, koşullar ona göre ayarlanıyordu ama geri kalan herkes için durum aynen devam ediyordu.
Bireysel olarak hak aramaya çalıştığınızda sistem sizi ezip geçiyor. Çünkü bu sektör o kadar acımazsız ki, sert ki her zaman sizin yerinize birisi bulunur! Her oyuncunun da bir alternatifi vardır, başrol dahil.
* Açıkçası ben o ünlü oyuncuların bu manada ‘eli daha kuvvetli’ sanıyordum…
Öyle en fazla birkaç kişi var. Yeri gelir onlar bile olamayabilir. Sistem çok büyük ve ezici. Bir yapımcı bir başrolü ister ama olmazsa da olmaz, bir başkası her zaman vardır.
* Yani aslında siz ve sizin gibi oyuncular, işin şöhretli kısmındasınız ama aynı zamanda emekçisiniz de…
Hah evet... Asıl mesele burada. Sendika kurulana dek net bir meslek tanımı yoktu. Biz sanatçı olarak anılıyorduk. Tamam öyleyiz ama bu yaptığımız bir iş, dolayısıyla bir meslek tanımı, yasal bir zemini olmalı. Bu nedenle, mesela alacak verecek meseleleri kişisel yürüyordu. Tutup da siz bir oyuncu olarak dava çatığınızda, oyuncu olarak yasal bir tanımınız olmadığı için hakim de şaşırıyordu. Kim kimi hangi titr ile dava ediyor?
Sendika sayesinde oyunculuk bir meslek olarak tanındı. Oyuncunun da sette çalışan herkes gibi bir işçi, bir çalışan olduğunun yasal zemini yaratıldı.
* Peki sendika sayesinde, bahsettiğiniz bu kötü set şartları ne kadar düzelebildi?
Yol almaya başladı. Bu yıl ilk kez devlet eliyle setlerde denetim yapılmaya başlandı. Sendika sayesinde setler ‘normal’ işyeri statüsünden ‘tehlikeli’ statüye alındı.
* Şaşırdım bunu duyduğuma…
Bir tiyatro sahnesini düşünün. Ne kadar hoş değil mi, dekor, ışıklar filan. Ama orası gerekli önlemler alınmazsa ölümlü kazaların bile olabileceği bir yer aslında. Keza setler de öyle. Bir set için örneğin 50 kişi bir alana toplanıyor, karavanlar, jeneratörler, kablolar… Burada da bir tehlike hep var.
* Setlerdeki uzun çalışma saatlerine yönelik ne yapıldı?
12 saat ile sınırlandırıldı.
* 12 de uzun değil mi?
Evet ama fakat ‘sınırsız mesai’ ile karşılaştırırsak, makul bir seviyeye çekildi en azından. İşin doğası bu diyerek normalleştirmek de istemem ama dizi saatleri çok uzun. Ki bu da talep ediliyor elbette, kısalsın diye ama sektördeki büyük patronlar buna ikna olamadı hala. Bir dizi biliyorsunuz 120 dakika sürüyor ortalama. Normalde o sürede, 3 ayda bir film çekiliyor. Ama diziler haftalık. Eğer dizilerin süresi kısalırsa çalışma süresi de 8-10 saate iner.
* Oyuncular Sendikası’nın hali hazırda 1372 üyesi var. Bu rakam az değil mi?
Türkiye’deki toplam oyuncu sayısını bilmiyorum net olarak ama dörtte bşiri yada beşte biri sendikalıdır en fazla. Neden üye değiller diye sorarken, önce biz kendimize bakalım. İlla ki bir nedenleri vardır. Asıl önemli olan biz sendika olarak ulaşamamışızdır.
Şöyle de bir durum var; ülkenin fiziki, sosyolojik ve siyasi koşullarını düşününce, bir mecburiyet olmadıkça, birinin başına gelen büyük bir felaket dolayısıyla bir platforma buluşulmuyorsa, bizde hareket alma kabiliyeti pek yok. Şimdi hazır yol alınmışken, bu sendika etrafında toplanmakta büyük fayda var. Toplanılamıyorsa da ilkin kendimize bakarız, biz ulaşamıyoruz demektir. Belki bizi bilmiyorlar, belki ulaşamıyorlar, belki bu konu kendi gündemlerinde geri sıralarda. Bizim onlara ulaşmamız lazım. Onlara ulaşmak demek illa çekip sendikaya üye etmek anlamında değil. En azından bu konuyu onların gündemlerinde ilk sıraya çıkarmak. Bu bizim görevimiz. Bu dönemki en önemli faaliyet alanlarımızdan biri bu olacak. Çünkü bu beraberinde sendikanın daha güçlü olmasını da getirecek.
* Yeni 3 yıllık dönemde başka neler var gündeminizde?
Vizyonumuzu doğru bir şekilde ifade etmek… Ülkenin hali, bazen bazı şeylerin sizin üstünüze atılmasına neden oluyor. Herhangi bir konuda fikir beyan ettiğinizde siz, amacınızın dışında bir faaliyet gösteriyormuşsunuz gibi algılanabiliyor. Siz bir sendikasınız ama sizi başka şeylerle yaftalamak istiyorlar. Bu bir sendika ve amacı belli; mesleki olarak kendini ve ülkeyi de ilgilendiren bazı konularda fikir üretmek, talepte bulunmak. Bu en doğal görevidir. Bu yaftalanmayı gerektirmez.
İlerleme kaydettiğimiz konuların peşinde olacağız, günceli takip edeceğiz. Amacımız çalışma koşullarının insanlık onuruna yakışır hale gelmesini sağlamak…
* Sendikanızın sitesinde, ‘’sendikanın devletle ilişkisi, ‘’Oyuncular Sendikası kendini örgütsel olarak devlet, siyasal parti, örgüt ve kuruluşlardan bağımsız olarak tanımlayan, kendi perspektifi doğrultusunda bir programı olan ve bu perspektifini de toplumsal hareketler arasında bir uzlaşma ve eşitleme doğrultusunda yönlendirmeye çalışan bir sendikadır. Bununla birlikte çalışma ilişkilerinin düzenlenmesi için devletle birlikte hareket etmektedir’’ deniliyor. Az önceki yaftalamalara atıfla soruyorum, devletle bağınız nedir?
Sapla saman bizde hep birbirine karıştırılıyor. Bir konuda hak talebinde bulunmak demek devlet ya da hükümetle kavgalı olduğun anlamına gelmez. Bir sendika zaten yasal zeminde oluşturulduğu için sendikadır. Ve devlet bunu tanır. Üstünde yaptırımları vardır. Devlete hesap veriyorsun, devlet denetimi altında bir oluşumsun.
Hak talebinde bulunmak da sendikanın en doğal hakkı. Ama bazı işgüzarlar, kraldan çok kralcılar herhangi bir sözü hemen hükümete karşı olmak, onu yıkmaya teşebbüs gibi çarpıtıyorlar. Sendikayı geçtim, her vatandaşın fikrini beyan hakkı var. Bunda hiçbir beis yok, hele bir sendika için hiç yoktur.
Bizim kendimizi bu yaftalardan kurtarmamız lazım. Ama kendimizi değiştireceğiz gibi yanlış bir algı olmasın. Onların bu kafalarını değiştirmek için mücadele vereceğiz.
* Peki siz sendikacılıkta öne çıkan bir oyuncu olarak, bu yaftalama nedeniyle sektörde iş bulamamaktan endişeleniyor musunuz?
Herkes eder. Ama bu sendikalı olmakla da alakalı değil. Herkes bir hayat mücadelesi veriyor. Çok kaygan bir zemin bu meslek. Derler ya bir anda zirveye çıkıp, bir anda düşersin diye. Abartılı bir söz ama öyle. Bunu özellikle televizyon için söylüyorum.
Ben hayatım boyunca ‘kimse bana iş vermez’ diye bir kaygı duymadım. Ben mesleğimi bir şekilde yaparım, ama 10 kişiye ama 100 kişiye. Ki öyle de oluyor. Siz nereden bastırırsanız öte yandan patlar. Küçücük salonlarda, kendi ceplerinden para harcayarak tiyatro yapan oyuncular var! Yani bu işi meslek olarak seçmiş kişilerin kaygıları ile şan şöhret peşinde olanların kaygısı farklı. Bunu ayırmak gerek.
Ama, öyle ya da böyle bir kaygı duymak da evet bir sorun. Bu fikir beyan etmek konusunda senin önü keser mi, otosansüre neden olur mu? Olur. Kaldı ki şuanda hepimizin en büyük sorunu otosansür. Ama bizim mesleğin şöyle bir güzelliği var; biz söylemek istediğimiz bir şeyi başka şekilde de söyleyebiliriz. Mesela ben hemen Cıbırcıt ülkesindeki Hömök adlı bir işçinin sorunlarını anlatan bir oyun yazıp oynayabilirim!
Asıl mesele böyle bir derdin var mı, bunu söylemek istiyor musun? Biri çıkıp da ‘ben vodvillerde, müzikallerde oynamak, şarkılar söylemek, gülmek, güldürmek istiyorum’ diyebilir. Tabi buyursun yapsın. O da kaygı duymasın, öbürü de..
Bizim sektörde sürdürülebilir iş bulmak, ‘bu sene ben hiç televizyon dizisinde oynamayacağım, sadece sinema yapacağım’ filan demek zor. o tür kaygıları anlarız. O nedenle kimilerinin kendini geri çekmesi de doğal…
Ama işte burada sendika devreye giriyor. Sendikalı olmanın şöyle bir yararı var; sendika tüzel bir tüzel kişilik ve herkes adına konuşur. Böylelikle sen hakkını talep ederken tek başına olmanın verdiği korkuyu yaşamazsın. Sistem isyan edeni ezer. Ama sendika senin adına konuşur.
* Kadıköy özelini sorarak bitireyim. Yasal zeminde olmasa da bir örgütlenme örneği olarak Kadıköy Tiyatroları Platformu’nu nasıl buluyorsunuz?
Müthiş bir birlik! Zaten karşı yakadaki tiyatrolar buraya kaymaya başladı, orada barınak zor ve tehlikeli. Özellikle Kadıköy’deki kendi yağları ile kavrulan, vazgeçmeden devam eden tiyatroları takdir ediyorum, saygı duyuyorum. Bu platformda birada olmaları da çok kıymetli. Zaten olması da gereken bir şey. Burada bir yarış yok. Birlik olmalıyız. Ya hep beraber çıkacağız ya da ineceğiz. Sadece oyuncular için değil, hepimiz için böyle.
* Kadıköylü seyirciye bir şey söylemek ister misiniz?
Kadıköy’de çok değil 5 sene öncesine dek bir elin parmakları kadar tiyatro vardı. Şimdi bu sayı o kadar çoğaldı ki. Bir yandan şaşırıyorum ama bir yandan da Kadıköy bunu hak ediyor aslında. Hem büyüklüğü, hem yapısı, hem müthiş izleyicisiyle. Bilet bulunamayan bir Süreyya Operası var burada. Online satışa geçmeden önce bizim Şehir Tiyatroları Haldun Taner Sahnesi’nde bilet satış günü kuyruklar iskeleye dek uzanırdı. Şimdi de internette satışa çıktığının ertesi günü tükeniyor.
Dolayısıyla Kadıköylü izleyiciye tiyatroya destek verin diyemem, zaten veriyorlar. Ama şunu diyebilirim; ana akım büyük tiyatrolar dışında hiç gitmedikleri bir sahneye, oyuna da gitsinler. Keşfetmek, kendilerine bir sürpriz yapmak için…