Semih Öztürk’ten nefes aldıran öyküler

2023 Yunus Nadi Ödülleri'nin öykü dalında sahiplerinden biri olan Semih Öztürk “Bu öyküleri yazmaya beni iten şey derin bir nefes almaktı” diyor

19 Ocak 2024 - 09:26

Semih Öztürk’ün 2022 yılında İletişim Yayınları etiketiyle çıkan Telaş Bandosu kitabı 2023 Yunus Nadi Ödülleri’nde öykü dalında ödüle değer bulunan eserlerden biri oldu. Ödülü Necati Tosuner, Gamze Efe ve Öznur Unat ile paylaşan Semih Öztürk yan komşumuz Üsküdar’ı mekan eyleyen öyküleri hayat karşısında gürültülü yalnızlığımızı anlatıyor. Öztürk’ün derin bir nefes almak için yazdığı öyküler okuruna da derin bir nefes aldırıyor. Öztürk ile Üsküdar’ın müstesna mahallelerinden biri olan Selimiye’de buluşup kitabını, kahramanları ve aldığı ödülü konuştuk.

* Klasik olarak yazma serüveninizle başlayalım. Nasıl başladı?

Yazma hikâyem, Giresun Bulancak’ta o küçük bir taşrada yaşayan sıradan bir çocuğun hayalleriyle başladı. İlçede halk kütüphanesi vardı. Orada kitap okumaya başladım. Kitapların çoğu benim yaşıma uygun olmayan yani büyükler için olan kitaplardı. O kitaplarda farklı dünyalar, farklı hayatlar gördüm. Kendi hikayelerim de olabileceğini, benim de bir şeyler yazabileceğimi o dönemler düşünmeye başlamıştım. Ama tabii bu o zaman bu ‘bir öykücü olayım’ gibi bir düşünce değildi. Ne zaman ki lise bitti daha düzenli, daha düzgün bir yazma sürecim başladı. Üniversitedeyken de yazma düzenim oturdu.

“YAZI HER ŞEYİN ÖNÜNE GEÇTİ”

* Sanırım sahne sanatları okudunuz?

Evet sahne sanatları mezunuyum. İzmit’te okudum. Ben öğrenciyken trenler işliyordu. O trenlerle İstanbul’a gelip gidiyordum. Tiyatro ile iç içeydim. Bizim okuldan mezun olanlar genelde tiyatroya yönelirler. Benim için yazı her şeyin önüne geçti. Kendimi en iyi hissettiğim ve en iyi ifade ettiğim alanın öykü olduğunu hissettim. Ve o yolda da devam ettim.

* İlk öykünüzü üniversitede mi yazdınız?

Daha önce yazdığım öyküler vardı ama ayakları yere basan öyküler üniversitede okuduğum dönemde yazdığım öyküler oldu. Hatta ilk kitabım “Önce Dağlar Kar Tutacak” kitabındaki öykülerin birçoğunu öğrencilik döneminde yazdım.

 * Kitabınız Telaş Bandosu’na gelecek olursak kitapta 8 öykü var.  İlk dört öykü geçmiş bir tarihe ait ve birbiriyle bağları var. Geçmişe dair öyküler yazmayı neden tercih ettiniz?

Yaklaşık sekiz yıldır Üsküdar'da yaşıyorum. O dönemleri kendi hikâyelerime çekmek ve o dönemlerde neler olup bittiğini görmek istedim. Yoksa öyküler tarihi değil. Tarih sadece öykülerde güzel bir dekor.

* Yani öykülerde anlatılan kişi ve olaylar kurgu mu?

Bütün karakterler kurgu. Tek gerçek karakter Şuayip. O da bir köpek. Doğancılar parkında yaşıyor. Ama adı Şuayip değil. Orada uyur, uyanır, herkes ona yemek verir ve onu sever. O da yerinden kalkmayı sevmeyen bir köpektir. Onun yaşadığı yerin karşısında bir konak var ve o konak benim o hikâyeyi yazarken gördüğümde kafamda ‘buradan bir öykü yolculuğu başlayabilir’ düşüncesi canlanmıştı. Şuayip'den yola çıkıp Halis Efendi ve diğer karakterler hayat buldu. 

* Öykülerdeki karakterler ve olaylar aklınıza böyle mi geliyor. Yani bir şey duyduğunuzda, gördüğünüzde?

Daha çok duyduğum bir isim bir sözcük, bazen bir fotoğraf karesi oluyor. Ama karşılaştığım an değil daha sonra kendini hatırlatıyor.

Farklı bir sokağa girdiğimde orada karşıma çıkan bir ev, eski bir konak ya da yolun kenarında büyük falan bir kedi ya da bu köpek başka bir şey, günün sonunda bir öyküye dönüşüyor. Bir de ben not alarak çalışmıyorum.

* Nasıl çalışıyorsunuz?

Şöyle bir öykü yazayım diye not almıyorum. Bir şeyin kendini yazdıracak kadar gücü varsa zaten onu unutmam. Daha önce not almayı denedim ama onlara dönüp bir şey çıkaramadım. Bir düşünce kafamın içinde dönüp durmaya başladığında günün birinde bir vicdan azabına dönüşüyor ve yazmaya başlıyorum.

* Yani kafanızda bir süre yaşıyorlar?

Evet o orada yaşıyor. Ben reklam yazarlığı yapıyorum. Hayatını yazarak kazanan biri olarak 9-6 saat dilimi arasında yazı yazıyorum eve geliyorum gene yazı yazıyorum.

“ÖYKÜ YAZMAK DİNLENDİRİYOR”

* Bu kadar yazmak yorucu olmuyor mu?

Reklam yazarlığı başka bir alan, öykü yazarlığı başka bir alan. Bazen her ikisinden de çok sıkıldığım dönemler oluyor. O zaman hiçbir şey yazmıyor, sadece reklam yazarlığı yapıyorum. Öykü daha öznel alanlarda kalem oynatabildiğim bir alan olduğu için işten çok bunaldığım zamanlarda kendimi bir öykünün içine dalmak beni sağıltıyor, dinlendiriyor.

* Yazma rutininiz ne? Mesela bir öyküye başlayıp bitiriyor musunuz yoksa bir süreç mi alıyor?

Bir öyküye başladıysam onun üzerinde her gün çalışırım. Bazen bir sayfa, bazen bir paragraf mutlaka yazarım. Yazdığım kadar da silerim. Yani oturup bir seferde başlayıp bitirdiğim bir öyküm yok. Hep bir sürece yayıyorum, çünkü çok fazla üzerinde yoğunlaşınca bazı şeyleri görememe noktasına geliyorum. Bu da beni biraz rahatsız ediyor. Dolayısıyla bırakıyorum. Hayatın o karmaşasında devam ederken bir gün tekrar onu hatırlayıp geri dönüp yazıyor ve bitiriyorum.

* Kitaptaki dört öykü birbiriyle bağlantılı. Yazmadan önce bağlantıyı tasarlıyor musunuz yoksa yazarken mi tanışıklık beliriyor?

Öyküler hep aynı çevrede geçtiği için bir birbirlerine bir küçük düğümle bağlanma ihtimali oluyor. Bunu elbette yapmayabilirsiniz. Ama benim hoşuma gidiyor. Okuyanlar da bu küçük noktayı, ayrıntıyı yakaladıkları ve bununla ilgili bir şey söylediklerinde mutlu oluyorum.

* Kitap kediniz Palto’ya ithaf edilmiş. Bir köpek karakterimiz var bir de salyangozlar var. Özellikle salyangozun sizde nasıl bir imgesi var?

Ben kitabı pandemi döneminde yazdım. Pandeminin en yoğun hissedildiği dönemdi. Aşı henüz bulunmamıştı. Parklara çıkmak işte banklarda oturmak, berbere gidip traş olmanın bile yasaktı. O dönemde evde kedimle baş başa kaldım. Evden çalışıyorduk. İş saati, yaşam alanı her şey birbirine geçmiş durumdaydı. O dönemde vejetaryen olmaya karar verdim. Gazella Gazalla öyküsü de o dönem yazdığım bir öyküydü. O güne kadar yediğim hayvan etinin bende yarattığı pişmanlık olarak ortaya çıktı. Bu diğer öykülerde de devam etti. Yani pandemi sürecinden bana hayatımın olmazsa olmazı iki şey kaldı: Telaş Bandosu ve hayvanların etlerini tüketmemek.

Salyangoza gelince, bütün hayatını sırtında bir kabuk taşıyan ve yağmurlu havalarda yolculuk yapan bir hayvan. Yerden bir yere gitmek için hep yağmurlu havayı bekleyen ve bu bekleyişi nereye olduğu belli olmayan bir yolculuğu hatırlatıyor. Bu yüzden ne zaman bir salyangoz görsem kendimi çok iyi hissetmiyorum çünkü ezilebilir, başka bir yere konulabilir, her şey olabilir. Dolayısıyla salyangozun bir imgeden çok bir gerçekliği bana her zaman dokunmuştur. Belki biraz da bizlerin hayatına benzettiğim içindir.

* Nasıl?

Bir düzenin içindeyiz ama biz de hayatımızı, hayallerimizi, sıkıntılarımızı, kavgalarımızı sırtımızda taşıyoruz. Çünkü nereye gidersek gidelim hep kafamızda.

* Yazarken okuru nasıl düşünüyor, düşlüyorsunuz? Okur yazarken size nasıl eşlik ediyor?

Öyküyü sevsin, bağrına bassın gibi bir arzuyla yazmıyorum. Çok küçük bir noktasını bile anlayabilmesi bana yeter. Dolayısıyla, okurun yazdıklarımı bütün olarak anlamasını veya çok sevmesini beklemiyorum.

* Öyküleriniz hem üzüyor hem de gülümsetiyor. Ve insana iyileşme duygusu yaşatıyor. Okurdan iyileşme duygusuna dair yorumlar aldınız mı? Siz yazarken ne yaşadınız?

Okurdan iyileştirme hali ile ilgili bir yorumda bulunmadı. Böyle hissettirmesine sevindim. Yazarken sadece kişisel meraklarımı üzerimden atmaya yönelik bir kaygı güttüğüm için bunun okurdaki karşılığını çok kestiremiyorum. Kim ne alıyorsa iyisiyle, kötüsüyle bana yetiyor. Bu öyküleri yazmaya beni iten şey ise derin bir nefes almaktı. Çünkü pandemiye kadar yaşadığım semtte önünden geçtiğim köpeğin sadece başını okşadım ama onunla herhangi bir iletişimim olmadı. Bu evler, mekanlar, sokaklar için de geçerli. Kapanma hali bankta duran bir bankın bile önemini gösterdi.

“ÖDÜLÜN BESLEYEN BİR TARAFI VAR”

* Ödüle gelelim, sanırım ödüle yayınevi başvurdu. Neler hissettiniz?

Evet yayınevi başvurmuştu. Ödülü güzel isimlerle paylaştım. Bu yüzden çok mutlu ve gururluyum. Ödülün devamlılığı olan yazı halini güçlendiren daha da besleyen bir tarafı var. Ödüle saplanıp kalmak ise kendini tekrara da sebep olabilir. Bu sadece ödül değil, yayınlanmış olan kitaplar için de geçerli. Bir kitap yayınlandıktan sonra onunla işiniz bitmiş oluyor, o kitapla bütünleşemez, üzerinde tepinemezsiniz, artık o okura aittir. Başka türlüsü kendinizi tekrar etmenize sebebiyet verebilir ki bu bir yazarın en son isteyeceği şeydir. Ben de bu yüzden o süreçleri hızlıca geçip yeni yazacaklarıma odaklanmaya çalışıyorum. Ödülün de güzel coşkusunu yaşadım, kalbimin üzerine koydum, önüme bakıyorum.

* Yeni çalışma dediniz o da yine öykü kitabı mı?

Evet yine öykü kitabı. Geçtiğimiz ilkbahar, yaz döneminde hep yazdım ve yayınevine teslim ettim. Sanırım Şubat sonrası yayımlanacak.

* Anladığım kadarıyla mekanlarla güçlü bağınız var, Kadıköy ile aranız nasıl?

Kadıköy bana çok hızlı ve dinamik geliyor. Orada olmak, orada zaman geçirmek hoşuma gidiyor. Oraya misafirliğe gitmeyi seviyorum.

 

ARŞİV