Siz de 'karşının taksisi' misiniz?

Yeldeğirmeni’nde açılan ‘’Karşının Taksisi’’ sergisi; gittikçe büyüyen İstanbul’da, İstanbulluların birbirlerinden uzaklaşmalarını konu ediniyor

23 Mayıs 2018 - 09:33

"Aynı yakada da olsak karşının taksisiyiz artık. Diğer yerlerle ilgili sorumluluk kabul etmiyoruz; çünkü oralara nasıl gidildiğini bile bilmiyoruz. Navigasyon çalışmayınca, adres sorduğumuz esnafın bile yanılmaya hakkı var. Bu da her sabah tanımadığımız bir şehre uyanmak gibi…"

Böyle deniyor ‘’Karşının Taksisi’’ adlı serginin basın bülteninde. İstanbul’daki yeni nesil kentleşme biçimlerine sanatsal bir eleştiri niteliğindeki bu karma sergi; şehre ve birbirlerine yabancılaşan İstanbulluları odağına alıyor.

Kerem Ağralı, Beyza Boynudelik, Aydın Büyüktaş, Mahmut Celayir, (Mustafa) Horasan, Burçin Erdi, Cihan Ferah, Gamze Zorlu, Görkem Dikel, Nur Gürel, Seydi Murat Koç, Ekin Su Koç, İpek Yeğinsü, Demet Yalçınkaya ve Günay Demir olmak üzere 15 sanatçının resim ve fotoğraf alanındaki eserleri yer alacağı serge, 25 Mayıs-1 Haziran arası Yeldeğirmeni’ndeki ‘Sanatçı Atölyesi’nde açık olacak.

Üniversiteden arkadaş iki görsel sanatçı olan Gamze Zorlu (sağdaki) ve Görkem Dikel’in (soldaki) kurucusu olduğu 'Üç Günlük Dünya’ girişiminin ikinci sergisi olan Karşının Taksisi’ni sanatçılarına sorduk.

  • Üç Günlük Dünya’nın kurucuları olarak sizleri tanıyalım.

Gamze Zorlu: 1989 Mersin doğumluyum. İstanbul’da yaşıyorum ve üretimime burada devam ediyorum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde (MSGSÜ) okurken lisansımın 2009-2010 yılını İspanya’daki Sevilla Üniversitesi’nde geçirdim. Bir süredir Cihangir’de bulunan atölyemi Anadolu yakasına taşıdım. Genelde tuval üzerine yağlı boya tercih ediyorum.

Görkem Dikel: 1988 doğumlu, MSGSÜ mezunu bir görsel sanatçıyım, halen yüksek lisansıma aynı üniversitede devam ediyorum. Ben de Gamze gibi Sevilla Üniversitesi’nde okudum. Hem karşı yakada hem Anadolu yakasında ürettim. Gördüğünüz gibi hemen karşısı oluverdi, orada 15 yıl geçirmeme rağmen!

  • Peki siz iki sanatçı nereden tanışıyorsunuz, nasıl bir arkadaşlık/ortaklık içindesiniz?

Hem burada hem İspanya’da üniversite arkadaşı olduk, beraber ev ve atölye paylaştık. Eski bir arkadaşlık zamanla heyecan verici projelere evrildi.

  • Üç Günlük Dünya bir sanat girişimi mi? Nasıl tanımlarsınız?

Adını yapmak istediğimiz ilk projenin süresinden aldı. Bu bir sanatçı girişimi olmakla beraber, kemikleşmiş bir kadrodan oluşmuyor. Bir yandan da farklı projelere geçiş için önemli bir adım. Sanatçıların birbirlerine destek olmasını sağlayan bir oluşum. Bu noktada Karşının Taksisi de dahil olmak üzere, biz iki kişi yola çıkarken bize katılan Aydın Büyüktaş, Nur Gürel, Beyza Boynudelik, Mustafa Horasan, Mahmut Celayir, Burçin Erdi, Demet Yalçınkaya, Sabo, Ecem Yüksel, Burak Ata, Aylin Yavuz, Ali Çetinkaya, Cihan Ferah, Ekin Su Koç, Olga Alexopoulou, Günay Demir, Seydi Murat Koç, Kerem Ağralı, İpek Yeğinsü... Hepsi bizim için ekibin bir parçası, bu sergilerin ana kaynağı.

  • Sanat dünyasına nasıl bir katkı sunmak için kurdunuz?

Sanat dünyasında büyük bir hareketlilik var. Biz o hareketliliği ve insanların dikkatini biraz da sanatçı atölyelerine çekerek samimiyet yaratmak istedik. Sergilenen sanatçıların hepsi önemli sanat kurumları tarafından takip edilen sanatçılar. Ülkemizde sanat piyasasının hacmi iyi bir şekilde büyüyor. Galeriler, fuarlar, bienaller, pop up sergiler, müzayedeler, hepsi bu hacmin hatırı sayılır bir kısmını kaplarken; sanatın konuşulan, tartışılan, deneyimlenen yanında da galerilerin tekel olması, her şeyin onlara bırakılması üzücü. Biz sanatçılar olarak bizi bir araya getiren, konuşmalar düzenleyen, açılışlar yapan galeriler fuarlar olmadıkça artık pek bir araya gelemediğimizi farkettik. Bunun için bi adım attık.

  • Adı bu dünyanın faniliğine gönderme mi?

Gamze Zorlu: Cihangir’deki atölyemden taşınacağım sıralarda, bir veda partisi vermek niyetindeydim sonra Görkem ile bunun neden sanatçılarla beraber kutlayacağımız bir sergi haline getiremeyeceğimizi düşünüp, bir çok sevdiğimiz sanatçı dostumuzla böyle bir veda-kutlama yapalım istedik. Zamanımız dardı, kalan süreyi çok iyi değerlendirmek gerekiyordu. “Şu üç günlük dünyada keşke böyle birşey yapabilme imkanımız olsa” sözüme Görkem’den ‘’Üç günlük dünyada üç günlük bir sergi yaparız, adını da “Üç Günlük Dünya” yanıtı gelince, kendiliğinden çıkmış, içinde samimiyetten başka bir şey olmayan bir oluşum doğmuş oldu.

Atölyeler sanatçılar için hem çalışılan bir yer, hem barınma, hem sosyal aktivitelerin olduğu, çok anlam barındıran bir yer. Hal böyle olunca vaktimizin büyük bir çoğunluğu atölyede geçiyor. Dolayısıyla atölye değiştirme durumu bizde dünyamız değişiyormuş gibi bir his yaratıyor. Orada kalış durumunun, orada kurulan arkadaşlıkların, oradaki mutlulukların geçiciliğine bir göndermeydi bu isim.

  • Yeldeğirmeni’ndeki ‘’Sanatçı Atölyesi’’, Üç Günlük Dünya’nın merkezi mi?

Aksine, biz aslında biraz ironi yapıyoruz.  Şöyle ki, şehirsel olarak da merkez olarak kabul edilen bir çok nokta mevcut Türkiye’de. Fakat genelden baktığımızda İstanbul’da olmayan sanatçı, İstanbul’da olamadığı için üzülüyor, İstanbul’da olan sanatçı Cihangir ya da Kadıköy sokaklarına dahil olamadığı için üzülüyor.

Bizim için merkez sanatçının üretebildiği, teknoloji vasıtası ile dünyaya açılabildiği her yer... Biz dahil olmadığımız yere sırtımızı çevirmek istemediğimiz için buradan yola çıktık. Dolayısıyla üretebildiğimiz her yer birer merkez sayılır.

İlk atölye Cihangir’deydi ve sergi Cihangir’de oldu. Şimdi Anadolu yakasındayız ve sergi Anadolu yakasında. Biz aslında sanatçı neredeyse üretim oradadır demek istiyoruz.

  • Bu ‘Sanatçı Atölyesi’ni sanatçılar Nur Gürel, Aydın Büyüktaş ve Burçin Erdi paylaşıyor. Sergi burada açılacak ve eşzamanlı olarak da oradaki üretimler sürecek, değil mi?

Evet, açılış günü dışında bu atölyelerde çalışma rutini hiç bozulmayacak. Sergi zaten kısa süreli bir heyecan gözüyle izlensin istiyoruz. Diğer sanatçılar olarak biz bu bir haftalık süreçte zaten sergi mekanına gelenlere eşlik ediyor olacağız. Aynı zamanda Burçin, Nur ve Aydın üretimine devam edebilecek.

  • Yani bu sergi, klasik/durağan bir sergi alanında değil de yaşayan bir atölyede olmuş olacak. Bunun hem sergiye hem izleyiciye etkisi ne olacak sizce?

“Üç Günlük Dünya” sergileri, eserleri bulunduğu bağlam içinde gösterdiği için ilişkisel estetikle biraz daha ilintili. Orada şehir sorunlarına gönderme yapan bir işi, kenarda kolaj için kesilmiş malzemeleriyle, o sırada açık kalan radyosuyla görebildiği, eserin oluşumundaki fikir alışverişi sürecini sanatçıyla sohbet edebildiği bu sergi, eserlerden daha fazlasını deneyimletiyor.

  • “Karşının Taksisi”, İstanbulluların epey aşina oldukları bir deyiş. Sergi ismi olarak seçmeniz nasıl gerçekleşti?

Biz beraber bir sanat çalıştayına dahil olmuştuk, Sanatçıların birbirleriyle geçirdiği vakti daha sonrasında atölyelerimize taşımaya devam ettik, ne var ki orada bulanan sanatçılardan Avrupa yakasında olan sadece ikimizdik o süreçte. Burdan ‘’Karşının taksisiyiz’’ ile yola çıkıp hadi bunu sergi haline getirelim dedik. Zaten bir ikinci sergiyi düşünüyorduk.

Bizim yaptığımız bu sergilerde aslında hiç bir şey masa başında gerçekleşmiyor, garip bir şekilde hep sanatçı atölyelerinde çıkan muhabbetlerden ilham alarak projelendirmeye gidiyoruz.

  • Ziyaret etmeyi düşünen okurlarımıza, sergiyi nasıl anlatırsınız? Teması/derdi nedir...?

Öncelikle bu sergi kimsenin ‘Aman ben hiç anlamam, o ortamlarda çok kasılıyorum’ diyebileceği bir sergi değil. Kapısı, üretimi herkese sonuna kadar açık biz oradayız ve kimse karşının taksisi olacak kadar sergiden uzak kalamayacak. Çünkü bir sergide izleyicinin ihtiyaç duyacağı tüm konfor unsurları burada mevcut.

Sergide; kendinden olmayanı anlamayıp olaydan sıyrılışını anlatmak istedik, kentleşip büyürken, merkezler çoğalırken, birbirimizden uzaklaşmamızı birbirimizin sorunlarına el atmayışımızı anlatmak istedik. Kimse kaybolmasın herkes birbirine yol göstersin istedik. Gelen herkes, bizden dilediği yanıtı hem görsel hem de anlatım olarak bulabilecek.

Kanserli hücreler gibi hatalı eklemlenmelerle büyüyen şehir, iletişim biçimlerimizi de olumsuz etkiliyor. Küreselleşmenin ve ülke ekonomisinin maddi, manevi tüm yükünü sırtında taşıyan mega kentlerde mahallecilik ve şehirleşme olgusu, içinde yaşayanlar için geçmişin küçük mahalle yaşantısına duyulan özlemi tetikleyen bir travmaya dönüşüyor.  Ancak bir yandan günlük rutinimizi sürdürme, diğer yandan fraktallar gibi büyüyen şehir ile başa çıkma halimiz, bizleri sadece içinde bulunduğumuz bölgeyi sahiplenme, yalnızca kendi perspektifimizin içinde kalan alandan sorumlu hissetme ve bizden görece uzak olan bölgeleri dışlamaya zorluyor. Bunun sonucunda yerel olmayı gözden çıkarmış ve evrenselliği hiç kavrayamamış kişiler haline geliyoruz. Mahallemizi dünya görsün istiyoruz; ama mahallemizde dünyaya gösterilecek güzel değerler yaratmayı ihmal ediyoruz. Yan sokağımızdaki gettoları, kendi merkezimize sıkıca tutunurken kapıldığımız hemşehricilik rüzgarımızın dışında bırakıyoruz.

  • Bu sergiyi  ‘yeni nesil kentleşme biçimlerine sanatsal bir eleştiri’ gibi yorumladım. Ne dersiniz?

İsabetli bir yorum...Yapımına milyar dolarlar harcanarak inşa edilen görkemli kuleler, etraflarında cisimlerini anlamlı kılacak boşluktan yoksun, çöpe atılmış ucuz mp3çalarlar gibi görünüyor. Bu da yaşamlarımızdan estetiği her gün biraz daha eksiltiyor. Bundan özellikle sanatçılar olarak muzdaribiz.

  • Bültendeki şu cümlelerden oldukça etkilendim şahsen; ‘’Aynı yakada da olsak karşının taksisiyiz artık. Diğer yerlerle ilgili sorumluluk kabul etmiyoruz; çünkü oralara nasıl gidildiğini bile bilmiyoruz…’’ İstanbul böylesine hızla değişirken, siz sanatçılar olarak buna dikkat çekmek/söz söylemek mi istediniz?

Evet, Sanatın doğasında olan bir durum bu. Sanatçılar dönemlerinin problemlerini üretimlerine aktarırlar. Bizler günlük yaşantımızı idam ettirmek adına atölyelerimizden dışarı her çıktığımızda bu problemlerle karşılaşıyoruz.

  • Sanatçı da en nihayetinde bir kentte, bir sosyal ve fiziki çevrede yaşayan bir birey. Çevresinde tanık olduklarını, -bu sergi gibi- sanata dönüştürüyor, değil mi? .

Evet, dediğimiz gibi yaşadığımız, gördüğümüz, hissettiğimiz herşey bu üretime dahil. Bizler sadece günlük rutin içerisinde yaşadıklarımızı daha fazla hissedip sorgulayarak ilerliyoruz. Atölyelerde herkes kendi alanına çekilip kendisi ile başbaşa kaldığında yaşadıklarının sentezini üretimine aktarmış oluyor.

  • İnsanların hem birbirlerine hem kentlerine yabancılaşması sözkonusu. Sizce sanat bu buzları eritebilir mi? 

Yabancılaşma hem sosyal hem oldukça bireysel bir konu. Sanatın oluşturacağı reaksiyon yüzlerde bir gülümseme veya sorunsallar ortaya atmak olabilir. En nihayetinde her şeyin çözümünün ve kusursuz iletişimin sağlanacağı yaratıcı ve aksiyonda bir ruh hali yaratır.

  • Sergideki sanatçıları nasıl biraraya getirdiniz? İstanbul’un her iki yakasından da sanatçılar var mı?

İnsan insanı doğurur... Mezun olduğumuz okuldan, katıldığımız sergilere kadar çevremiz çoğalarak büyüdü. İlk sergideki sanatçıların hepsi bizim hem sanat hem de üretim bağlamında daha evvel atölye ya da sergi paylaştığımız sanatçılar. İlk serginin bu kadar ses getireceğini, galericisinden, küratörüne ve koleksiyonerine kadar takdir ve beğeni toplayacağını bilmiyorduk, çünkü çok ansızın gelişen bir projeydi.

Şimdiki sanatçıların bir çoğu hem sanat piyasasında duruşunu korumuş, hem kendi kendine varlığını devam ettirmiş istikrarlı sanatçılar. Ve evet, kentin her iki yakasından da sanatçılar var.

Bu serginin sanatçının rahat alanında olduğunu herkesin hissetmesini istiyoruz. Sergideki sanatçılar seçilmedi, bir araya geldi. Olan süreçte her sanatçının sergiye müdahalesi ve etkisi çok büyük. Sanatçının kendini seçilen değil, etkin hissetmesini istedik. Biz sadece ‘hadi yapalım’ diyen iki kişiyiz, gerisi hep beraber geldi. Bu gibi projeler daha çok yapılsın, herkes yapsın ve biz de dahil olalım isteriz.

(Sanatçı Atölyesi: Rasimpaşa Mahallesi Süngertaşı Sok. No:9/1 )

(Açılıştan sonraki günlerde sanatçıların, sergiyle ilgili, ziyaretçilerle sohbet gerçekleştireceği ücretsiz bir sergi turu olacak. Tarih için  instagram’dan @ucgunlukdunya3 hesabı takip edilebilir.)


ARŞİV