Sistemin ezdikleri ve omuzlarda yükselenler…

Sistemin tüm insanlığı türlü yollarla ezmesini konu alan gerçeküstü absürd oyun Joko’nun Doğum Günü, halkın sırtına oturup işlerini keyifle sürdürenlerle, bunlara ses çıkar(a)mayanları anlatıyor.

12 Aralık 2017 - 16:16

 ‘’Sizleri taşımaya başladığımdan beri yere bakıyorum hep, daha önce göğe bakardım.”

Su deposu işçisi Joko’nun bu sözleri, ‘’Joko’nun Doğum Günü’’ oyunundan can alıcı bir replik… Bir sabah fabrikaya giderken, üst sınıftan birisi aniden sırtına atlayıveriyor! Gideceği yere para karşılığında kendisini götürmesini istiyor Joko’dan, tıpkı canlı taksi gibi. Joko başta buna karşı çıksa da zamanla buna boyun eğiyor...

Muhalif anlayışla sanat üreten Yolcu Tiyatro’nun sahnelediği oyun, çağdaş sanat hayatının önde gelen isimlerinden Fransız yazar Roland Topor’un aynı isimdeki eserinden uayrlama. Sistemin insan bedenini ve aklını kontrol altına alma hırsını, ezen-ezilen ilişkisi üzerinden ele alan bu oyun, insanın başkalarını sırtında taşımayı kabul etmesiyle başlayan benliğini kaybetme hikayesini absürd bir biçimde aktarıyor.

Mine G. Kırıkkanat’ın çevirdiği oyunda Tolga İskit, Ayşe Tunaboylu, Cenk Dost Verdi, Yasemin Ertorun, Burak Üzen, Serdar Bordanacı, Sercan Dede ve Sıla Kılıç rol alıyor. Hareket tasarımını Selçuk Göldere’nin yaptığı oyunda, prodüksiyon, ses ve afiş tasarımı ile  animasyonlarda Tufan Dağtekin’in imzası var. Kostüm tasarımını Makbule Mercan, ışık tasarımını Alev Topal, sahne illüstrasyonlarını da Can Badur yapıyor. Orhan Cem Çetin ve Saygın Serdaroğlu’nun fotoğraflarını çektiği Joko’nun Doğum Günü; 22 Aralık saat 20:30’da Caddesbostan Kültür Merkezi; 10 Ocak saat 20:30’da Kozyatağı Kültür Merkezi ve 19 Ocak saat 20:30’da Barış Manço Kültür Merkezi’nde sahnelenecek.

Türkiye’de son yıllarda yoğunlaşan baskı ortamına da işaret eden Joko’nun Doğum Günü’nü, yönetmeni Ersin Umut Güler ve alkışlanacak performansıyla Joko’ya hayat veren oyuncu Tolga İskit’le konuştuk.

Ersin önce sizi tanıyalım. Yolcu Tiyatro’yu ne zaman ve nasıl kurdunuz?

1983 doğumluyum. 2009 yılı Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Oyunculuk Bölümü mezunuyum. Özel tiyatrolarda, Devlet Tiyatrolarında ve Şehir Tiyatrolarında oyunculuk ve yönetmen yardımcılığı yaptım. 2012 yılının sonuna doğru bir tiyatro kurma düşüncesi belirdi. Kasım gibi provalara başladık.  2013’ün Mart’ında da Yolcu Tiyatro ilk oyunu olan Wolfgang Borchert’in savaş sonrası evine dönen bir askerin ruhsal tahribatının anlatıldığı Kapıların Dışında’yı oynadı. O oyun epey bir ses getirmişti, tiyatro tarihinin en güçlü savaş oyunlarından biri.  Kuruluşumuzun ikinci yılında da Şilili yazar Ariel Dorfman’ın Başka Bir Dünya İçin Manifesto alt başlığı ile yazdığı ‘Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler’ adlı oyunu sahneledik. İnsan hakkı ihlallerine maruz kalmış kişilerin hikayelerini anlattık.  Joko’nun Doğum Günü de üçüncü oyunumuz. İlk kez 1 Ekim 2016’da oynadık. Aralık’ın sonunda 50. oyunu oynayacağız. Aslında bu üç metinle de öğrenci iken tanışmıştım, ileride bu oyunları yönetmek hep aklımda vardı.

Bu üç metin de ortak noktası muhaliflikleri. Yolcu Tiyatro politik bir tiyatro mu?

Biz böyle bir tanımlama yapmıyoruz. Sizin anlatmak istediğiniz hikayeler oluyor. Bir oyunu okuduğunuzda onun bazı tarafları ilginizi çekiyor. Sahnede onu hayal ettiğinizde estetik olarak da hoşunuza gidiyorsa o oyunu yapıyorsunuz.  Bizim için anlattığımız meselenin çok önemi var tiyatro yaparken ama bunun çok tehlikeli bir şey olduğunu da düşünüyoruz. Şöyle ki; sadece çok güzel şeyler mi anlatacağız? Biz her zaman ‘yeni ne yapabiliriz’ diye düşünüyoruz.

EZEN-EZİLEN İLİŞKİSİ…

Bu oyunun derdi ne?

Hem sistemin insanı tamamen kontrol altına alması meselesi üzerine bir oyun, hem de acı çekme, acı çektirme gibi pek çok katmanı var içinde. Bizim için ezen-ezilen ilişkisi meselesi çok temel bir mesele. Oyun iki tane temel şeyi söylüyor; yöneten zümre işçinin sırtına atlar ve sonra da yapışır kalır.

Oyun, modern Fransız oyun yazarı, şair, ressam ve yönetmen Roland Topor’un önce (1969) roman formunda kaleme aldığı ve sonraki yıllarda modern bir kurgu ile oyunlaştırdığı metne dayanıyor. 50 yıla yakın zaman geçmiş. Ama hala –ve yazık ki- konu hala çok güncel, değil mi?

Bu ezen-ezilen ilişkisi devam ettiği sürece, anlattığı mesele maalesef çağlar boyu bitmeyecek. O yüzden bundan 100 sene sonra da muhtemelen güncelliğini koruyacak bir oyun.

Sahneleme yönteminiz de ilgi çekici. Fona yansıtılan görüntüler, hareketli dekorlar… Yönetmen olarak neden bunu tercih ettiniz?

Oyun sürreal ve absürt. Biz de projection mapping teknolojisini kullanarak hem oyunda hızı sağladık (çünkü çok çabuk sahne değişiyor)  hem de o sürreal dünyayı yaratmış olduk.

Günümüzde iyice yükselen tek perdelik oyun anlayışından farklı olarak sizinkisi klasik tiyatro olarak iki perde sürüyor (ki bence hiç sıkılmadan izleniyor). Hız çağında yaşayan izleyicisi neden 2 saat o koltukta oturup da oyunu izlesin sizce?

 Türkiye’de çok fazla görmedikleri fiziksel tiyatro, performansa dayalı oyunculuğa tanıklık edecekler. Zaten çoğunlukla geri dönüşler de bu yönde oluyor. Seyirciden en sık duyduğumuz cümle ‘Biz sizi izlerken yorulduk’ oluyor. Elbette ki oyuncular yoruluyor ama bunların hepsinin bir tekniği var. Yani seyirciyi, görmeye alışık olmadıkları bir tarzda oyun izlemeye davet ediyoruz.

Oyunun anlattığı mesele, herkesin birebir yaşadığı bir şey. Bir sistem var ve bizi ele geçirmeye çalışıyor. Sistem bizi sömürüyor, eziyor, bastırıyor, hiçe sayıyor, yok etmeye çalışıyor benliğimizi. İşçisi de beyaz yakalısı da yaşıyor bunu. Bu oyunu da farklı sosyal statülerden insanlar izliyor. Joko’yu özellikle kravat+gömlek ve işçi oynattık.

‘Ezilen’ seyircinin oyuna reaksiyonlar nasıl?

Acayip dönüşler oldu şirketlerde, bankalarda çalışan insanlardan. ‘Ben çok eziliyormuşum,  kendimi gördüm’ diyorlar. Öte yandan  ‘Kendimin ezildiği yerleri, hatta zaman zaman benim de ezdiğim bazı noktaları da gördüm’ diyen de var. Oyunu izledikten sonra işten ayrılmayı düşünenler, işi bıraktım diyenler, hayatıyla sorgulamalara girenler…

Bu ezilme halini sahnede somut olarak gördükleri için bir farkındalık ve yüzleşme oluyor belli ki…

Evet. Bu metnin ve bizim yorumumuzun gücü.

Sizce tiyatronun böyle bir işlevi var mı bilmiyorum ama mesela bu soruna bir çözüm öneriyor mu bu oyun?

Metin bir şey söylüyor, direkt bir şey göstermiyor. ‘Şöyle yaparsanız bu da böyle olur’ diye bir şey demiyor. Oyunun sonunda konu şöyle bir yere geliyor; oyuncular artık yapışmaktan kurtuluyorlar zannediyorlar ama aslında bedeni kurtuluyor, ruhu değil.

Sistemi, korkuyu içselleştirme, onu taşıma meselesi. Bugün pek çok yerden örnek verebiliriz  Türkiye koşullarda. İnsanlar sokağa çıkmıyor mesela. Yani Gezi’nin öncesinden de fena durumdayız ülke olarak. Bir korku var ve bu korku yayılıyor, ir süre sonra hayatımızı ele geçirmeye başlıyor. Sistem nasıl geçiriyorsa korku da geçiriyor bizi. İşten atılmamak için o ezilmeyi, aşağılanmayı kabul etme meselesi... Bunun içinde debelenmek, çıkış bulamamak...

Joko bu noktada ‘Güney’e gidelim’ diyor.

İnsanlara bir sorsak büyük çoğunluğu ‘buralardan kaçıp, daha sakin yerlere gitmeyi’ düşünmüştür ki gidenler de var. Ama bilmiyor ki oraya gittiğinde de kaçamayacak aslında. ‘Korku bittiğinde hayat başlar’ diye güzel bir söz var. .” Korku varsa içinde, nereye kaçarsan kaç asla kurtulamayacaksın. Oyun şunu söylüyor bu noktada; sen bunun farkında ol ve buna teslim olma.

13 ÖDÜLLÜ OYUN

Oyununuz, 2016-2017 sezonunda 7 farklı tiyatro ödül jürisinden toplam 13 dalda ödül aldı. Bu kadar ödül bekliyor muydunuz, nasıl hissediyorsunuz?

Tek bir yerden değil de pek çok farklı jüriden ödül aldık. Demek ki herkesin ortak olarak beğendiği bir oyun oldu. Ödül almak için tiyatro yapmıyoruz ama bazen motivasyon, bazen de seyircinin ilgisi açısından iyi oluyor.

Oyunu Kadıköy’de sıklıkla sahneliyorsunuz değil mi?

Aslında geçen sene daha ziyade karşı yakadaydık ama sonra Kadıköy’e geçmeye başladık. Çünkü karşı tarafın tiyatro seyircisi (ben dahil, Beşiktaş’ta oturuyorum)oyun izlemek için Taksim’e eskisi kadar çıkmıyor. Yani ayağımız gitmiyor. Oradaki tiyatroların çoğu ya kapandılar ya da Kadıköy’e taşındılar. Biz de burada Moda Sahnesi, Oyun Atölyesi, Barış Manço Kültür Merkezi, Duru Tiyatro gibi mekanlarda oynuyoruz. Seyirci de Kadıköy’de kendini daha güvende ve iyi hissediyor. Burada oyun öncesi/sonrasında bir şeyler yiyip içiyor, sosyalleşiyor. Taksim’de onu pek yapamıyor, yapmak istemiyor.

YENİ OYUN YOLDA

Son olarak Yolcu Tiyatro’nun yeni oyunu Kürklü Venüs’ü sorarak bitireyim.

Amerikalı yazarın David Ives’in 2010’da yazdığı bir oyun. Konusu özetle şöyle; Sacher Masoch'un Kürklü Venüs adlı romanını sahneye uyarlayan yazar-yönetmen Thomas Novachek, oyundaki Vanda Dunayev rolü için aradığı kadın oyuncuyu bulamıyor. Seçmeler bitip herkes gittikten sonra Vanda Jordan adında esrarengiz bir oyuncu tiyatro salonuna geliyor. inlerce yıllık kadın-erkek ilişkisi üzerinden toplumsal cinsiyet meselesi, bireyin arzularının karanlık tarafları ve insan doğasının sınırlarına doğru bir yolculuk başlıyor.  Sürprizli bir biçimde biten bu oyun, iki kişilik, tek perdelik bir oyun. Ben hem yönetiyorum hem de Pervin Bağdat’la birlikte oynuyorum.18 Aralık’ta Baba Sahne’de prömiyer yapacağız. 30 Aralık’ta Oyun Atölyesi’nde olacağız. Ocak ayında da birkaç kez yine Kadıköy’de sahneleyeceğiz.

‘’JOKO’YU OYNAMAK YORUCU’’

Tolga; sizin Ersin’le tanışıklığınız üniversiteye dayanıyor. Daha önce birlikte çalıştınız mı? Joko’yu oynamanız nasıl gerçekleşti?

Evet sınıf arkadaşıydık ama ilk kez birlikte çalışıyoruz. Bu oyunu okuldayken dönem projesi olarak oynamıştık. Ben işçilerden biriydim, Umut da kongrecilerden. Sonra ben bir dönem tiyatrodan uzaklaşmıştım. Umut bir gün beni aradı. Başıma ne geleceğini biliyorum, direkt kabul etmek için gittim (gülümsüyor). Ve bu oyuna dahil olmuş oldum.

Başınıza gelenlerden memnun musunuz bari? Neredeyse iki saat boyunca diğer oyuncu arkadaşlarınızı sırtınızda taşımak kolay olmasa gerek…

Çok yorucu... Sadece fiziksel olarak da değil, oyunun içeriği de yoruyor sizi. Sizin de hayatınızın Joko ile aynı olduğunu görmek… Joko gerçekten çoğumuzu yansıtıyor. Bu sistemin alacalı bulacalı bir sürü oyuncağı var. Bunlardan bir kaç tanesine kendinizi kaptırdığınız anda, sizi ele geçiriyor.

Oyun bunu fiziksel yönden ele alıyor

Evet yazarın tercihi fiziksel yönde olmuş. Oyunda sistemin sizi önce fiziksel olarak nasıl ele geçirdiğini, daha sonra artık zihninizle vücudunuz arasındaki bağlantının nasıl koptuğunu ve bunun sizdeki dengesizliğe varacak yansımalarını anlatıyor.

Günümüzde de herkes depresyonda ya. Bence bu kalp,beden ve zihnin üç ayrı şekilde yaşamasından kaynaklı. Joko da bütünlüğünü kaybetmiş bir karakter,  hepimiz gibi…

Bu rolünüzle 26. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Tiyatro Ödülleri’nde ‘’Yılın Erkek Oyuncusu’’ seçildiniz. Oyunun ilk perdesi oyuncuların bazılarının diğerlerini sırtında taşıması, ikinci bölüm de tüm oyuncuların yapışık halleri üzerine kurulu. Bu tür oyunculuğun özel yöntemleri var mı?

Aslında oyun esnası değil de provalar daha yorucu oluyor, sık sık tekrar yapıyoruz çünkü. Tabi ki tekniği var; leğen kemiğinizi içeri almanız gerekiyor yoksa omurganız çatlar. Uzun süredir yogayla ilgileniyor olmanın bu oyuna katkısı olduğuna inanıyorum.

Oyun bir sezon daha sürecek. Hazır hissediyor musunuz bir yıl daha insanları sırtınızda taşımaya?

Çok yoruldum aslında ama böyle roller bağımlılık yapıyor, kolay kolay terk edebileceğiz bir karakter değil Joko. Bakalım artık, bu beden ne kadar izin verirse o kadar devam…

Bir de şunu anladım ki; sahnede gerçekten her şeyini vererek rol yapan oyuncu görmek seyirci için daha değerli oluyor. Biz de kalpten oynuyoruz, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yoksa o doğum günü herkes için eziyet olabilir (gülüyor). Bu tam bir ekip oyunu. Bu, her  tiyatro oyunu için geçerli ama bu oyun için daha fazla gerekli.

Joko nasıl kurtulur sizce?

Bir kere kesinlikle güneye filan bir yerlere kaçmadan.  Sistemin tam merkezinde kalması gerek. Yavaş yavaş olur bu kurtuluş. Joko bir şey başlatır, kendisi hemen kurtulamaz belki ama birkaç nesil sonra mücadelesinin sonucunu alabilir


ARŞİV