Saymaz, FITRAT'ı anlattı

Türkiye’nin en başarılı gazetecilerinden İsmail Saymaz ile yeni kitabı “Fıtrat” hakkında söyleştik

01 Aralık 2016 - 16:23

Alper Kaan YURDAKUL

Gazeteci İsmail Saymaz’ın yeni kitabı “Fıtrat/İş Kazası Değil, Cinayet” 4 Kasım itibariyle raflarda yerini aldı. Saymaz, İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabında Soma’dan Ermenek’e, Ermenek’ten Tuzla tersanelerine, iş kazasında hayatını kaybeden “sıradan insanların sıra dışı hikâyelerini” anlatıyor. Her geçen yıl artış gösteren işçi ölümleri ile ilgili “İşveren bir velinimete, işçi bir kula dönüştü. Sendikanın yerini tarikat aldı. İşçi direnmektense tevekküle itildi. Bunun adını da fıtrat koydular.”  diyen Saymaz ile hak haberciliği kavramını ve yeni kitabı Fıtrat’ı konuştuk.

“SIRADIŞI HİKÂYELER”
• Son yıllarda “hak haberciliği” diye bir kavram ortaya çıktı. Siz de bazı açıklamalarınızda bu kavramı dillendiriyorsunuz. Nedir hak haberciliği? Siz hak habercisi misiniz?
Hak haberciliği, iletişim fakültelerinde veya literatürde tanımlanmış bir alan değil. Bu pratikten gücünü alan, haber yapanların deneyimleyerek oluşturduğu bir mecra. Daha çok adliye muhabirlerinin ilgilendiği, insan hak ve hürriyetlerini ve bunlara dönük ihlalleri ağırlıklı konu alan, devletle birey arasındaki çatışmada bireyi önceleyen ve şiddeti reddedip bu eksende haber üreten bir alan. Esasen bu alandayım. Kendime özgü bir tarif yapmak istersem o da şu alabilir: Geleneksel ana akım medyada, ağırlıklı olarak sıra dışı insanların sıradan hikâyelerine odaklanılır. Bunu ters yüz etmek gerektiğine inanırım. O bağlamda sıradan insanların sıra dışı hikâyelerini yazmak gerektiğini düşünüyorum.
• Son dönemde birçok gazete kapatıldı. Yine bazı gazetelerin yöneticileri ve yazarları tutuklandı. Bir gazeteci olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kaygılı mısınız?
Çok rahatsız edici. Çünkü yaklaşık 15 yıldır devam eden ve yeni, ileri, demokrat olduğu iddia edilen bir Türkiye’de her gelişmede, her dönemeçte, kapısına mahkeme tebligatı gönderilen, polis gönderilen ilk kişilerin gazeteciler olması elbette ki bizi tedirgin ediyor. Hele ki 15 Temmuz’dan sonra darbeyle ve Fetullahçı çete ile hiçbir ilgisi olmadığı halde, Cumhuriyet Gazetesi’nden tutun da İMC TV’ye, Hayat TV’den Yön Radyo’ya varan ölçüde soruşturmaların genişletilip, fırsat bu fırsat denerek muhalifleri boğazlama yoluna başvurulması ana akımda çalışmış olan bizlerin de artık işini yaparken elinin titremesine yol açacak.

“İŞÇİ ÖRGÜTSÜZLEŞTİRİLDİ”
• Yeni kitabınız “Fıtrat” kitapçılarda yerini aldı. Fıtrat’ta iş kazalarında hayatını kaybeden işçilerin hikâyelerini anlatıyorsunuz. Neden böyle bir konuda yazma ihtiyacı duydunuz?
Bu konu, 2006-2007 yılından itibaren özelde Tuzla’da meydana gelen iş cinayetlerinden başlayarak aslında haber yaptığım alanda ciddi bir yekûn oluşturuyordu. İş kazaları benim yaptığım her dört haberden birini oluşturuyor. O bakımdan zaten sürekli dikkat ettiğim, dikkat çektiğim bir konuydu. Aynı şekilde benim bütün ailem işçi. Ben de bir işçi çocuğuyum. Üstelik iş kazasında bir gözünü kaybetmiş bir işçinin çocuğuyum. Aynı şekilde ben de bir işçiyim, basın emekçisiyim. Dolayısıyla aslında anlattığım benim hikâyem. Yazdığım 9 kitap içerisinde belki de toplumun en geniş kesimine hitap eden kitap, bu kitap. Öte yandan bu kadar önemli ve hayati bir konu olmasına rağmen, maalesef bu işe çok duyarlı olması gereken sol politik gruplar dâhil olmak üzere, toplumun entelektüel kesimleri tarafından üzerinde pek durulmayan, okunulması sıkıcı bulunan, tartışılması hep ertelenen bir konu. Bu konuyu tam da bu nedenle toplumun gözüne, özellikle entelektüel kesimin gözüne sokmak istedim. Çünkü eğer insanlar toplumun değişmesini, dönüşmesini arzu ediyorlarsa bunun motor gücü ancak toplumun üreten kesimleri, emekçileri ve fakirleri olacak.
• Her geçen yıl iş kazalarında hayatını kaybeden insan sayısı yükseliyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
24 Ocak 1980’de Türkiye’de ekonomik yönelim bağlamında bir vites değişikliği yapıldı. O da Türkiye’nin neo-liberalizmin ihtiyaçları doğrultusunda emek ve sermaye piyasasının dönüştürülmesiydi. Amaçlanan, Türkiye’nin küresel rekabete adapte olmasıydı. Eşitsiz gelişim yasası gereği Türkiye, ancak bu piyasada emeğini daha ucuza satabilecek ve insanını pazarlayabilecek bir role sahibi oldu. Bu uğurda Türkiye’nin 70 yılda biriktirdiği Kamu İktisat Teşebbüsleri özelleştirildi. Kamu yatırımları durduruldu. Yer altı ve yer üstü kaynakları peyderpey hem yatırımdan uzaklaştırıldı, hem de bütün özelleştirmelerle beraber özel sermayenin hizmetine açıldı. Piyasada daha fazla rekabet ve daha fazla kârın bir yansıması olarak işçi sınıfı örgütsüzleştirildi. Sendikasızlaştırılan işçi sınıfı, sistem karşısında yalnız kaldı ve güvencesiz çalışmaya mecbur bırakıldı. Bunun bir aşama sonrası ise taşeronlaştırma oldu. Taşeronlaşmış işçi sayısı şu an sendikalarda örgütlü işçi sayısının üzerine çıktı.  Bütün bunların hepsi piyasada daha az maliyetle daha çok kâr elde edebilmek içindi. Daha az maliyet demek işçinin canının mümkün olduğunca ucuzlaştırılması demek. İşçi cesetlerine basarak cebini dolduran bir kapitalizm demek. Bütün bunların sonucunda işveren bir velinimete, işçi bir kula dönüştü. Sendikanın yerini tarikat aldı. İşçi direnmektense tevekküle itildi. Bunun adını da fıtrat koydular…
• Peki, bu sayıyı azaltmak için bir çözüm öneriniz var mı?
Bu sayının azaltılması için derhal özelleştirilmenin durdurulması ve kamulaştırma politikasının başlaması gerekir. Sosyal devlet bu güne kadar liberalizm tarafından, kapitalizm tarafından hep toplumun sırtında yük olarak gösterildi. Fakat elimizdeki iş kazaları rakamları gösteriyor ki toplumun sırtındaki asıl kambur ve asıl vampir neo-liberalizmin kendisi. Bunun ilacı da sosyal devlete dönüş. Ve bunun ön koşulu da kamulaştırmanın başlaması. İkinci adım ise taşeronlaşmanın yasaklanması ve iş teftiş kurulu nezdinde teftişin ve denetimin etkili bir biçimde yapılabilmesi. Çocuk işçiliğin yasaklanması, göçmen işçiliğinin kontrol edilmesi, bütün bunlarla beraber örgütlülüğün teşvik edilmesi ve sarı sendikacılığın sonlandırılması... Bu enlemlerle beraber şunu göz ardı etmemek gerekir: Her geçen gün emek piyasasında daha ucuz işçiye yönelim söz konusu olduğundan yerli işçiden göçmen işçiye doğru kayış oldu ve olacak. Bugün İstanbul’da Ümraniye’den Halkalı’ya varıncaya kadar sanayilerde işçilerin önemli bir miktarı Suriyeli. Bunlar sigorta bile istemiyorlar. Çünkü vatandaş değiller. Zaten artık öldüklerinde insan bile değiller. Dolayısıyla insan onurunun öncelendiği bir hayatı sunabilmenin yolu ancak sosyal devletten ve örgütlü bireyden geçiyor. Bütün bu liberal dönüşümün suç ortağı olan Türk-İslam sentezi ve siyasal İslam ile politik mücadeleden geçiyor.

YENİ KİTAP MAYIS’TA
• Yeni bir kitap projeniz var mı? Sıradaki kitabınızı hangi konuda yazmayı düşünüyorsunuz?
Var, aslında iki kitap projem var. Biri gazetecilik dışında. İki yıldır Kafa ve Bavul dergilerinde çocukluğumun geçtiği Erzurum ve Rize’ye dair öyküler yazıyorum. Belki Mayıs ayında onları kitaplaştırabilirim. Bir diğeri de gazetecilik eksenli bir proje olacak. Bir gazeteci arkadaşımla beraber hazırlayacağız. Konu ise Işid’in Türkiye eylemlilikleri…

Etiketler; ismail saymaz

ARŞİV