Geçenlerde gazetemizin mail kutusuna bir e-posta düştü Irmak Ecem Aydemir'den. Bize kendisini ve işlerini tanıtıyor, Kadıköy'de yaşadığı için de bizimle iletişime geçmek istediğini söylüyordu. Semtin sanatçılarına öncelik veren bir gazete olarak, kendisini sayfalarımıza konuk ettik.
- Sizi tanımayanlar için kimdir Irmak Ecem Aydemir?
4 Mart 1989 Antalya doğumluyum. 1 yaşımda annemin memleketi Bursa’ya gelmişiz. Anne baba ayrı, ben liseye kadar Bursa’da annemle büyüdüm. İstanbul Avni Akyol Anadolu Lisesi Güzel Sanatlar Müzik bölümü mezunuyum. 2012’de ise Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü bitirdim. Ulusal bir kanalda dizi deneyimim oldu, alternatif tiyatrolarda da oynadım. Şan eğitmenliği ve drama dersleri verdim o dönem. O Ses Türkiye maceram da oldu bir ara. Sinemada ise Taksim Hold’em ve Bursa Bülbülü filmlerinde rol aldım.
- Bursalısınız ama İstanbul’da yaşıyorsunuz. Bunun nedeni sanatın her yönden merkezinin burası olması mı?
Bursa’da yaşarken müziğe merak saldım. Sokakta oynamayı değil, evde kendi kendine şarkı söylemeyi tercih eden bir çocuktum. Okulumu okurken bir yandan Bursa Belediye Konservatuarı Halk Müziği Bölümü’nde bağlama ve şan dersleri almaya başladım. Lise dönemi yaklaşınca, güzel sanatlarda okumak istediğimi söyledim anneme. Ailede sanatçı olmadığından yakınımda bu kararımı danışabileceğim biri yoktu. Ben de okuldaki müzik hocama danıştım. Yeteneğime onay verdi ve beni çalıştırdı. Hem Bursa Zeki Müren AGSL hem İstanbul Avni Akyol Anadolu GSL’ni kazandım. İstanbul seçeneği daha cazip geldi. Annem yatılı göndermek istemeyince birlikte Bursa’daki hayatımızı bırakıp buraya geldik. İstanbul macerası bu şekilde başladı. Yani buraya gelmemin sebebi hem hayatın akışı hem benim çocuk yaştaki seçimlerimdi diyebilirim.
- Lisede müzik, üniversitede tiyatro okudunuz. Sanatın farklı dallarında eğitim almak, sahneye bakış açınızı nasıl şekillendirdi?
Müzik seçerken de, tiyatroya geçiş kararını alırken de aklımda sadece sahnede olmak vardı açıkçası. Sadece sahnede olmanın hayalini kuruyordum. Çok da bilinçli kararlar değildi, insan gayri ihtiyari yöneliyor bazı şeylere… Başka bir meslek yapamayacağını, başka bir yerde olamayacağını hissediyorsun.
Müzik ve tiyatro pratiği farklı olsa da birbiriyle çok bağlantılı iki disiplin. Konservatuar sınavında kulak ve şan aşaması vardır mesela çünkü bir oyuncunun müzikal duyumu önemlidir. Piyanoda akor basmak, armoni yaratmak gibidir biraz karakter yönetimi. Müzikte de aynı şekilde, sahne performansı kondisyonu ve bir şarkıyı doğru aktarmak, ona bir karakter kazandırmaktan geçiyor, her şarkının bir hikayesi, bir anlatıcısı var. Özetle; iki alanın da sahnede çok faydasını gördüm. İki ana dalım olması her zaman bir avantajdı. Tabii başlarda yıllarca ‘Bu kızın kafası karışık, ne istediğini bilmiyor’ gibi yorumlar olmadı değil. Hatta bu sebeple ilk sene konservatuara bile alınmadım. İkinci senemde ikna oldular. (gülüyor) Ben de bu multitask durumu nasıl yöneteceğimi bilemedim başlarda. Birini seçmeliyim galiba kaygısı taşıdığım dönemler oldu. Ama kendimi bu konuda kısıtlamayı bıraktım artık. Sanatın her dalı birbiriyle kardeş. Birden çok uğraş kararsızlık gibi gelmiyor, doğru yönetirsen bir nimet hatta!
“DELİ AYTEN RUH EŞİM GİBİ”
- Bursalı olarak “Bursalı Deli Ayten”i (Ayten Şenaşık) oynamak istiyormuşsunuz. Onun hikayesinde sizi çeken neydi?
Benim jenerasyonum Deli Ayten’e yetişemedi, ama anneannem ve annemden çok duyardım hikâyesini. Yıllar önce başlayan bir istekti. Filmi çekilecekse, tiyatroda oynanacaksa kesin ben oynamalıyım diye şartlardım kendimi. Ruh eşim gibi hissediyordum diyebilirim. Ayten, sanki bu hayattan dışlanmış ama bir o kadar da sevilmiş bir kadın. Hayatın onu hem zihinsel hem koşulsal olarak bu kadar zorlaması, ama yine de onun cümbüşünü davulunu küçücük bedenine yüklenerek hayata tutunması ve farkında olmadan, kendiliğinden bir iz bırakması, heykeli yapılacak kadar saygı duyulması, işin sonunda ölümüyle insanların içinde böyle bir boşluk bırakması etkiliyordu beni.
- Ve bu hayalinizi gerçekleştirdiniz. Bu rolü oynamak nasıl bir deneyimdi?
Evet, Bursa Bülbülü’nde bu rolü Ata Demirer bana uygun gördü. Bence hem bana hem filme Ayten’in ruhunu geçirebildik. Güzel bir iş çıktığını düşünüyorum. Bursa’dan bahseden bir filmde Ayten Şenaşık’a selam çakmak, adını yaşatmak, Bursalı olarak onu temsil etmek gurur verici ve mistik bir olaydı…
- Sinemada gördük sizi ama tiyatroda da görebilecek miyiz?
En son 2015’te GalataPerform’da Kum Havuzu adlı oyunda oynadım. O zamandan beri tiyatro yapmadım. Baya uzun zaman oldu evet. Zaten sonra Kıbrıs maceram başladı. Aslında çok uzaklaşmadım o dönemde de tiyatrodan. Yakın Doğu Üniversitesi’nde sahne hocalığı yaptım bir süre. Sonra İstanbul’a döndüm ama tiyatroyla yollarımız kesişmedi, denk gelmedi diyelim. Oyun yazmaya da giriştim yakın zamanda ama henüz tamamlanmadı. Çok özledim tiyatroyu, doğru proje ve ekiple en yakın zamanda tiyatro yapmak istiyorum ama şu an kesinleşmiş bir proje yok.
- Enstrüman çalıyorsunuz, beste-söz yönünüz var, resim yapıyorsunuz... Başka saklı yetenekleriniz var mı?
Var. Lisede keman piyano eğitimi aldım ama tiyatroya geçince ara verdim. Aslında uzmanlaşmak istediğim alan sesimdi. Yıllarca profesyonel olarak sahnelerde şarkı söyledim. 2021’de dijital ortamda, midi-klavyeyle kendi bestelerimi yapmaya başladım. O süreç benim için çok yeni, spontane ve hızlıydı. Yeni bir yeteneğimi keşfetmiş gibiydim. 2024 itibariyle arka arkaya üç single çıkardım. Paylaşılmayı bekleyen daha bir sürü bestem var, zamanlarını bekliyorlar. Resim her zaman hayatımdaydı, tabi müzik ve tiyatro kadar değil. Resim, heykel üretmek bana iyi geliyor, Sosyal medyada sadece bu işlerimi paylaştığım bir sayfa bile açtım. Müze gezmeyi, sanat tarihini, arkeolojiyi de çok severim. Bu sene açık öğretim felsefe bölümüne yazıldım, merak ve okuma aşkımı körüklemek için sırf. Spor da var hayatımda. Yetenek mi bilemem ama yıllardır aksatmadan spor yapıyorum. Bunların dışında şiir, düz yazı yazıyorum liseden beri. Aslında kitap çıkarmak hayalim de var. Umarım bir gün yazılarımı derleyip sizlerle paylaşma fırsatı bulabilirim.
-Bugünlerde gündeminizde neler var?
Geçen yıl Trt Tabii için dizi çektik. Orada hem şarkı söyledim, hem de bu şarkıları söyleyen Roya isimli bir karakteri canlandırdım. Yani ilk defa oyunculuk ve müziği birleştiren bir projede yer aldım. Sizlerle buluşacağı günü bekliyorum. Onun dışında, yeni menajer işbirlikleri ve müzikle ilgili dijitale işler hazırlamak gibi gündemlerim var.
“SONSUZA DEK KADIKÖY…”
- Kadıköy’le bitirelim söyleşimizi. Erenköy’e taşınmanız lise dönemindeydi. Arada bir süre Kıbrıs hariç, 20 yıla yakındır Kadıköydesiniz.
Erenköy’de yaşarken, lisede okul çıkışları sürekli Kadıköy’de takılıyordum. Sosyalleşmenin yoğun olduğu bir ortam burası. Bir sanatçı adayı için de son derece besleyici. Şanslıydım yani. Üniversite zamanında Mimar Sinan Konservatuar’ı kazanınca da karşıya taşınmayı hiç düşünmedim. 2016’ta bir sene Kıbrıs deneyimim var ayrı kaldığım. Sonra zaten dayanamayıp döndüm. (gülüyor)
- Kadıköy, sanatın ve özgür ifadenin önemli merkezlerinden biri. Bu atmosfer, sanat anlayışınızı veya üretimlerinizi nasıl şekillendirdi?
Kadıköy’de sürekli bir hayat var. Bazen şikayet ediyorum ama yine de vazgeçilecek bir yer değil benim için. Kedisi köpeği, Moda burnu, denizi havası… Her zaman sakinleştiriyor beni. Bu yorucu şehir hayatında insanın motivasyonunu, üretimini de etkiliyor bence iyi anlamda..Yoğurtçu Parkı’nı çok severim mesela, sabah koşusuna çıkıyorum bazen. Renkleri, sokak müziği, Süreya Operası, SinemaTek, alternatif tiyatro mekanları, sokak sanatı, graffiti kültürü insanı istemese bile sanatın içine çekiyor. İfade özgürlüğünün görece hala yaşadığı bir yer burası. Kendimi İstanbul’un merkezinde, sokağa çıkınca sanatın her dalından haberdar hissetmek, yaşayan bir organizmanın içinde var olmaya ve üretmeye devam etmek demek Kadıköy benim için. Evet karşısı da çok güzel ama Kadıköy benim ilk göz ağrım… Khalkedon forever!