Sanal dünyanın en çok takip edilen isimlerinden olan Kadıköylü Onur Gökşen'in ilk kitabı ‘bizim de renkli televizyonumuz vardı’ yayımlandı. Gökşen kitapta çocukluğu ve gençliğine dair anılarını anlatıyor. Ama kitap sadece bir biyografi değil, bir dönem anlatısı aynı zamanda. Zira Gökşen, ‘Aklıma kazınan olayların şimdiki zamandan bir yorumunu yaptım’ diyor.
Kadıköylü yazar Onur Gökşen, Twitter ve Ekşi Sözlük'ün en popüler isimlerinden biri. Açıksözlü anlatımı, kıvrak zekâsı ve nüktedanlığı için binlerce kişi tarafından takip ediliyor.
Gökşen, şimdi de bir kitap ile karşımızda; “bizim de renkli televizyonumuz vardı”.
Yıllardır net ortamında yazan Gökşen'in aklında kitap fikri hep varmış. Bir yayınevine başvurmayı planlarken, Okuyan Us Yayınları'nın sahibi Cem Mumcu'dan teklif gelmiş. Gökşen en başta biraz tedirgin olmuş. “Ben kimim ki kitabım basılacak?” ve “Okurlar niye ilgilensin?” gibi sorular geçmiş aklından. Ama kaygılarının boş olduğunu kitap çıkınca anlamış. Zira kitap 20 günde 3 baskı yapmış. Gökşen, “Bu işlerden ben pek anlamam ama yeni bir yazar için bence bu çok güzel ve küçümsenmemesi gereken bir başarı” diyor. Gökşen, ilk kitabını elince alınca ne hissettiğini, “Bugüne kadar tüm yazdıklarımı bilgisayar ekranından okuyordum. Ama kitabı elime aldığımda hikâyelerin beklediğimden daha güzel olduklarını fark ettim. Onlara birazcık yabancılaştım da, gerçekten tarif edilmesi çok zor bir his bu” diye anlatıyor. Peki kitapta neler var; “Eskiden beni tanıyanların bildiği hikayeler kitaptakiler. Sözlükteki bazı yazılarımı hikâye formatına soktum, fakat kitabın diğer yarısı ise pek kimsenin bilmediği son dönemimde yazdığım hikâyeler. Genelde hayatımın içinden komik ve hüzünlü kesitler seçtiğim konular.”
Kitabın adının neden “bizim de renkli televizyonumuz vardı” olduğunu da şöyle açıklıyor Gökşen: “İsim için epey uğraştık. Çocukluğun belki de en heyecanlı olaylarından biri olan 'eve renkli televizyon gelmesi'nin kitap için uygun bir isim olduğuna karar verdik.”
‘UNUTMAK İÇİN YAZIYORUM’
“Benim için yazı kurtulmak için değil, unutmak için var. Mevcudiyetimi unutmaya çalışıyorum” diyen Gökşen, niye ve nasıl yazdığını ise şöyle anlatıyor:
“Kitleleri peşimden sürükleyeyim diye yazmıyorum. Hayata dair memnun olmadığım, değiştirmek istediğim birçok şey var. Bu yaşadığımız dünyanın doğru gitmediğini düşünüyorum. Değiştirmeye gücüm yetmiyor. Bu Don Kişotluk değil. Çünkü fikirsel anlamda konuşuyorsun orada. Düşünmek ağırdır. Sırtında büyük bir yük varmış gibi içinden hep bir şeyler yazmak istersin. Düzeltemeyeceğini bildiğin halde yazmak işin en acıklı tarafıdır. Bir şey yazarsın, bu birilerine dokunur. Bazen bir harfi bile öyle güzel bir yerde yazarsın ki, bu harf birlerini ağlatır, güldürür, bu yazının gücüdür. Yazı yazarken her şeyi unutuyorum. Aklıma bir şey geliyor geçmişten. Kardeşimle ilgili an diyelim... Yazarken oradayım ama bir anda film karesi gibi bilgisayar ekranı yok oluyor, yazdığım hikâyenin geçtiği mahallemde oluyorum birden. Bir binanın tepesinden aşağıya, o mahalleye bakıyorum. Aşağıda ben ve kardeşim var. Yazılarımdaki gerçekliğin ardındaki sır bu. Orada gördüğümü yazıyorum. Ayıldığımda yazı bitmiş oluyor...”
‘KADIKÖY HAYATIM...’
Onur Gökşen, biraz da Kadıköy'den bahsediyor. Zira ailesi de kendisi de Kadıköylü. Kısa bir süre New York'ta yaşamış ama kendi deyimiyle “Yapamamış orada. Çok özlemiş buraları ve geri dönmüş.”
Gökşen için Kadıköy demek, çocukluğu, gençliği, aşkları, kavgaları, maçları ve daha pek çok şey demek... “Kadıköy, hayatım aslında. Hayatımın anlamı değil, sadece hayatım. İnsan hayatından vazgeçebilir mi?” diye soruyor. “Sizin için Kadıköy'ün diğer yerlerden farkı ne?” diye soruyoruz. “Bunu anlatmak benim için çok basit” diyor ve ekliyor; “İşyerim karşıda, her gün vapurla işe gidip geliyorum. Kadıköy'ün diğer yerlerden farkı, ancak vapurdan inince anlaşılıyor. Havası... İnsanları... İskele meydanındaki ucuz büfeleri, Haldun Taner'den gelen enstrüman sesleri. Kızlarının gülüşleri. Her şey farklı. Kadıköy adeta İstanbul'un içindeki İstanbul benim için.”
Onur Gökşen'in çocukluğunun Kadıköyüne dair anıları var ve geçmişi özlüyor da; “Mesela geçen gün aklıma geldi. Bağdat Caddesi'nde sarı dolmuşlardan önce, dolmuşlar eski Amerikan arabalarıydı. İnip binmek çok zordu ama onları özlediğimi fark ettim. Kızıltoprak'ta Kent sineması vardı, onu özlediğimi fark ettim, Kent sinemasının hemen yanında İkizler sineması vardı, yazlık sinemaydı. Oraya gidip film arasında annemden gazoz istemeyi özledim. Kızıltoprak'taki lunaparkı özledim, insan eğlendiği yerleri özlüyor. Ben buralarda çok eğlenmiştim.”
Onur Gökşen, kitabının bir yerinde “Kadıköy'ün güzel ve eski kokusu”ndan sözediyor. O kokuyu hâlâ alabiliyor mu acaba?” Aslında demin söylediğim yerler haricinde Kadıköy pek de fazla değişmedi. Çarşısına giderseniz ne demek istediğimi anlarsınız, çarsının o canlılığı hiç yok olmadı. Kadıköy'ün eski evleri halen aynı, insanları aynı, yirmi kere inin Kadıköy'e, bir sürü yüze aşina olduğunuzu göreceksiniz. Anlattıklarım insanı bir semte bağlayan şeyler, bu kadar alışılan bir yerden ayrılmak zor. Nişantaşı da güzel bir yerdir eminim ama ben oraya gitsem ne yaparım, kimseyi tanımam, evlerini sokaklarını kokusunu bilmem, ne işim var Nişantaşı'nda?!”
Gökçe UYGUN