Seyircinin yönettiği oyun!

Dank Laboratuvar Tiyatrosu’nun Kadıköy’de sergileyeceği Oblomovlaşma, seyircilerin arasında performe edilirken, bir an sonra seyircilerin tercihleri doğrultusunda yön değiştirebiliyor

18 Aralık 2019 - 13:20

Sessiz sinema izlemişsinizdir, peki ya sessiz bir tiyatro oyunu? Henüz ben de izlemedim. Ama izlemek istersek 22 Aralık Pazar akşamı 20.30’da Moda Sahnesi’ne gidebiliriz. Zira, tiyatroda sahneleme biçimleri üzerine araştırmalar yapan Dank Laboratuvar Tiyatrosu’nun ilk oyunu “Oblomovlaşma” seyircisini bekliyor olacak. Bursalı Dank Laboratuvar Tiyatrosu’nun ilk oyunu olan bu oyun, tek kişilik ve sözsüz performansla seyircide interaktif bilincin yaratımını hedefleyen oyun, seyircinin anlık seçimleriyle yön değiştiriyor. Oyun, Rus yazar Gonçarov’un literatüre kazandırdığı “oblomovluk” kavramının bu yüzyıldaki izdüşümüne dikkat çekiyor.  Dank Laboratuvar Tiyatrosu bir araştırma tiyatrosu olarak kurulmuş. Sosyoloji, felsefe ve psikoloji gibi farklı disiplinleri bir araya getirmiş. Hem sahneleme biçimleri üzerine hem de oyunun işlediği oblomovluk kavramı üzerine raporlar sunacaklarını, çalışmalarını kendi internet platformlarında ve akademik ortamda paylaşacaklarını dile getiriyorlar. Bunun için oyun sonrasında seyircilerle anket ve söyleşi gerçekleştiriyorlar.

Yönetmenliğini Ali Bircan Teke’nin yaptığı oyun, Burak Çağatay Serinbaş tarafından performe ediliyor. 55 dakikalık oyunun müzikleri sahne üzerinde canlı olarak piyanoyla Ece Şenol tarafından icra ediliyor.

Detayları Dank Laboratuvar Tiyatrosu'nun kurucusu Ali Bircan Teke’ye sorduk.

  • Önce biraz kendinizden bahsedin.

1988 Adana doğumluyum. Ortaöğretimimi Adana’da tamamladım. Önce Muğla Üniversitesi Matematik Bölümü’nden mezun oldum. Sonra Uludağ Üniversitesi’nde oyunculuk okudum. Oyun yazarlığı ve yönetmenliği ile ilgili Türkiye’de ve yurtdışında gelişimime yardımı olan atölye ve projelere katıldım. Son sınıftayken Bursa Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu olarak çalışmaya başladım. Halen devam ediyorum. Uludağ Üniversitesi’nde Tiyatro Yüksek Lisans programında eğitimime devam ediyorum. Şu sıra tezimi yazmakla meşgulüm.

  • Dank Laboratuvar Tiyatrosu ne demek? Neyleri araştırıyorsunuz?

“Dank” kelimesini, “kafaya dank etmek” deyimindeki anlamıyla düşündük. Anlamanın, farkına varmanın, ayılmanın başka bir söylemi bizim için. Tabii özellikle tek heceden oluşmasını, kolay söylenebilmesini ve mümkünse farklı dillerde de anlamının olmasını istedik. Çünkü gezici bir laboratuvar tiyatrosu olarak yola çıktık. Şimdilerde bunun altyapısını oluşturuyoruz. Araştırmalarımızı iki kategoride ele almak mümkün. Tiyatro alanındaki temel araştırmamız, sahneleme biçimleri üzerine yeni yöntemler geliştirmek. Özellikle bugün sahnelemede ihtiyaç duyulan çalışmalar ve yöntemlerle ilgileniyoruz. Örneğin “Oblomovlaşma” oyunumuzda, önceki dönemlere biçimsel olarak benzeyen ancak farklı işlevle kullanılmış birkaç yaklaşımı “interaktif bilinç” kavramı altında ilk kez tanımlamaya çalışıyoruz. Araştırmalarımızla pratiğe döktüğümüz çalışmalarımızdaki bulguları seyircilerimizin de katılımıyla akademik alanda ve kendi internet platformumuzda paylaşacağız. Araştırmalarımızın ikinci kategorisi ise laboratuvar çalışmaları için tercih ettiğimiz oyunun merkeze aldığı konu/tema/olgu/problem vb. alanların derinleşmesini sağlamaktır. Her iki kategorideki araştırmalarımızı daha detaylı ele alabilmek için alan dışı uzmanlarla çalışıyoruz. Ekip içerisinde, sosyoloji, psikoloji, felsefe ve mimarlık alanında uzman arkadaşlarımız var. Ve onlar sadece bu alanlarda çalışmak için ekipteler. Bu arkadaşlarımızın yaklaşımları ve bulguları hem yeni sahneleme biçimlerinin oluşumunda hem de oyunlarımızda ele aldığımız problemlerin araştırılması için önemli bir yerde duruyor.

  • Ne zaman, nerede, nasıl, kuruldunuz? Kaç kişiniz?

Resmi olarak 2019 Şubat ayında kurulduk. Çalışmalarımıza daha önce başlamıştık. İlk oyunumuzun hem provalarını hem de prömiyerini Bursa’da yaptık. Ama sabit bir yerimiz olduğunu söyleyemem. Bazı oyuncu, tasarımcı ve daha önce sözünü ettiğim farklı disiplinlerdeki arkadaşlarımızın bir kısmı İstanbul’da ikamet ediyor. Bu nedenle önümüzdeki oyunlarımızın bazılarını İstanbul’da prova etmemiz gerekecek. Şu anki sayımız on altı.

  • Nasıl bir tiyatro anlayışınız var?

Bu sanırım cevabı çok geniş olan bir soru. Tiyatro içinde hangi alanla ilgili olduğuna göre değişiklik gösterebilir. Örneğin didaktiklikten uzak, mesaj kaygısını öykünün üstünde tutmayan metinler tercihimiz oluyor. Seyirciye çoklu anlamın sunulduğu, seyirci için bir deneyime dönüşebilen oyunlar çalışmaya özen gösteriyoruz. Metin dramaturgisi kadar sahne dramaturgisine de ağırlık veriyoruz. Hatta farklı alanlardaki uzman arkadaşlarımızla prova sırasında da iletişim halinde oluyoruz. Bu işlerin düşünsel olarak daha az hatayla ve kolektif oluşmasına olanak tanıyor. Tiyatro çalışmaları açısından da çok rahat çalıştığımızı söyleyebilirim. Özellikle insani olanın önüne geçen her durumu vazgeçilebilir olarak görüyoruz.

  • İtiraf edeyim ki kitabı okumadım ve bildiğiniz gibi oyunu da izle(ye)medim.  O yüzden önce bana biraz kitaptan ve oyundan bahsedin lütfen.

Oblomov, 19. yüzyıl ortalarında ünlü Rus yazar Gonçarov tarafından kaleme alınan bir roman. Derebeyliklerin yok oluşu ile çöken ağalık sınıfını kendine konu ediniyor. Oblomov karakteri de bir ağa olarak bu çöken sınıfı tek başına temsil ediyor. Değişen koşullara ayak uyduramadığından elinden ağalık dışında iş gelmiyor, kendisine dair hiçbir eylemi gerçekleştiremiyor. Değişen sistem, parasını, sağlığını, aşkını ve hayallerini muhafaza edebilmesine izin vermiyor. Aslında dönemin Rusya’sında Oblomov ve benzeri olan çok fazla eser var. Bu eserlerin hepsi benzer sorun etrafında toplanıyor: oblomovluk. Bu eserler arasında en çok sivrilen Gonçarov’un bu romanı oluyor. Bu nedenle farkındalık düzeyi yüksek, çaresizce ve rahatsız olarak yapılan bir tembellik, eylemsizlik halinin adı “oblomovluk” diye geçiyor literatüre. Oblomovlaşma oyunu da tam olarak bu noktada başlıyor. 19. Yüzyılda tanımlanan “oblomovluk” kavramının 21. Yüzyıldaki karşılığı nedir? Bizi bu çağda kısıtlayan etmenler, kendi kendimize çizdiğimiz sınırlar ve bu sınırları aşmak uğruna ödemek zorunda olduğumuz bedeller… Tüm bunlar “oblomovluk” merkezinde tek kişilik, fiziksel ve sözsüz bir performansla öyküye dönüşüyor. Seyirciler de bu öykünün ucundan yer yer tutuyorlar. Bazen engel oluyorlar bazen destekliyorlar, yaptıkları seçimlerle oyunun gidişatını değiştiriyorlar.

  • Oblomovlaşma, ilk oyununuz. Nasıl bir ihtiyaç/motivasyondan doğdu bu romanı sahneye taşımak?

Uzun zamandır böyle bir laboratuvar tiyatrosunun hayalini kuruyorduk. İçinde bulunduğumuz toplumsal, siyasi ve mesleki koşulları düşününce üretimde kalmak, peşinde olduğumuz araştırma tiyatrosunu hayata geçirmek bir anlamda kendi oblomovlaşmamızın önüne geçmekti. Bu nedenle ilk oyunumuzun “Oblomovlaşma” olmasının bizim için önemli bir anlamı var. Ancak bir durumu düzeltmek istiyorum. Oyun bir roman uyarlaması değil. Oblomovluk kavramının post-modern çağdaki yansımasına dair sözsüz, fiziksel ve interaktif bir performans.  

  • Oblomovlaşma sözsüz bir oyun. Bu ilginç tercih neden? Seyirciye sözle anlatmak istediklerinizi nasıl aktarıyorsunuz?

Bu biraz yarım yüzyıldır araştırılan felsefi bir konuyla ilgiliydi. Sözün önemini yitirmesi, konuşmanın en doğru iletişim aracı olamaması, anlamın sözcüklerin arasında hedefinden şaşması vb. Bu nedenle oyun içinde sadece gösteremiyorsak konuşmayı tercih edecektik. Ona da gerek kalmadı. Bunun dışında “interaktif bilinç” diye sözünü ettiğim reji yaklaşımında ne kadar ileri gidebileceğimizi görmek istedik. İnteraktif olanı cümlelerden ayırmak istedik. Seyirci ile konuşmadan, onu bir katılımcıya dönüştürmeye çalıştık.

Sözün çıkması ile hedeflerimizden birine kolayca ulaşabildik. O da çoklu anlam… Seyircinin hayat deneyimine, entelektüel birikimine, düşünce biçimine, yaşına vb. daha birçok duruma göre anlam değişebiliyor. Burada seyircide çağrışımlar yapabilecek bir oyun evreni kuruluyor. Tabii imdadımıza göstergeler yetişiyor. Oyunda kullanılan materyaller bu çağrışımları yapan birer gösterge olarak seyirciyle buluşuyor. Ayrıca müzik ve ışık da birer oyuncu gibi öyküye hizmet ediyor.

  • Peki ya seyirci algılayamazsa diye endişeleriniz oluyor mu?

Daha çok, seyirci ya tek bir anlam çıkarırsa diye kaygımız oldu. Burada sözünü etmeye çalıştığım her şeyi anlatabilmek ya da seyirciye hiçbir anlam çıkaramayacağı bir performans izletmek değil. Bunun önemli bir ölçüsü olmalı. Anlatılan öyküde seyirciyi sınırlandırdığımız bir düşün alanı var. Başlangıçta kendini bazı çıkarımların içinde buluyor. Sonrasında bilinçli şekilde bıraktığımız boşluklar belleğinde kendince bir anlama dönüşüyor. Bu anlamlar seyirciden seyirciye değişiklik gösterebiliyor.

  • Kitabı okuyup yahut okumadan gelmek… Seyir keyfinde/algısında nasıl bir farka yol açar?

Oblomovlaşma’nın romanın uyarlaması olmadığını söylemiştim ama romanı okuyan seyircilerin, karakterin eylemleriyle ve başına gelenlerle ilgili romandan bazı paralellikler yakalaması mümkün oluyor. Aksiyon planını oluştururken romanın bazı bölümlerine göndermeler yapmak istemiştik. Oyun sonrası söyleşilerden anlaşılıyor ki romanı okuyan seyirciler bu bağlantıları yakalıyorlar. Ancak bazen romanı okumuş olmak seyirci için çok kısıtlayıcı olabiliyor. Romana takılı kalan seyirci diğerleri kadar kendini özgür hissedemeyebiliyor. En ilginç yorumları daha çok romanı okumayanlardan alıyoruz.

  • Seyirci etkileşimli bir oyun sanırım ki çember oturma düzeni var. Neden ‘izleyeni’ de dahil ediyorsunuz?

Amacımız seyircinin izleyen olmaktan çıkıp bir katılımcıya dönüşmesi. Ancak buradaki katılmak eylemi herhangi bir interaktif oyundan fazlasını içeriyor. Seyirci her an bilinci ile oyunun içinde bulunuyor. Oyunda neden-sonuç ilişkisinin hiç bırakılmadığı bir katılım hedefleniyor. Bunu, “interaktif bilinç” kavramının oluşmasında etkin olan unsurlardan biri olarak gösterebiliriz. Seyircinin oyun alanına dahil olmasının en büyük nedeni budur diyebilirim.

  • Oyun sonrası seyirciyle sohbet edip, bir anket doldurmalarını rica ediyormuşsunuz. Neden?

Bir laboratuvar tiyatrosu olarak araştırma yapmadan önce elbette ki bazı hipotezlere sahip oluyoruz. Oyun sonrası anketler ve söyleşi sayesinde araştırmalarımız sonucunda ortaya koyduğumuz performansı analiz edebiliyoruz. Eğer hipotezimizi kanıtlayacak bulgulardan uzaklaştığımızı görürsek oyuna ekip olarak gerekli müdahaleyi yapmaktan çekinmiyoruz. Örneğin en son 10. oyunumuzu oynadık ve prömiyerdekine kıyasla eklenen, değişen ve çıkan birçok yer var. Kısacası anketler ve söyleşiler oyunun dinamik, değişken ve yaşayan bir organizma olmasına büyük katkı sağlıyor.

  • Sizin literatürünüzde ‘oblomovlaşma’ terimi neye denk düşüyor?

Oyun içinde herkes kendi oblomovlaşmasını görüyor. Bu yüzden bunu biraz da oyunun dışına çıkarak söyleyeyim. Ekip içerisinde provalar dışında bile buna dair konuşmalar yaptığımız oldu. Bugünün oblomovlaşmasının bireyselleşmekten doğduğunu sıkça dile getirmiştik. Gerçekten eylemsel anlamdaki yalnızlık her birimizi etkisiz hale getiriyor.

  • Oyunun merkezinde konu/durum/sorun nedir?

Günümüzün oblomovluğu olduğunu söyleyebilirim. Hepimizde teşhis edilmeyi bekleyen, bununla başa çıkarak yaşamayı öğrenmemiz gerektiğini düşündüğüm bir yük. Nasıl ki Oblomov romanındaki Oblomov’un içinde bulunduğu düzen değişmiş ve Oblomov bu değişen düzenle ne yapacağını bilemediği için eylemsiz kaldıysa, biz de içinde bulunduğumuz düzenin araçlarıyla tam olarak ne yapmamız gerektiğini bilemiyoruz. Tüketimin yaşamak için bir araç olduğunu düşünüyoruz ama neyi, ne kadar ve ne zaman tüketmemiz gerektiğine karar veremiyoruz. Burada tüketimden kast ettiğim sadece para değil, zaman, duygular, sanat, bilim… Yaşamımızı anlamlı kıldığını düşündüğümüz ve uğruna yatırım yaptığımız her şey… Oblomov gibi değişen düzene ayak uydurmaya çalışıyor ancak çırpınmaktan öteye gidemiyoruz. Oblomovlaşma oyununda da oyuncu kendine konforlu bir alan yaratabileceği objelerle karşılaşıyor. Aralarında eyleme geçebileceği araçlar da var. Ama bu araçları konforundan vazgeçmeden nasıl kullanabileceğini bilmiyor. Bu yüzden arada kalıyor, küçük bedeller ödemekten kaçındığı için daha büyük acı çekiyor.

  • Künyede “Sosyoloji Uzmanı: Emek Yılmaz” ibaresi gördüm. İlk kez böyle bir şey görüyorum. Emek Yılmaz’ın sosyolog olarak oyuna katkısı nedir?

Bu oyunda sosyoloji ağırlıklı çalıştık. Sonraki oyunlarımızda diğer sözünü ettiğim alanlarda çalışan arkadaşlarım da eklenecekler. Bu tiyatroda disiplinlerarası çalışma biçimimizin bir sonucu diyebilirim. Emek hem metin çalışmalarında hem sahne provalarında hem de oyun çıktıktan sonra çalıştı. Çağımız tüketiminin, bireyselliğinin, konformist yapısının ve vazgeçişlerinin oblomovlukla hangi açıdan ilişkilendirilebileceği sosyoloji ve dramaturgi çalışmasının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Elbette oyunda seyirciye bunu doğrudan göstermiyoruz. Bu daha çok, oyunu derinleştirebilmemiz için bize açılan bir kapıydı. Bu anlamda postmodern oblomovluğun tanımlanması konusunda Emek’in katkısı fazlaydı. Provalara sık sık katıldı. Oyun içinde özellikle evlilik ile oblomovluğun ilişkilendirildiği bir bölümün doğru kurulabilmesinde etkisi büyüktü. Anketteki oblomovluğa dair sorularımız da onun kaleminden çıktı ve anketlerle hala yakından ilgileniyor.

  • Sizler Bursalısınız. Orada tiyatro yapmaya devam edeceksiniz de misafir olarak mı İstanbul’a geliyorsunuz? Yoksa artık İstanbul’da mı tiyatro yapacaksınız?

Ekibimizin yarısı İstanbul’da yarısı Bursa’da olduğu sürece iki şehirden de vazgeçmemiz mümkün görünmüyor. Sanırım vazgeçmek de istemiyoruz.

  • Bursa’dan sizi buraya getiren süreç nasıl oldu?

İstanbul bizim çok sık geldiğimiz bir yerdi. Ben, oyuncu dostum Burak Çağatay ve tasarımcı dostum Kutan, Mudanya’da yaşıyoruz. Malum, Mudanya’dan İstanbul’a gelmek İstanbul’da bir yerden bir yere gitmekten daha kolay olabiliyor. Bu da bizim sık sık İstanbul’a gelebilmemizi kolaylaştırdı. Yani İstanbul’a gelmemiz için özel bir süreç yaşanmadı. Ekibimizin fiziki koşulları buna uygundu.

  • Kadıköy ile bağınız nedir?

Henüz öğrenciyken dahi, duyduğum birkaç şehrin seyircisinin karakteristik özellikleri varmış gibi gelirdi. Aslında zaten hemen her yerdeki seyircilerin farklı karakteristik özellikleri, alışkanlıkları vardır. Ama bunlardan bazılarının özel olduğu vurgulanırdı. Bunlardan birisi Ankara… “Ankara seyircisi çok özeldir” denirdi. Ankara’da oynadıkça gerçekten öyle olduğunu anladım. Aynı cümle İstanbul için kurulurdu. “İstanbul seyircisi farklıdır,” diye başlayan bir tanımlama duyardım. Ama en ilginci aynı şehrin içindeki bir semtin kendine özel bir alımlayıcı kitlesi yaratmış olması. Çünkü İstanbul dışında bile “Kadıköy seyircisi” diye söz edilen, kendi karakteristik özelliklerini oluşturmuş bir seyirci kitlesinin varlığından söz ediliyordu. Bu da bizde hep heyecan ve merak uyandırmıştı. Önceki temsillerimizden de haksız olunmadığını anladık. Şimdi de bunun tadını çıkarmak istiyoruz aslında.

  • 22 Aralık’ta Kadıköy seyircisi karşısında olacaksınız. Mesajınız nedir onlara?

Seyircilerimizi kendi oblomovluklarıyla yüzleşmeye davet edebiliriz. Oyunda ne ile yüzleşeceklerini tam olarak onlara söyleyemiyorum. Bu herkesin kendinde karşılaştığı oblomovlaşmaya göre değişiklik gösterecek. Belki de yüzleşecek bir oblomovlukları olmadığına karar verecekler. Bunu öğrenmek için buyursunlar bizimle olsunlar.


ARŞİV