Sinem'in Anekta'sı...

Kadıköylü şair Sinem Sal, yeni kitabı Anekta için ‘Öze varmanın, kalbe inanmanın en önemli olduğu bir çağdan geçiyoruz. Tam da bu çağda bir yol sunuyor Anekta...’ diyor.

07 Ağustos 2012 - 11:06
 
Gökçe UYGUN
 
Kadıköylü genç şair Sinem Sal'ın ikinci şiir kitabı ''Anekta'' yayınlandı. Yeni İnsan Yayınevi'nden çıkan kitapta, Sal'ın kendi deyimiyle “2011 senesinde yaşadığı olgunlaşma”nın ürünü şiirler yer alıyor. Kitap, toplu düzeni ile kendi özü arasına sıkışmış, arada kalmışlara hitap ediyor. Derin, farklı ve içten anlatımıyla dikkat çeken Sinem Sal ile kısa ama öz bir söyleşi gerçekleştirdik.
 
-Şaire şiir sorulur. Sizin için nedir şiir? Nasıl bir ruh halidir? Şiiri düzyazıya tercih edişinizin nedeni var mıdır?
Ben müziği önemseyen biriyim. Yani dünyadaki her türlü müziği... Şiir de öyle benim için. Oturup kendi enstrümanını yaptığın, sesi her seferinde yeniden keşfettiğin bir evren. Düzyazıdan daha gizemli oluşu etkiliyor beni. İlk şiirler zaten hastaları hastalığından sağaltmak amacıyla okunurmuş. Sonra da yapılan büyülerde... Aslında şiir bir nevi iyileşme, iyileştirme ve oyma hâli bende. Kendine dair kazılar yapma ve keşfetme sürecinin arkasından başkaları okuduğunda görüyorlar ki onlar da kendilerinde bir yola inmişler, bir yolda bulmuşlar kendilerini. Sanırım bu yüzden önemli biraz da.
 
-Birçok insan şiire mesafelidir. İlk kitabınız Lakuna'yı (Şubat 2010) çıkarırken ne hissettiniz? Kim/niye/nasıl okuyacak şiirlerimi diye düşündünüz mü hiç?
Evet, şiir çok kolay alımlanabilinen bir tür değil gerçekten. Önceden bir tanıdıklık gerektiriyor, bunu inkâr edemem. Çünkü düzyazı daha yakındır anlaşılmaya, ama şiir öyle değildir. Zor anlaşılır demiyorum, ama kolay da değildir. İçsel bir incelik hâli ve şiirin mecrasına dalmak gerektiği gerçeği var yani her zaman. Kim okuyacak diye düşünmedim aslında. Duymak istediklerimi yazdım belki de. Sonrasında o kendi biçimini alıyor ve kendisi belirliyor zaten onu okuyup anlayacakları. 
 
-Lakuna'nın kelime anlamı nedir? Neden ilk kitabınıza isim olarak seçmiştiniz?
Lakuna, bir nesnenin uzun bir süre aynı yerde kaldıktan sonra ayrılınca ardından bıraktığı boşluk, iz demek. Yani yarı açıklık, kapanmamışlık... Aynı zamanda edebi eserlerin silinmiş bölümlerine de Lakuna deniyor. Bir gün bir yazı yazmıştım, siyahkahve'ye göndermiştim. Orada tüm yazım için tek kelime seçmişti bir arkadaşım: Lakuna. Kitabın içinde de Lakuna diye bir şiir vardı. Aynı zamanda bu olayların üstüne the Climb diye bir grubun Lacuna isimli parçasını dinleyip sevmiş olmam da vesile oldu kitabın adına. Hem tüm güzel tesadüfler beni o isme taşıdı hem de içerik olarak zaten tüm kitabı anlatan tek kelime varsa Lakuna'ydı.
 
‘LAKUNA, KORKULAR KİTABI...’
 
-Lakuna'yı biraz anlatır mısınız? Nasıl bir kitaptı?
Lakuna, korkular kitabıydı aslında. Korku, ne yapacağını bilememe, her şeyin hem ortasında, hem de bir o kadar dışında durma isteğiyle kalakalmışlığın kitabı. Yaralarımızın ne şiddetle önemli olduğunu, hepsinin kendimize dair bir keşif çalışması, kazı olduğunu anlatıyor. Biraz daha karanlık dersem ona haksızlık etmiş olmam. Hüznün ve karanlığın biraz daha ağır bastığı bir kitap aslında bu yüzden.
 
-Sonra Anekta geldi. Arada 1 yılı aşkın süre var. O arada neler biriktirdiniz de Anekta yazıldı?
2011 senesinde kendi tekamülümü yaşadım diyebilirim. Yani bana göre... Hani hep o aradalık hâlinden kurtulamamış insanlarız ya... Dâhil olman gereken bir toplum, aile, eğitim sistemi, her türlü sistem var. Bir yanınla tüm bunlara karşı çıkmak istesen de yapamıyorsun. Ve böylece gerçekle rüya arasında bir varlık oluşturuyorsun kendine. Anekta da bu varlıktı işte. Rüyaya yakın olan bir yerde yaşıyor daha çok. İnsanın tüm bu kaostan, hakiki olmayan duygulardan kurtuluşuna dair bir yol olmalı dediğim bir süreçti 2010-2012 arası... Ve o süreçte edindiğim tek şey sıyrılma ihtiyacıydı. Bizler sıyrılmak, arınmak için gelmiştik dünyaya. Varlığımın temelde yapması gereken şey buyken ben onu topluma göre şekillendirmeye kalkıyordum. Bu yüzden arka kapak yazısı “apoletlerinden kurtul, mülk edinme, sahip olma, ait olma...” diye başlıyor. Çünkü her türlü ayrım bir sınıf oluşturuyor aslında, bir basamak. Yükseklik alçaklık, alçaklık yüksekliğe sebep olur ya... Öyle. Sonra bu ayrılıklar kişilerin gerilimlerine, kopmalarına yol açıyor. Anekta, arada kalmışlara en çok... Öze varmanın, kalbe inanmanın en önemli olduğu bir çağdan geçiyoruz. Tam da bu çağda bir yol sunuyor Anekta.
 
-Kitaplarınıza alışılmadık isimler seçiyorsunuz. Peki ya Anekta'nın kelime anlamı ne?
Bildiğim ve araştırdığım kadarıyla kelimenin dünya dilleri üstünde bir anlamı yok. Öyle olmasını istedim. Varsa da ben o anlamda kullanmadım. Çünkü Anekta bu gezegene ait olmayan bir varlık. Bazen hislerimizi bile kelimelere sığdırmak zorunda hissederiz ya. Aşk deriz, arkadaş deriz, dost deriz. Bir sınıf belirleriz. Bizden öncekilerin koyduğu herhangi bir isme hissimizi sığdırmaya çabalarız. Bu çaba olmasın diye kendi yaratım sürecimde çıkan bir isimle seslendim ona: Anekta diye.
 
-Okurları Anekta'da nasıl şiirler, nasıl bir dünya bekliyor?
Anekta, kalp ritmini duymaya, sınıflardan, katmanlardan sıyrılmaya dair çağrıların, çağırmaların bulunduğu bir dünya diyebilirim.
 
-Kitapta “Şiir ardı sesler” diye bir liste var. Şiirlerini okuyanlara eşlik etmesini arzuladığın şarkılar mı bunlar?
Evet. Yazma sürecimde müzik çok önemli. Bazen günlerce aynı parçayı dinliyorum. O liste de sözlere denk gelen sesler diyebilirim aslında.
 
-Değişik kelimeleri kitap ismi olarak seçiyorsunuz?
Aslında bunun için özel bir çabam elbette olmuyor. Ama kitap ismi seçmek çok bence. Hatta şiirlere bile bu yüzden tek kelime seçmedim. Dikkat ettiyseniz her şiirin başlığı yine bir cümleden oluşuyor. O kadar şey yazıyorsunuz kitabın kapağının ve isminin tümünü bir çırpıda anlatmasını beklemek biraz haksızlık oluyor gibi geliyor bana. Bu yüzden kendi yarattığım bir kelimeyi verdim kitabın adına.
 
-Sanırım bir de roman yazıyorsunuz? 
Evet, 2013'te yayımlanmasını planladığım dört bölümden oluşan bir romanım var. Babasını kaybetmiş, annesini de onu her gün kaybetme korkusundan kurtulma isteğiyle öldüren, rüyalara çok inanan, biraz tuhaf bir kadını anlatıyor roman. Ama daha çok anlatı tarzında oluyor benim düzyazılarım. Şiirden de pek kaçamıyorum yazarken. 
 
 ‘İki kitabımı da Kadıköy'de yazdım...’

“Ben duygu hâli çok sık değişen bir insanımdır. Hayatım boyunca birkaç şeye dair değişim göstermedim. Bunlardan biri de Kadıköy... İki kitabımı da Kadıköy'de yazdım. Yani tüm çayevlerini, barlarını, meyhanelerini, pilavcılarını, eski evlerini, bahçeli evlerini ayrı ayrı seviyorum Kadıköy'ün. Antikacılar Sokağı'nın yeri bende çok ayrı... Orada bir gramofoncu vardır. Eski Rum Evi var: Mustafa Abi... 2012 senesinde bir gramofon tamircisi... İşten çıkıp topuklu ayakkabılarla o sokağa geldiğim zaman, çıkarırdım sokağın başından ayakkabıları. Öyle yürüdüğüm bir gün Mustafa Abi bana piknik tüpünde çay demlemişti, Zeki Müren dinlemiştik. Derken böyle böyle sevdim o sokağı. Bunun dışında Kadife Sokak'ta yarattığım bir sığınak var. Adını Kuyu koyduğum kolektif sanat yuvası.''
  
Anekta'dan...
Kitabın arka kapağında Sinem Sal'ın satırları şöyle diyor;
“Kime?
En çok hayalleri olanlara. Her yere az sonra kalkacakmış gibi gelenlere.
Sonra mülk edinmeyenlere, ait olmayanlara, sahip olmayanlara, ırk ve kavmi bilmeyenlere. Aklını yitirmiş ama kalbini yitirmemişlere, apoletlerinden kurtulanlara, iç'e gömenlere, iç'te büyütenlere, öz'e inananlara. Sonra kabuğunu kıranlara. Bir anahtarı ömür byu aramış da bulunca kuma gömüp kaçmışlara. Yani en çok ve bir tek...
Sana.”
Etiketler; Sinem Sal

ARŞİV