Yılmaz Güney’in yönlendirmesiyle senaristliğe adım atan ve 40’tan fazla filmde imzası bulunan öğretmen, yazar ve yönetmen Mehmet Aydın, deneyimlerini Kadıköylü gençlere aktarıyor
Erhan DEMİRTAŞ
Hikâye yazmaya, öğretmen okulunda öğrenciyken okul gazetesi çıkarmakla başlayan öğretmen, yazar ve yönetmen Mehmet Aydın, Barış Manço Kültür Merkezi’nde “Yaratıcı Yazılar, Senaryo ve Sinema Atölyesi” ile Kadıköylü gençlerle buluşuyor. Sinema yaşamına öğrencilik yıllarında Süreyya Duru’ya reji asistanlığıyla başlayan Aydın, Yılmaz Güney’in yönlendirmesiyle senaristliğe atım atmış. Kırktan fazla sinema filmi ve dizinin senaryosunu yazan Mehmet Aydın ile ilk hikâyesini nasıl yazdığını, Yılmaz Güney ile olan dostluğunu ve atölye çalışmaları hakkında söyleştik. Aydın, “Yılmaz Güney hem çok iyi sinemacı hem de çok değerli bir insandı. Yılmaz Güney ile ağabey-kardeş ilişkimiz vardı. Aynı evlerde kaldık. Yemeğimizi, suyumuzu paylaştık. O’nu tanıdığım için çok mutluyum” diyor.
İLK HİKÂYE: “BİTİMSİZ”
Kendinizi tanıtır mısınız, Mehmet Aydın kimdir?
Türk sinemasını yakından takip edenlerin beni tanıması daha muhtemel ancak yeni nesil beni çok fazla tanımayabilir. 1944 yılında Konya’da dünyaya geldim. Çocukluğumdan beri tek hayalim öğretmen olmaktı. Konya’nın Ayrancı İlkokulunu birincilikle bitirdikten sonra, 12 yaşında Konya İzriv’de yatılı okula kayıt oldum. Köy Enstitüleri’nin devamı olan bu okulda 7 yıl boyunca okudum. Okul yıllarımda sınıf ve okul gazetelerini çıkardım. Öğretmen okulundan mezun oldukta sonra Anadolu’nun birçok köyünde öğretmenlik yaptım.
Hikâye yazmaya nasıl başladınız?
Öğrencilik yıllarımda iki tutkum vardı. Biri basketbol diğeri de kitaplardı. Konya’yı bilenler bilir. Dağlar çok haşin ve yüksektir. Bu yüzden Konya’da kışlar çok sert geçerdi. Kış mevsiminde dışarı çıkamadığımız için daha çok içerde zaman geçirirdik. Okul kütüphanesinde binlerce kitap vardı. Ben de o dönem bütün klasikleri okudum. 19 yaşında Kars Sarıkamış Uzungazi okulunda iki yıl öğretmenlik yaptım. Öğrenci yok, yazı tahtası yok, sıralar kırık. Sobanın isi ile kara tahtayı boyadım, sıraları onardım. Kars da Konya gibi çok soğuktu. Kar aylarca yerden kalkmazdı. Çok zor koşullarda öğretmenlik yaptım. Ama bu zorluklar kendimle baş başa kalmamı sağladı. Radyonun çekmediği, elektriğin olmadığı bir köyde gaz lambasının aydınlığında hikâyeler yazmaya başladım. O zaman yazdığım “Bitimsiz” adlı hikâyemi Varlık dergisine gönderdim. Aylar sonra şehir merkezine gidip dergiyi aldım. Tezek sobasını yaktım. Varlık yıllığını açtım ve adımı gördüm. Gönderdiğim hikâye yılın en iyi 12 hikâyesinden biri seçilmişti. O saatten sonra hem öğretmenlik yaptım hem de hikâye ve senaryo yazdım.
“ÇOK DEĞERLİ BİR İNSANDI”
Birçok filmin senaryosunu yazıp rejiliğini yaptınız. Sinemayla nasıl tanıştınız?
Sinema ile ağabeyim yönetmen ve oyuncu Remzi Aydın Jöntürk sayesinde tanıştım. Yaz tatillerinde ağabeyimin yanına İstanbul’a gelirdim. Yılmaz Güney ile çok yakın arkadaştı. İkisi o yıllarda İstiklal Caddesi Bursa Sokak’ta aynı pansiyonda kalıyordu. Yılmaz Güney, arkadaşlarına beni “hikâyeci kardeşim” diye tanıtırdı. Yılmaz ağabey hikâyelerimi çok beğenirdi, beni de senaryo yazmaya yöneltti. Güney ile sinemada ilk birlikteliğim “Kanlı Buğday” filminde gerçekleşti. Bu filmde asistanlık yaptım. Yılmaz Güney ve Nebahat Çehre’nin başrollerinde oynadığı, yönetmenliğini ise Remzi Aydın Jöntürk’ün yaptığı “Eşkıya Cellâdı” filminin senaryosunu yazarak sinema alanındaki çalışmalarıma devam ettim. Bu filmde Yılmaz Güney üç rolde oynuyordu ve film o dönem çok övgü almıştı.
Yılmaz Güney ile nasıl bir ilişkiniz vardı?
Eğitim Enstitüsü bitince Artvin’de öğretmenlik yapmaya başladım. Yılmaz Güney Adana’da çekilecek “Umut” filmi için beni çağırdı ama ben evliliğimin ilk yılında eşimi bırakıp gidemedim. Ama filmin hikâyesini kabaca yazmıştım adı da “Arabacı Halit”ti. Hikâyeyi biraz değiştirerek “Umut” filminin senaryosunu oluşturdular. Böylece Umut filmi çekildi. Yılmaz Güney hem çok iyi sinemacı hem de çok değerli bir insandı. Yılmaz Güney ile ağabey kardeş ilişkimiz vardı. Aynı evlerde kaldık. Yemeğimizi, suyumuzu paylaştık. O’nu tanıdığım için çok mutluyum.
KADIKÖY TEMALI KISA FİLMLER
Öğretmenlikle sinemayı birlikte yürütmek zor olmadı mı?
Hayır, hiç zor olmadı. Aksine beni çok geliştirdi. Yazar aynı zamanda eğitimcidir. Sınıfta savunduğum değerleri filmlerde de savundum. Aslında birbirini besleyen iki şeyi aynı anda yaptım. Bundan da son derece mutluyum.
Atölye ne durumda, çalışmalarınızı anlatabilir misiniz?
Atölyemiz başlayalı bir ay oldu. İstanbul’da birçok yerde bu tarz atölyeler var ama ömründe senaryo yazmamış kişiler ders veriyor. “Senaryo yazım teknikleri” adıyla birçok kitap var. Bu kitapları okuyanlar ders veriyor. Bence bu doğru bir yöntem değil. Biz atölye kapsamında ilk etapta dünya edebiyatına damga vurmuş roman ve hikâyeleri inceleyeceğiz. Bu yöntemle neyi yazacağımızı, hayata nasıl bakacağımızı belirlemeye çalışacağız. Roman ve hikâyeleri inceledikten sonra senaryo yazım tekniklerini öğreneceğiz. Son olarak da film ve dizi setlerini gezeceğiz. Yani her şey uygulamalı olacak. Öğrendiğimiz hiçbir şey kâğıt üzerinde kalmayacak.
Atölyedeki eğitimler tamamlandığında neler yapacaksınız?
Atölye çalışmaları haziran sonuna kadar devam edecek. Şu anda atölyede dokuz öğrencimiz var. Bu öğrencilerle birlikte Kadıköy temalı kısa filmler çekeceğiz. Bu filmleri yarışmalara göndereceğiz. Kadıköy bu açıdan çok zengin bir yer. Kadıköy Çarşısı, balıkçıları, vapurları… Bütün bunların hepsi bizim için kısa film olabilir. Çektiğimiz filmleri ulusal ve uluslararası yarışmalara göndereceğiz. Bizim amacımız yaratıcı gençler yaratmak. Umarım bunu başarabiliriz.
Öğretmenliğe 19 yaşında başlayan Mehmet Aydın, okulu birincilikle bitirdiği için Nutuk ve fotoğraf makinesi ile ödüllendirilmiş. Aydın, kendisine hediye edilen fotoğraf makinesiyle 50 yıl önce Kars’ın Sarıkamış ilçesinde çektiği fotoğrafı şöyle anlatıyor: “Dün ne yediğimi sorsanız hatırlayamam. Ama 50 yıl önce çektiğim bu fotoğrafı çok iyi hatırlıyorum. Fotoğraftaki öğrencimin adı Efendi Aksuy’du. Bu fotoğrafı Çetin Altan’a göndermiştim.”