Tam 70 yıl hiç durmadan şiir yazdı. “Ben yaşlıyım ama ihtiyar değilim. Hala şiir yazıyorum. En son bir şiir yazdım, lodosa karşı yürüyen bir genç kızı anlatıyor” diyecek kadar hayata bağlıydı. Şiirleri ona her zaman ödül kazandırmadı, başına işler açtı ama o yazmaktan vazgeçmedi.
85 yaşında, Gazete Kadıköy çalışanları olarak evine misafir olduktan 7 ay sonra 20 Ekim 2010'da aramızdan ayrıldı usta şair Arif Damar. Damar ile Moda’daki evinde yaptığımız söyleşiden küçük bölümleri, anısına saygıyla yeniden paylaşıyoruz.
- 15 yaşında sizi şiir yazmaya iten neydi? Nasıl başladınız yazmaya?
Sevdiğim bir şeyi yapmak istedim. Yeteneğim olduğunu söyledikleri bir şeyi. Ben şiirlerimi yayınlamıyordum ama bana yayınla diye ısrar ettiler. Benim şair olmak gibi bir derdim yoktu. Yoksulluk, açlık çekmiştim. Bunlar ortadan kalksın, eşitlik olsun istedim. Gelibolu küçük yer, orda zengin çocukların benim kadar zeki ve çalışkan olmadıkları halde gayet şık okula geldiklerini görüyordum, ben yalın pabuçla gidiyordum. Bu dengesizliği sezdim. Sezgi çok önemli bir şair için. Belki de beni şiire iten bu sezgilerimdi.
- 1951’de birçok şair ve yazar cezaevine girdi. Siz de onlardan birisiniz. Neler yaşandı o dönem?
Askerden geldikten sonra Türkiye Gizli Komünist Partisi’ne üye oldum. O sırada Mahmutpaşa’da işportacılık yapıyordum. Sonra TKP sanığı olarak 1951’de tutuklandım. “Dayanılmaz” diye bir şiir yazmıştım. 1. Şube Müdürü Ahmet Topaloğlu, gece yarısı geldi dedi ki “Seni Yeryüzü dergisinde çıkan şiirini daha güzel okuyacağın bir yere götüreceğim”, beni aldı tabuta koydu. Çok hoşuma gitti, şiirim canlarını sıkmış diye. Oradan Harbiye Askeri Hapishanesi’ne gitmek bir kurtuluştu. Orda iki yıl kaldıktan sonra beraat ettim. Ben hapishanede şair olmadım, şairken hapishaneye girdim. Ahmet Arif de öyle, birlikte yattık. Bütün arkadaşlarım içerdeyken bana tahliyeni iste diyorlar. Ben niye isteyeyim, çıksam aç kalacağım. Sonra hakim beni zorla tahliye etti (gülüyor). Sonra çeşitli yerlerde çalıştım ama polis sürekli baskı yapıyordu. Bu arada Günden Güne kitabım yayınlandı, o da toplatıldı. Yargılandım ama beraat ettim. Bilirkişi “Halk bunu anlamaz suç unsuru yoktur” dedi. Sonra İstanbul Bulutu kitabımı yayınladım. Bu kitabımla Yeditepe Şiir Ödülünü Cemal Süreya ile birlikte paylaştık.
- Kadıköy Suadiye’de 15 yıl işlettiğiniz bir kitabeviniz vardı.
Suadiye’de Yeryüzü Kitabevi’ni açtık. 15 yıl bu kitabevinde çok güzel günlerimiz oldu. Sonra 12 Eylül askeri darbesinin ardından 1982’de biri ihbar etmiş, propaganda yaptığım iddiasıyla. Beni yeniden gözaltına aldılar. Bana Komünist Partisi üyesi olduğumu kabul etmem için ricada bulundular. Halbuki ben Güney dergisinde TKP’yi eleştiren bir yazı yazmıştım. Ama o dergiyi bulup da ispat edemedim. En sonunda yasak yayın bulundurmaktan üç aya mahkum ettiler. Çıktıktan sonra kitabevini kapattım ve kendi yazılarımla ve şiirlerimle daha çok ilgilenmeye başladım. Birçok kitabımı bu tarihten sonra çıkardım. En son “Bir Gökkuşağı İnerse Nasıl” kitabımı yayınladım. Onunla Sedat Simavi Ödülü’nü aldım. Bu kitabımı F tipi cezaevlerine karşı ölüm orucuna giren ve yaşamını yitiren Sevgi Erdoğan’a adadım.
- 41 yıllık Kadıköylüsünüz. Nasıl bir şey bir şair olarak Kadıköy’de yaşamak?
41 yıl oldu, 41 kere maşallah (gülüyor)… Biz Şişli’den buraya taşındık. Orada yürüyüş yapacak yer yoktu. Burada çıkınca her tarafa yürüyüş yapabiliyoruz. Moda Çay Bahçesi’ne, iskeleye yürümek çok keyifli. Hiç özlemiyorum karşı tarafı. Şiirime de ilham oluyor Kadıköy’de yaşamak. Deniz, gemiler, yelkovankuşları, martılar, ağaçlar… Hepsi benim ilham kaynaklarım. Bana soruyorlar, denize bakan bu güzel evi nasıl aldın diye. Diyorum ki 1963’te Merişko Büyük Şiir Ödülü’nü aldım (gülüyor). Karımın diğer adı Meriç ben de ona Merişko diyorum, 1963’te onunla evlendim ve bu benim en büyük ödülüm.
- Şairler, yazarlar genelde yaşadıkları semtin kafelerini, meyhanelerini mesken tutarlar. Sizin böyle severek gittiğiniz yerler var mı Kadıköy’de?
Ben en çok Son Gemi’ye giderim. Arada şairler de geliyor. Kapıda “gamsız olan giremez” diye bir yazı var, çok hoşuma gidiyor. Onun dışında Moda’da “Kemal’in Yeri”ne çay içmeye giderim. Orayı da çok severim. Ama meyhane olarak çok sevdiğim bir yer yok, eskiden Koço’ya giderdik ama artık gitmiyorum. Meyhanecilik Rumların işi, en iyisini onlar yapıyor.
- Peki Arif Damar’ın bir günü nasıl geçiyor?
Sabah erken kalkıyorum, eskiden çayı ben koyardım artık oğlum Nice koyuyor. Gazeteler geliyor, onları okuyorum. Bol bol kitap okuyorum. Üzerine çalıştığım bir şiir varsa onunla uğraşıyorum. Çünkü benim artık kötü şiir yazma özgürlüğüm yok. Kötü şiir yazarsam sevilen şiirlerime de gölge düşürürüm. Mesela benim en sevilen şiirim Gitme Kal’dır. Ben onu altı ayda yazdım. Şiir emek istiyor.
GİTME KAL
Nice nice acıları aklına getir
Bunca yoksulluğu aklına getir
Gözyaşlarını aklına getir
“GİTME KAL” var yok dinlemez bir çocuk isteğidir
Gitme aklına getir
Kıraç mı kıraç toprakların üstüne
Güneşler açar yağmurlar kesilince
Çırılçıplak kayada yeşerir incir ağacı
Dağların kuytusunda bir uslu çiçek
Dağıtır mavisini kendi kendine
Gitme beraberlik içinde
Nasıl sevinirdik aklına getir
Her şeyi her şeyi aklına getir
Gece yarılarını aklına getir
Söylediklerini aklına getir
Sinsi yağmurlar yağıyordu
Soğuktu
Yaktığımız ateşi aklına getir
Nelerden geçiyorsun aklına getir
Gitme dünyamızın her yerinde
Yorgun eller gülleri derleyince
Ellerin sevincini aklına getir
Güllerin sevincini aklına getir
Ne çok severdik seni aklına getir