Can Evrenol, Kadıköy doğumlu bir yönetmen. Bir süre İngiltere’de yaşayıp sinema eğitimi aldı. Çektiği kısa ve uzun metrajlı ‘dehşet’ filmleriyle pek çok ödül sahibi oldu. Netlix’in Türkiye’de yaptığı ilk yerli film Hakan Muhafız’ı yönetti. Şimdilerde Blu Tv’de yayınlanan yeni dizisi ‘Çıplak’la gündemde.
Evrenol ile sinemadan ve Kadıköy’den konuştuk.
Kısa filmim Sandık (2007) için bi arkadaşım “yaradılışa karşı bi isyan” demişti. Çok hoşuma gitmişti. Heavy metalci olmak gibi bir şey korku filmiyle hemhal olmak. Gerçek hayatta adalet ve barış duygusuyla ne kadar yakınsam, edebiyat ve sinemada o kadar karanlık bir dünyam var. Deşarj olabilir, terapi olabilir. Emin değilim. Emin olsam heyecanını kaybederdi biraz zaten olay.
Çok güzel araştırmışsınız:) Aynen öyle anlatıyorum sorduklarında. Oscar Wilde’ın dediği gibi; sanat hem yüzeyde, hem derinde. Yüzeyde bir Grand Guignol (eski Fransız vahşet tiyatrosu), alt metinde kendi iç ve dış dünyamıza dair psikanalitik kahve falı gibi bir şey.
Türkiye sinemasındaki yerli korku filmleri çoğunluklu dini göndermelerle dolu. Tarzınız onlardan epey farklı. Bu tarzı nasıl yarattınız?
Bunu hep söylüyorum; bence içerik değil biçim problem. Yolsa Halka, Exorcist, It Follows ve The Wailing gibi filmler de aslında cin filmi.
“ÖMER SEYFETTİN’İN BENDEKİ YERİ BÜYÜK”
Biliyor musunuz, ilk kısa filmlerimi çektiğimde ilham kaynaklarınız nedir diye sorulduğunda Lucio Fulci, John Carpenter, Cronenberg, Lycçnch, Tchaikovsky, Slayer ve Ömer Seyfettin diyordum. Ömer Seyfettin’in bendeki yeri büyüktür. Bir gün Bomba, Beyaz Lale veya başka bir hikayesini dönem filmi olarak çekmek çok isterim.
Küçükken Brahms veya Iron Maiden dinlediğim zaman hissettiğim şeyleri hissettirmek için diyelim.
Mümkün olduğunca geniş bi repertuarda düşünmek, beslenmek ve üretmek. Sadece sanat olarak ilham kaynaklarından bahsetmiyorum. Günlük hayatın içinden farklı tellerden, sporlardan, çizgi romanlardan, konserlerden, mutlu insanlardan, görgüsüz insanlardan, botanikten, çocuk parklarından, magazinden.
Tam olarak öyle diyemem şimdi. İkisi de tabii ki. Aslında ben gerçekten, kendimce, en çok insana ulaşacak filmler yapmaya çalışıyorum. Evrensel olarak. Zamana karşı ayakta kalacak işler. Her sanatçı böyle yapmak istemez mi?
Hakan Muhafız, senaryosuna ve montajında söz sahibi olduğum bir iş değildi. Keşke öyle olsaydı. Ama aradan kariyerde böyle işler yapmak da keyifli. Benim için harika bir okuldu. Kariyer olarak da çok eğlenceli ve gurur verici bir noktaydı.
Çıplak ise diğer filmlerim gibi kişisel bir iş. Yazarı ve yönetmeniyim. Montajda ve senaryoda tamamen söz hakkı bendeydi (ve Merve Göntem’de). O yüzden bambaşka bi yerden yine çok kalbime yakın ve kişisel bir iş oldu. Ne kadar gurur duysam az. Umarım daha farklı farklı tür ve tavırlarda projelere de imza atabilirim.
İkisi de. Ama esas olarak başrolümüz Müge Bayramoğlu, sonra Ece Ertez (Başak), Mert Ramazan Demir (Cem), Bora Cengiz (Yiğit), Taro Emir (Bulut) ve bütün cast ve tabii ki yapımcı Tanay Abbasoğlu, ve tabii BluTV. En büyük cesaret de onlarda galiba.
Eylül aslında cesur bir karakter mi bilmiyorum. Daha çok fırlama, karizmatik, biraz tembel, biraz fırsatçı, oldukça başına buyruk ve özgür bir tip. Bence harika bir havası var. Biraz spoiler oldu gibi ama Eylül’ün karizmasının büyük bir sebebi de babasının ona Türkiye’de çok az babanın tanıdığı özgürlük. Böyle babalar var. Böyle kızlar, oğlanlar, translar var. Çıplak onlara ulaşsın çok istiyorduk, ve her geçen gün daha fazla insana ulaşıyor. Gelen tepkilerden çok memnunuz. Memnunluktan öleceğiz falan. ☺
(Çıplak dizisinden bir kare-Fotoğraf: BluTV)
“EYLÜL’ÜN SIRADAN ÖZGÜRLÜĞÜ…”
Eylül’ün başıboş ve rastgele gibi gözüken, ama bir yandan da çok tarz sahibi, seksi ve tatlı doğası. Sıradan özgürlüğü. Pozitif enerjisi. İlhamı.
Çok bir fark yok. Ama Iphone 11'in estetiği çok modern, ve güncel. Ayrıca istediğimiz kasıtlı bir çiğlik ve seksapel de var. Daha fazla bilgi için sizi IFA’daki telefon ile film çekme atölyemize davet ederiz.
Ben her insanın feminist ve sosyalist olması gerektiğine inanıyorum. Genel adalet ve insanlık adına. Bu cümleyi de karantina döneminde beraber canlı yayın yaptığımız bir arkadaşımdan duydum ve çok sevdim, sahiplendim. Bir çok oldukça liberal insan, iş bazı başka tabular ve kırmızı çizgilere gelince çok tutucu. Ülkemizde çok önemli bir problem bu... “Her yazılıp çizilen şey, direkt olarak iç dünyanın dışa vurumu değildir. Bu kadar basit işlemiyor dünya, veya yazılan şeylerin gerçekleştiği anlamına da gelmiyor. Bu ikisini ayırt etmekte çok zorlanıyoruz.“ Bu da geçenlerde timeline’ımdan bir tivit.
Ben hayatımın ilk büyük tepkisini Frightfest’in kısa film forumunda Sandık / The Chest (2007) filmimle yemiştim. Hangi ülkede olursam olayım bu tepkiler olurdu. Zaten hayranlık duyduğum bir çok yönetmen ve sanatçı da benzer tepkiler görmüşler. Sanatın önemli bir işlevi bu. Ülkemizin problemi sanat değil, adalet eşitliği ve insan haklarından geçiyor bence.
Çok güzel bir lafmış. Kendini ele vermek. Tabii ki önemsiyorum. Ama sonuçta bu dünyadaki kötülüğü durduramamak gibi bir şey. Bir yerden sonra baş etmek hem imkansız, hem de anlamsız. Üretmeye, açıkça tartışmaya ve üretmeye devam etmeli.
“MODA, COOL BİR MAHALLE”
Ben Çiftehavuzlar’da doğdum büyüdüm. Feneryolu, Göztepe, Bağdat Caddesi, Suadiye, Kadıköy Bahariye, hep oralarda yaşadım. Daha sonra İngiltere’de okurken ailem Moda’ya taşınınca ben de Türkiye’ye dönüşlerde Moda’da yaşar oldum. Elif’le beraber bir eve çıkmak isteyince de önce Moda’yı tercih ettik ama yakında Avrupa yakasına geçeriz diyorduk. O sıra Gezi oldu. Sonra intihar bombaları... Taksim mahvoldu. Git gide daha çok arkadaşımız Moda’ya taşınmaya başladı. Çok keyifli ve cool bir mahalle ortamı oluştu.
Baskın ve Housewife ile festivallerden davet alıp 40’tan fazla şehre gittim. Seul, Austin, Mexico City, Beyrut gibi yerleri görme imkanım oldu. Gördüğüm bütün ortamların yanında, hala, Moda ve Kadıköy dünyanın en güzel yerlerinden biri bence yaşamak için. Sokaklarındaki insanlardan, sohbetlerden, hiç tahmin etmediğiniz detaylardan ilham alabiliyorsunuz.
Haha bilmiyorum. Hiç öyle düşünmemiştim. Aslında hep iç mekan ama dizinin girişinde Eylül’ün Kadıköy’de yürümesi çok güzel oldu galİba. Çok isterim Kadıköy’de daha çok çekim yapmak.
Gerçekten çok keyif aldım. Güzel ve farklı sorular için teşekkür ederim.