Şimdi ‘Rüya Zamanı’

10. şiir kitabı ‘Rüya Zamanı’nı yayımlayan Kadıköylü şair Salih Bolat, “Güzel, özgür, mutlu insanların yaşadığı bir hayatı tasarlamak için şimdi Rüya Zamanı. Kitabımın adı da bir davet buna…” diyor

11 Aralık 2019 - 12:31

Kadıköy’deki gizli kuytularında şiirler okuyup, şiirler yazıyor. Şimdilerde 10. şiir kitabı “Rüya Zamanı” ile okur karşısında.

“İnsan duygularını yansıtmakta güçlük çektiği zaman ya da kendini anlatabileceği birini bulamadığı zaman, sanata ve şiire başvurur” diyen Salih Bolat ile hem kitabını hem şiiri hem de Kadıköy’ü konuştuk.

  • Şimdi ‘Rüya Zamanı’ mı sizin için? Yoksa öyle olmasını istediğiniz için mi yeni kitabınıza bu adı koydunuz?

İçinde yaşadığımız şu günler tam da rüya zamanı. Tasarladığımız yaşama biçiminden, kurduğumuz dünya projemizden vaz geçmeme zamanı. Güzel, özgür, mutlu insanların yaşadığı bir hayatı tasarlamak için şimdi Rüya Zamanı. Kitabımın adı da bir davet buna.

  • 1983-2014 arasını kapsayan şiir kitaplarınızı  ‘İlk Kar’da toplamıştınız. 31 yıla yayılan şiirler neden bir araya getirmiştiniz?

Kitaplarımın büyük bölümünün baskısı bulunmuyordu. Özellikle ilk kitaplarım yıllardır tekrar basılmamıştı. Hem onları yeniden okura sunmak hem de kendi şiir serüvenimin bir arada görülmesini sağlamak için dokuz kitabı “İlk Kar” adlı kitapta toplamıştım.

  • Peki ya “Rüya Zamanı” nda kaç şiir var? Ve ne kadar zamanda dile gelip kağıda döküldüler?

Rüya Zamanı, son kitabım olan Atların Uykusu’ndan 6 yıl sonra yayımlandı. 80 civarında şiir yer alıyor. Ama şiirlerin yazılış sürelerinin yanında bir de hayat süreleri vardır. Yani yaşanmışlık süreleri… Hani bir mühendisin beş dakikalık emek karşılığında istediği ücreti fazla bulan müşteriye verdiği cevap var ya, “50 yıl artı 5 dakika” gibi, ben de şiirleri ne kadar zamanda yazdığım sorusuna ’60 yıl artı 6 yıl’ yanıtını verebilirim.

  • Bu bir şiir kitabı ama eğer düzyazı olsaydı ve bir önsöz yazmanız gerekseydi, neler yazardınız?

Düzyazı kendi dışında referansı olan bir dildir. Açıklanabilir. Bu nedenle onun için bir önsöz yazabilirsiniz ama şiirin kendi dışında referansı yoktur. Şiirin sorusu da cevabı da kendi içindedir. Onu ayrıca açıklamaya gerek yoktur, zaten açıklayamazsınız. Şiiri açıklamak istediğinizde şiirin dışına çıkarsınız. Şiir gösteren ile gösterilenin çakıştığı bir dildir. Bu nedenle şiir için özsöz yazmaya gerek yoktur, diye düşünüyorum.

  • Yeni şiirlerinizi bir kitapta toplarken izlek bütünlüğü ya da anlamsal bir bütünlük gözettiniz mi?

Bir şairin baştan sona, yani yaşadığı hayat boyunca belli izlekleri olur. Kim ne derse desin, niceliksel olarak, biçimsel olarak şiir serüveninde farklılıklar görülse de, özde aynı şeyleri yazar. Yves Bonnefoy’nun, “ben ömrüm boyunca çocukluğumu yazdım” dediğini okumuştum bir yerde. Melih Cevdet Anday da eni konu “ölümsüzlük”, “zaman”, “sonsuzluk” gibi izlekleri sürdürmemiş midir? Behçet Necatigil’in şiir yelpazesi çok renklilik gösterse de, o yine de “evlerin şairi” olarak bilinmez mi? Ya Edip Cansever? İstediği kadar dramatik dili, geleneksel dili, dizeci anlayışı kullanmış olsun, “Otellerin”, “yalnızlıkların”, “yabancılaşmanın” şairi demez miyiz? Başka örnekler verebilirim.

 Demek benim şiirimde de başlangıçtan bu yana belli izlekler olmalı ki, sende bu kanıyı uyandırmış, diye düşünüyorum. Doğa, benim vazgeçmediğim bir atmosferdir. Ama bunu “tabiat” olarak anlamak yanlış olur. Ben tabiattan, pastoral güzelliklerden söz etmiyorum. Doğa benim için nicelik değil, niteliktir. İmgesel dil yaratmanın vazgeçilmez bileşenidir.

  • Şimdi size yanıtı belki çok basit, belki de karmaşık olan bir şey sormak istiyorum; neden şiir yazıyorsunuz? Bir insan neden şair olmak ister/olur?

Bir şaire “niçin şiir yazıyorsunuz?” diye sormak, kuşa “niçin uçuyorsun?” diye sormak gibi bir şey oluyor biraz. Şiir yazmak, diğer bütün yaratıcı etkinliklerde olduğu gibi, kaçınılmaz bir şey, bir yaşama, duyma biçimi. Dünyayı, gerçekliği algılama ve yeniden üretme biçimi. Bu nedenle şair olmak tercihe bağlı bir şey değil. Aslında şiiri gerçekten tanıyan bir kişi, şair olmak istemez zaten. İnsanın ruhunu rahat bırakmayan, bütün bir varlık evreninin tek sorumlusuymuş gibi hissettiren ve hayatı cehenneme çeviren bir iş. Nazım Hikmet çok haklı, “şair olmak zor zanaat” derken.

  • Sanat/şiir olmasaydı ne olurdu/ne olmazdı?

Hayat, gerçeklik yalnızca beş duyumuzla algıladığımız anlamlar evreninden oluşmuyor. Bizi kuşatan sonsuz anlamlar evreni vardır. Sanat ve şiir olmasaydı, insanlık tek boyutlu bir varlık olurdu. Gerçekliğin derinliğini bilmezdi. Çünkü sanat, özellikle şiir, duyular alanımızın dışında kalan anlamları duyular alanımızın içine çeken ve böylece anlam evrenimizi genişleten bir dildir. İnsan duygularını yansıtmakta güçlük çektiği zaman ya da kendini anlatabileceği birini bulamadığı zaman, sanata ve şiire başvurur.

  • “(…)  sanat yapmak, sosyo psikolojik, politik ya da ekonomik bir “yoksunluk” gerektiriyor. “ diyorsunuz bir yazınızda. Sizin yoksunluklarınız neler mesela? Kişisel mi toplumsal mı? Ve şiir yazmak bu yoksunlukları karşılıyor mu?

Evet, Freud bir yerde mutlu insanın sanat yapamayacağını öne sürer. Çünkü mutlu insan kurulu düzenle barışık, hayatla dengeli bir ilişki kurmak adına kendinden vazgeçebilen insandır, bir yerde. Sanat yapmak, kendisiyle, toplumla, doğayla bir sorunu olmayı gerektiriyor. Buradaki “sorun” u, bir “problem”den çok bir “yoksunluk” olarak anlamak gerekir. Ben bunu söylemek istiyorum. Yani “işleri tıkırında olan” bir insan hangi özgün anlamları üretebilir ki? Şu da var, bırakalım insanların işleri tıkırında olsun yeter ki, şiir yazmasalar da olur. 

  • Biraz da hemşehricilik yapalım. Modalı olduğunuzu biliyoruz. Kaç yıldır Modalısınız?

16. Bunu derken, “ biz dört kuşaktır Modalıyız” diyenleri duyar gibiyim. Onlara saygım sonsuz, elbette ama Modalı olmanın ölçütü bence süre ile ilgili olmaktan çok Moda’nın anlamlarını yeniden üretebilmekle ilgilidir.

  • Nasıl bir şey bir şair olarak Kadıköy'de yaşamak? Sevdiğiniz, şiirlerinizi yazdığınız, kuytusuna kaçtığınız köşeleriniz var mı mesela?

Kadıköy, benim bilinçli olarak yaşamayı seçtiğim bir yer. Ankara’da yaşadığım yıllarda da sık sık uğrak yerimdi. Üç gün uzak kalsam çok özlüyorum. Küçük Moda sahilindeki bazı banklar benim yaşam alanımdır. Oralarda kitap okur, şiir çalışırım. Bazen öylece denize, uzaklara bakarım. Her gün mutlaka buraya gelir bir-iki saat geçiririm. Beni arayan insanlar orada bulabilirler. Sonra Yoğurtçu Parkı, Bahariye, antikacılar sokağı, Moda Çocuk Parkının sessiz saatleri en sevdiğim mekanlar ve zamanlardır.

  • Kadıköy köklü bir şiir geleneğine sahip bir semt; F.H.Dağlarca, C. Süreya, A. Damar. M.C.Anday gibi efsane isimler ve diğer tüm şairler… Bu gelenek sizin için ne ifade ediyor?

Bu şairlerin tümüyle, yaşamlarında birlikte oldum, onları tanıdım. Bir büyük şiir mirasının içinde doğmak ve var olmak, bunun bilincinde olan bir şair için çok önemlidir. Güney Fransa’da, Nimes’de yaşayan bir şair arkadaşım, Serge Velay,  örneğin René Char’la, Anatole France’la aynı yerde yaşıyor olmanın kendinde oluşturduğu duyarlılık katkısından söz etmişti. Ben de öyle hissediyorum.

  • Şiirlerinize Kadıköy/Moda ne kadar siniyor acaba?

Hani Edip Cansever diyor ya, “insan yaşadığı yere benzer” diye, gerçekten öyle. Şiirlerimde geçen deniz, mekanlar ve insanlar; Kadıköy ve Moda'dan esinlendiğim şeylerdir.

BAHARİYE’DEKİ KÖPEK

bir köpek yatıyor bahariye’de

serin ve karanlık taşlarında kalkedon’un

kemiklerin uğultusunda kaybettiği sesini arıyor

rüzgârın bırakıp gittiği paçavra gibi

bir köpek yatıyor bahariye’de

kendini yangınla açıklayan günlerin ateşinde.

geceye sarınmış uyuyor yaşlı köpek

ta derinlerdeki depremleri dinliyor

biliyor, onun cesareti için karardı sokaklar

onun için aydınlığı elinden tutup getirdi güneş

sanki bir leş, yatıyor sessiz

ölümün çizdiği siyah bir resim gibi.

mevsimlerin başlangıcındaki kararsızlıkla

az önce yağmur yağmış gibi bakıyor

havlıyor arada bir, kendini suçlarcasına

bir genç kızın alınıp götürülmesinden

bir delikanlının vurulup düşmesinden

bir şarkının ağıda dönüşmesinden

havlıyor, anlaşılmayan bir slogan gibi.


ARŞİV