Bütün şiirlerini “Korkuya Doğru Yürüdüm” adlı bir kitapta bir araya getiren, şair Emine Erbaş ile sanatı ve yaşamı üzerine konuştuk.
Kadir İNCESU
-Daha lise öğrencisiyken bir öykü yarışmasında dereceye girmişsiniz, buna karşın yolunuza şiirle devam etmişsiniz. Bu geçişin nedeni nedir?
Evet, öyle oldu “Yalnızlık Duyguları” adını verdiğim öykü-ki öykü bile denemez-birinci oluverdi nasılsa. Acıtıcı toplum kuralları karşısında ezikliğin ve aczin, acemiliğin verdiği bir sıkıntıyla yazılmış bir şeydi. Bir anlatı. Beni roman ve öykü denemesinden vazgeçiren de buydu belki… Şiirde yol alış, ağaçlarda, bulutlarda, rüzgârda, yeşil çimenler üstünde uçmak gibiydi benim için. Babam ve annem ölünce beni babaannem büyüttü. Dünyanın gerçeklerine doğrudan doğruya açılmak bir kız çocuğu için kolay bir yol olmasa gerek. Çağın ve ekonomik koşulların elverdiği süre içinde rastlantısal olarak, içten içe bir dürtüyle şiiri bulmuşta olabilirim.
Ama bu demek değildir ki şiir kapılarını hemen açıverdi bana… Sürülmüş toprağın kokusuydu şiir, duydum. Yağmurun, fırtınanın ortasında ateşten kaçıp, sonra bir yanardağa sığınmak… Böyle bir şeydi şiir. Gelincikler içinde yeşilden yeşile koşmak. Ben doğayı görerek, dokunarak, hissederek yaşadım. Suyun kaynağına dokundum, ellerimi içine sokup balıklarını tuttum. Ekinlerin arasından şarkı söyleyerek akıp gidişine tanık oldum suyun. Bu güzelim toprakların üstünde bir gün AVM’lerin, dev iş merkezlerinin yükseleceği kimin aklına gelirdi ki, haraç mezat satılıyor şimdi. Biz de seyrediyoruz, olabileceğin onsuzluğunu yaşayıp, dünyanın gizemine odaklanarak…
-İlk kitabınızdan sonra, peş peşe kitaplarınız yayınlandı. Özellikle 1988’den sonra yaşamınızı şiirin üzerine kurduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Evet, öyle de denebilir. Kendimden çalmanın zamanı gelmişti. Ne diyordu Lou Andres Salome; “Dünya sana hediye sunmaz. İnan bana, iyi bir yaşam istiyorsan, çal onu.”
Eşim 1974’te Deniz Kuvvetleri’nden emekli oldu. Bir süre sonra uzak yol kaptanı olarak denize açıldı. Çocuklar büyümüş üniversiteye başlamışlardı. Yarım kalan şiir serüvenime tekrar başlama zamanı gelmişti. Şiir yazılıyordu ama ülkece huzursuzduk. Dışarıda anarşi, içerde korku... Ve ben, ağaca benzetiyordum kendimi. Bir rüzgâra savruluyordum bir suya. Yapraklarım uçuşurken gövdem acı çekiyordu. Fidan kurtları kemiriyordu kalbimizi ve hayallerimizi. Büyük oğlum bir gün eve dönmedi Üniversite’den, sonra onu Davutpaşa Kışlasında bulduk. Bizim bir fiske bile vurmaya kıyamadığımız çocuklarımız…
1994 “Öpüyorum parçalanmış Ağzınızdan” adlı kitabımı Saraybosnalı çocuklara armağan etmiştim. 1998 “Denizin Kalbi” adını verdiğim şiirlerse ekranlardan izlediğimiz, altı gün süren “Körfez Savaşlarına” ithaftır.
İnsanın doğa ve toplumla olan ilişkilerinde, bir olay, başka bir olayın kapısını açıyor. Yeni bir olayla giderek, olaylar zinciriyle buluşturuyor. Bu bütünlüğe insan ağzıyla yaşam diyoruz.. Mart 2003 “İstanbul Annem,” 2010 “Aşk Lirikleri”, Sonra; Toplu şiirler Broy Yayınları tarafından yayınlandı. “Korkuya Doğru Yürüdüm” sonra… Yeni şiirlerle, yeni bir dosya üzerinde çalışıyorum... Bizler ateşi çalamadık ama, komşularımızın bahçesinden, ayva, armut, erik, nar çalacak kadar ileri gitsek de, bilirdik güvende olduğumuzu. 24 yaşıma kadar yaşadığım mahalle, sevmek sanatının, yardım ve dayanışma anlayışının en güzel örneklerini sunmuştur bana. Kadıköy-Acıbadem İsmail Hakkı Bey Sokak’ta doğdum. Çocukluğum orada geçti. İki katlı ahşap bir evdi. Şimdi uzay kenti gibi mahalle... İçinde AVM’lerin yükseldiği…
-Şiir yazmak, şair için yalnızlıktan kurtuluş mudur?
Aslında şu günlerde yalnızlığı şiire bulaştırmamak gerek. Bana göre yalnızlık çok sünepe bir şey. Şiir’se canlı dipdiri, bir başınalıktır, coşkulu, sıcak, sıcacık bir şeydir ve iletkendir sıcaklığı. Devrimi andıran birleştirici tavrıyla bayrağı en üstte tutandır. Şiir özgürlüktür, yüreklilik ve gözü pekliliktir…
Öyle güzel bir damardır ki şiir, en temiz kanı o damar verir.
Şiirsiz bir dünya düşünemiyorum ben… Gezi olaylarını ele alalım, yalnızlıkla ilgili bir şey gördünüz mü? Tam tersi park, isyanın ve inancın küçücük bir örneğiydi. Şiirsiz hiçbir sanat hareketi olamaz.. Olmamalıdır da… Şairin yalnız olduğunu sanmıyorum. Şair, bana göre yazmak için biraz kendine kaçar, hepsi bu.
-Uzun yıllardır Kadıköy’de yaşıyorsunuz, Kadıköy’de neler yapıyorsunuz?
Şiir yazıyorum. Bir zamanlar yaşadığım yerlere küçük geziler yapıyorum. En iyi bildiğim yerleri bile bulamıyorum bazen…
HAYATIM HAKKINDA HER ŞEY, YA DA HİÇ BİR ŞEY
Bir Almadovar teoremi gibi
Saati gösteriyordu
Alnında açılan pencere
Hayalindeki korku denizine
Lou diyordu Lou
Benim için de roller yaz
Ölümün tetiklenmiş sonuçlarını
Uzak tut benden
İyi bir yaşam istiyorum ben
Hepsi bu
Birdenbire parmaklıklar arasından
Korkuyla havalandı kuğu
Çocuk ağlıyordu…
SOĞUKTA
Kim kime yazılır, ne neye benzer. Bilinse ne bilinmese ne
“öğleden sonra aşk” eski bir filim adı
bana eski Cumhuriyet’lere klonlanmış
bir kadını anımsattı
Bir zamanlar bütün kadınlar Hepburn’a benzerdi
Erkekler de Gary Cooper’ a
O zamanlar daha mutluydu İnsanlar
Böcekler yatağımızdan uzaktaydılar
Güzeldi aşkı ve hayatı paylaşmak
Yürütme, düpedüz yürütmekti yaşamı
ama ben bir daha basacağım ayağına Yürütmenin
kim bilebilir devrim şarkıları da söylerim belki birgün
Nelerden vazgeçebilir insan, nelerden geçmez
bir kez daha düşünelim
yürümek zor olsa da soğukta, güneşe bir kez daha bakmak için
sokağa çıkacağım bugün
merhaba, günaydın diyeceğim yeni doğmuş her çocuğa
bir zamanlar bütün kadınlar Audrey Hepburn’e benzerdi
O kadınları hala çok özlüyorum ben
Bilirdi o kadınlar aşkın ve acının
Elele, yan yana sokaklarda yürüdüğünü
Ağlayı bilirlerdi en azından, varlığa yokluğa
Ve sonra ölmeyi
sevdikleri uğruna
Sanki hayata sevmek ve ölmek için gelmişlerdi
O kadınlar ki, o kadınlar…
ATA’mın kurduğu cumhuriyete benzerlerdi