Sinema delisi bir film yazarı!

Sinema yazarı Melikşah Altuntaş, “Film eleştirmenliği çok ciddi bir şey ki bunu da Türkiye’de layıkıyla yerine getirebilen çok az kişi var” diyor

26 Aralık 2018 - 14:31

Sinefiller ve sosyal medya kullanıcıları onu hem Kadıköy menşeili dergi Bant Mag.’teki film yazılarından hem de online dünyadaki binlerce takipçili hesaplarından tanıyor. Melikşah Altuntaş, kendini ‘film izlemek, listelemek ve sevdiği şeyleri paylaşmakla kafayı bozmuş bir sinemasever..’ olarak tanımlıyor.  Tam bir Kadıköy çoğu olan, nevi şahsına münhasır yazı dili ve videolardaki muzır konuşma tarzıyla dikkat çeken Altuntaş ile Bant Mag’in Kadife Sokak’taki mekanı Havuz’da buluştuk.

  • Eğitiminiz nedir? Sinema yazarı olmak için illa sinema okumak gerek mi?

Felsefe eğitimimi yarıda bırakmak zorunda kaldım. Sinema eğitimi almadım ama ablam alıyordu, onun derslerine girdim çok (gülüyor) Sinema yazarı olmak için teknik anlamda temel bir sinema bilgisine sahip olmak gerekiyor bence. Ben zaten kendime hiçbir zaman film eleştirmeni demedim, sinema yazıyorum.

  • Film eleştirmenliği ile sinema yazarlığı farklı şeyler mi?

Bence evet. Film eleştirmenliği çok ciddi bir şey ki bunu da Türkiye'de layıkıyla yerine getirebilen üç beş kişi var toplamda. Herkesin ‘sinema yazarı, film eleştirmeni’ olduğu(!) bu çağda, ben kendimi kesinlikle sinema eleştirmeni diye tanımlamıyorum. Ki bu sistemi de anlamıyorum. Doğru düzgün film analizi, film okuması yapabilen insan sayısı çok az zaten. Siyad ödüllerinde bile filmin senaryo kurgusu ile montaj arasındaki farkı ayırt edemeyen yazarların adaylıklarını görüyorum.

İLK FİLMİ DUVAR’DI

  • Siz nasıl yazmaya başladınız?

Sinema aşığı biri olarak, 5 yaşından beri sinema benim için her şey demek! 18 yaşından beri yazıyorum aslında. Önceleri tek sayfalık fanzin yapıyordum tek başıma, arkadaşlarıma dağıtıyordum. Çocukken de zaten ev sinema dergileriyle doluydu, gazetelerden sinemayla ilgili haberleri kesip saklardım. 2006’dan beri de Bant Mag.’de yazıyorum, sinema editörlüğü yapıyorum.

  • Şimdiye dek binlerce film izlemişsinizdir ama ilkini anımsıyor musunuz?

Çok emin değilim ilk izlediğim film mi ama hatırladığım ilk film Yılmaz Güney’in Duvar’ıydı. Gecenin bir vakti annemle televizyonda izlemiştik.  Annem uyku sorunu çekerdi, ben de uykusuz bir çocuktum. Onunla birlikte sabaha kadar filmler izlerdik. Küçük yaşta çok korku filmi izlemişliğim var.

  • Çok etkilenmiş olmalısınız zira sizin ilk yönetmenlik denemeniz bu türde, 2012 tarihli ‘Görünmeyenler’ filmi.

Evet, korku demek ne kadar mümkün bilmiyorum ama ürkütücü diyebiliriz. Bir arkadaşım ‘arthouse korku’ diyordu. Döneminden daha ziyade şimdi izlenirse daha anlam kazanabilecek, sahte belgesel tarzında bir film. İlk yönetmenliğimdi, 24 yaşımdaydım. Film de çok kötü çıkmadı açıkçası. (gülüyor kendine) keza ticari olarak da şu anki pek çok filmden iyi iş yapmıştı.  

YENİYILDA YENİ FİLM

  • İkinci yönetmenliğiniz olacak mı?

Evet çocukluktan beri hayalim yönetmen olmaktı. Kendime de o açıdan kızıyorum, 30 yaşımı  geçtim, hala kendim için bir şey yapmadım diye. 2019’un sonuna doğru öyle ya da böyle ikinci filmi çekiyor olacağım.

  • Bir filmi yazarkenki kriterleriniz neler? Her filmi yazıyor musunuz mesela?

Hayır her filmi yazmıyorum çünkü Bant Mag. esasen bir arkadaş grubunun dergisi olduğu için belli bir bakış açısına sahip. Ben de etkilendiğim, üzerine yazmayı değer buldum filmleri yazıyorum. Ayrıca filmleri 'harcadığımız' bir Bant Mag. Sinema Programı’mız var internette ki o başka bir format, tamamen mizahi. Onu ciddiye alıp da sanki orada eleştirel bir yorum yapıyormuşuz muamelesi yapanlar da oluyor ama öyle değil. Haneke'nin Amour filmini bile harcamışlığımız var! (gülüşmeler) Yani insanların kendilerini fazla ciddiye almaması gerektiğini söylüyoruz temelde.

Bol bol yönetmen röportajı okuyorum. Bence her sinema yazarının yapması gereken şey yönetmen tanımak,  o yönetmenin yapmaya çalıştığı şey hakkında fikir sahibi olmak. Benim kendi filmime yapılan eleştirilerde bizzat gördüm ki bizdeki sorun şu; ‘yönetmen şurada böyle bir şey yapmaya çalışmak istemiş ama maalesef olmamış’ gibi kalıplaşmış cümleler, ezber yorumlar yazmak. Yönetmenin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışmak, bunun için uğraşmak gerekiyor.

  • İnsan bazen iyi bir müzisyen keşfettiğinde kendine saklamak ister ya, filmlerde de böyle oluyor mu sizde?

Eskiden saklıyordum. Ama yaş aldıkça şunu fark ettim ki insanların benim çok sevdiğim bir şeyi sevdiklerini görmek bana büyük bir haz veriyor kendime saklamaktan ziyade…

  • Eleştirmenle yönetmenin ilişkisinde sınır ne olmalı sizce?

Bir yönetmeni seviyor olabilirsiniz ve onun sevmediğiniz bir filmi ile karşı karşıya gelebilirsiniz ya da tam tersi. O durumlarda da yazmalısınız. Yönetmen çuvalladıysa, neden çuvalladığını irdeleyerek yazacaksınız mesela.

Türkiye'de  sıklıkla yapılan hata yönetmeni, teknik kabiliyetini görmezden gelip sadece hikâyeye takılıp oradan bir sonuç çıkarmak… Benim için hikaye, bir filmin gövdesinde değil. Filmi sadece hikaye üzerinden yorumlamak aşırı amatör geliyor bana. Bırakın seyirci öyle yapsın (ki o bile doğru değil ama), siz yazarsınız.

Ayrıca bizde mesela yeterince solcu olmayan filmler yok sayılıyor, ya da hafif dindar tınlayan filmlerden nefret eden bir sinema eleştirmeni güruhu oluyor. Yönetmenin ideolojisiyle teknik yetisi apayrı iki şey, bunları birbirine karıştırmak bana çok komik ve amatörce geliyor. O açıdan kendimi bu bakış açısından tamamen farklı bir yerde görüyorum.

‘BOL BOL FİLM KONUŞMAK LAZIM’

  • Sıradan bir izleyici film izlerken nelere dikkat etmeli?

Sadece hikayeye odaklanmak yerine, filmi yapan gözlerin filmde gösterdiği şeyleri görmeye çalışmak… Mesela tamamını beğendiğiniz bir filmde, hiç hoşunuza gitmeyen bir sahne olabilir. İşte tam da o sahne üzerine düşünmek gerekir bence. Size göre hikayeyi bozan o sahnenin neden orada olabileceği üzerine biraz düşündüğünüzde, yönetmenin/senaristin söylemeye çalıştığı şeye yaklaşabilirsiniz.

Ayrıca da izlenen film üzerine bol bol konuşmak lazım, o filmi izleyen diğer insanlarla. Özellikle de o filmi sevmeyenlerle. Zamanlama konusu da önemli. Berbat bir gününüzde izlediniz kıytırık bir film sizi çok etkileyebilir! Siz birine o filmi savunurken, kendinizin o günkü hissiyatını savunuyor olursunuz.

Film son kertede hissiyat işi.  O nedenle çok sert konuşmamak lazım bence filmler hakkında. ‘Hiç olmamış bu film!’ demek bence biraz hainlik! Hiçbir film olmamış olamaz, olmuş ki önüne gelmiş ve izleyebiliyorsun. (gülüyor) Tabi  tüccar kafası ile yapılmış, çerçöp filmler de yok değil.

  • Türkiye'de seyirci refleksleri nasıl değişti sizce?

Ben vallahi sinema salonlarından kaçıyorum artık, festivallerde gidiyorum ki festival seyircisinin bile niteliği önemli ölçüde değişti.

Sinemaya, bir çay bahçesi muamelesi yapılıyor artık! Ailecek gidilen bir şeyler yenilip içilen bir yer gibi. Çoğu izleyici perde ile bağ kurup bir film izlemeye değil, ‘sinemaya gitme’ tecrübesini yerine geitrimeye gidiyor. Konuşanlar, sesli şekilde yiyecek tüketenler, sürekli telefonuyla meşgul olanlar… Hakkımın gasp edildiğini düşünüyorum cidden, benim bilet paramı onun ödemesi gerek!

Bu durumda zincir sinemaların payı büyük. Kendi filmleri oynatan,  diğer filmlere şans vermeyen mafyöz bir yapı. Böyle bir ortamda seyirci profilinin bozulması da şaşırtıcı değil

Siz doğma büyüme Kadıköylüsünüz. Buranın sinema ortamı, salonları, Kadıköy seyircisi hakkındaki gözlemleriniz neler?

Şu anki Baba Sahne, Hollywood sineması; Akla Kara Tiyatro2nun olduğu yer de Broadway sinemasıydı ve daha pek çok salon vardı civarda. Hayatımı değiştiren filmleri izlediğim yerler buralar. Çocukken ilk filmlerimi izlediğim bu salonların çoğu kapandı ama yakın zamanda yenilenen Kadıköy sineması gibi butik salonlar var neyse ki. Kadıköy sinemasını çok seviyorum, oranın ayakta durması için kişisel olarak da elimden geleni yapıyorum. Keza Rexx sineması da öyle. Başka Sinema filmlerinin oynadığı Moda Sahnesi içindeki salon da var.

Kadıköy izleyicisine bakarsak da, demin bahsettiğim avm kitlesi gibi bir haftasonucu’lar geliyor buraya. Ama onlar haricinde Kadıköy’ün kemikleşmiş bir izleyici yapısı var. Özellikle haftaiçi gündüz seanslarının sabit kitlesi olageldi hep.

Kadıköy, biraz eski Cihangir, Beyoğlu gibi oldu hem sinema salonları hem sinema ortamı açısından. Burada pek çok oyuncu, senarist gibi sektör çalışanı yaşıyor.

KİŞİSEL SİNEMA REHBERİ! 

  • Son olarak ‘Nefis Filmler Defteri’nizi sormak isterim. Nedir bu defter?

Bant Mag.’deki yazılarımdan bir kitap derleme düşüncesi oluştu ama  kitap çıkarmak bana çok iddialı geldi, o nedenle defter çıkardım! (gülüşmeler) Kendim de defter çok seven bir insan oalrak, bir sinema defteri hazırladım. İçinde hem film tavsiyeleri/spesifik listeler var hem de insanların kendi zevklerine göre doldurabilecek liste alanları var. Pek çok kişi ‘Çok film izliyorum ama unutuyorum’ der. Onlar için de bir filmi nerde ne zaman ve kiminle izlediğinizi not alabileceğiniz alanlar var.  Şimdilik sadece burada (Barlar Sokağı-Bina) Kadıköy Sineması ve karşı yakada da Fulya Teferruat’da satışta.


ARŞİV