Songül Girgin, 2018 yılından bu yana ses içerikli interaktif heykeller üreten bir heykel sanatçısı. Lisans eğitimini Kocaeli Üniversitesi, yüksek lisans eğitimini de Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tamamlayan Girgin, sanat çalışmalarını beş yıldır Kadıköy’de sürdürüyor. Ses içerikli heykeller konusunda akademik tezi de bulunan Girgin’in eserleri hem Türkiye’de hem de Çin ve Ukrayna gibi farklı ülkelerde sergilendi.
“Hareket problemine odaklanarak; saf geometri ve optik sanatı içeren eserler yaratıyorum.” diyen Girgin, esas olarak seyirciyi harekete teşvik eden heykeller tasarlıyor. Girgin’in heykelleri tam olarak bir müzik enstrümanı gibi kullanılmasa da seyircinin müdahalesi ile farklı seslerin çıktığı birer araca dönüşebiliyor. Sekiz metrelik eseri Çin’de bir çölde sergilenen Girgin ile izleyiciyi aktif bir katılımcıya dönüştürmeyi amaçlayan heykellerini konuştuk.
- Heykel okumaya nasıl karar verdiniz?
Çocukluğum doğa ile iç içe geçti. Büyütecim ile otların içine dalar hayvanları ve bitkileri inceler, ağaçların tepesinden rüzgârın, yaprakları ve ağacı sallamasına eşlik ederdim. Yani anlayacağınız romantik ve deli bir çocuktum. Gördüğüm ve hoşuma giden şeyleri çizerdim. Üniversiteye hazırlandığım sırada heykel sanatçısı bir arkadaşım çizimlerimi fark etti ve güzel sanat fakültesine gitmemi önerdi. Kısa bir süre hazırlandım ve heykel bölümünü kazandım. Kendimi ifade ederken en rahat olduğum alandı sanat. Heykel ise kendi oyuncaklarımı yapmam için önemli bir seçim oldu.
-Çalışmalarınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Heykellerin hareketini oluştururken iki farklı tavır kullanıyorum. Birincisi; fiziksel hareket. Rüzgâr, su gibi unsurlarla hareket eden yapılar tasarlıyorum. İkincisi ise sabit heykellerin optik hareketi. Bu türden hareket için ardışık ünitelerin titreşimini planlıyorum. Bu titreşime ulaşmak için de seyirciyi harekete teşvik eden eserler üretiyorum. Aynı zamanda heykeldeki boşluklar sayesinde mekânın manzarasını eserin tamamlayıcı bir unsuru olarak kullanıyorum. Doluluk, boşluk, ses, renk, ışık gibi çevresel faktörler heykelimi tasarlarken belirleyici başlıklar oluyor.
“İLHAM KAYNAĞIM DOĞA”
Heykellerinizde metal malzeme kullanıyorsunuz. Tarzınızı oluştururken nelerden ve kimlerden etkilendiniz?
Aslında kendi heykel dilimi bulmam uzun sürdü. Okuldaki eğitimim boyunca önce heykelin teknik ve içerik sorunlarına odaklandım. Sonra doluluk ve boşluk üzerine yoğunlaştım. Bu süreçte taş yonttum. Malzeme önemli çünkü onun kendine ait bir doğası var. Ama sonra daha da hafifletmek istedim heykeli. Taş yerine metal malzemeyi kullanmak istediğimi ve yontmak yerine kes-yapıştır tekniğini tercih ettiğimi fark ettim. Metalin, çocukken doğada gördüğüm yaprağı, böcekleri, çiçekleri yapmak için en uygun malzeme olduğuna karar verdim.
Benim ilk ilham kaynağım hep doğa oldu. Ancak bugüne kadar var olan yaklaşımlar, ilk yaptığınız eserleriniz için esin kaynakları olabiliyor. Naum Gabo, Anthony Pevsner, Matschinsky-Denninghoff, İlhan Koman, Kuzgun Acar gibi sanatçılar benim ilham kaynaklarım oldu. Onların bu meseleye nasıl yaklaştıklarına, hangi malzemeyi hangi teknikle biraraya getirdiklerine ve hangi kavramları kendilerine yakın bulduklarına baktım. Bir süre sonra sadece kendi işlerime bakmaya başladım, gözümü kendi hikayeme çevirdim.
Geri dönüştürülmüş malzemeleri kullanıyor musunuz?
Geri dönüşümden de yaptığım oluyor ama şu sıralar daha çok sıfır malzeme kullanıyorum.
“HER ŞEYİN SESİ VAR”
-Neden ses üzerine yoğunlaştınız, sizi buraya çeken şey neydi?
Sesin, görmekten sonra önemli ikinci duyu verisi olması diyebilirim. Evrendeki her şey hareket halinde demek yanlış olmaz sanırım ve bu da var olan her şeyin makro ve mikro ölçekte seslere sahip olduğu anlamına geliyor. Hatta her şeyin kendine has bir sesi var diyebiliriz. Örneğin insan bedeni bir stetoskop yardımıyla dinlense nabız atışı, kalp atışı, organların sesleri, nefes alıp verirken çıkarılan sesler… İnsan bedeninin durduğu yerde bir makina gibi birçok ses ürettiğini duyabiliriz. Bu beni etkiledi. Daha yakından bakmak istedim ya da dinlemek istedim. Bu arayışımın sonunda bulduklarım, heykeli sadece izlenir değil aynı zamanda dinlenir ve çalınır bir dev enstrüman gibi üretmeme sebep oldu.
- Heykellerin sabit bir nesne olmanın ötesinde interaktif bir şeye dönüşmesi izleyiciyi ve eserin sahibi olan sanatçıyı nasıl etkiliyor?
Çok uzun zamandır heykelle değişik ilişkiler kurmanın yolları aranmış ve aranıyor. Heykele dokunabilirsiniz, heykelin içine girebilirsiniz, yontabilirsiniz, bir parçasını alıp götürebilirsiniz. Aslında heykelle nasıl ilişki kuracağımızın bin bir çeşit modern ya da postmodern yaklaşımları var. Ben de izleyicinin heykele dokunmasını, ondan ses çıkarmasını istiyorum. Sessizce duruyordur ve siz gidip ona dokunur ya da bir soru sorarsınız o konuşmaya başlar. Bir müzisyen için müzik aletine dönüşebilir. Bir çocuk için bütün duyduğu sesler müzik gibidir. Her şeyin bir sesi var ve o şey her neyse ona müdahale ettiğinizde size anlamlı sesler vermeye başlayabilir. Bu benim için keyifli.
Ukrayna Kiev’de sergilenen açık alan heykelimde insanların şaşırdığını ve oynamak için sabırsızlandıklarını gördüm. O ciddi hava dağıldı, heykel dokunulmaz olmaktan çıktı. Ve birden keyifli bir ses arayışı başladı. Kulaklarını heykele dayadılar ve ondan çubuklar yardımı ile müzik yapmaya çalıştılar. Özellikle çocuklar ve müzisyenler heykele daha yakın oldular.