Ta içimize...

"Kitaplarda Kadıköy Satırlarda Hayat" köşemizin bu ayki konuğu Murat Erşahin'in Murat Erşahin’in “Mümkünse Sıra Başı Olsun Lütfen!” kitabı

03 Mayıs 2019 - 10:19

Beste NÂSIR ([email protected])

Kitapların dünyasına kapı araladığımız yolculuğumuz bu ay da Murat Erşahin’in “Mümkünse Sıra Başı Olsun Lütfen!” kitabıyla devam ediyor.

Kitap bir öykü kitabı. Erşahin, içimize dokunan bir dille pek çok temayı birarada sunuyor. Aşk da var öykülerde; Kadıköy’den eski izler de. Edebiyat sıkça göz kırpıyor; sinema da peşi sıra geliyor.

Erşahin’in öyküleriyle bazen mutlulukla doluyor içimiz bazen acıyla derin bir nefes alırken buluyoruz kendimizi; bir yandan hep sorgular haldeyiz hayatı, yaşananları ve tabii kendimizi bir yandan gözlerimizin önüne serilen o “eski izler” yüzümüze kocaman gülümsemeler yayarak rahatlatıyor bizi.

“Bir yığın pişmanlık yaşam dedikleri...”

Yaşamı tam ortasından yakalarken bizi Kadıköy’de gezintiye çıkaran bu öykülere yaklaşmak aynı zamanda duyguların içinde dolaşmak demek.

İlk öykü Arıza kitabın “dertli öykü”lerinden biri. Kırk iki yaşında bir adam kahvaltı yapmak için geldiği pastanede çay içerken bir yandan da gazeteye göz gezdiriyor. Boğucu haberler birbiri ardına yığılırken adam ruhunun durumunu şöyle dillendiriyor: “(...) Yağmur çiseliyor. ‘Ayazda Bir Yürek’ vaziyeti iç ruhum. Yıkılmış Opera Sineması, eski sevgilinin yün beresi, TRT’nin ilk günleri gibi şeyleri özlüyorum. Yitirdiğim sevdiklerimle sohbet etmeyi isterdim şu an. Yaşarlarken onlara ayıramadığım vakitler geliyor aklıma. Hayatın en boktan noktası da bu zaten. Neyi ne zaman yapman gerektiğini bilememen. Lanet olası öncelikler: haz, öfke, keşke... Bir yığın pişmanlık yaşam dedikleri”... Evet, ama sadece bir yanıyla! Hayat hiç durmadan akarken sürekli bir şeyler için pişmanlık içinde olmak insan için nasıl dayanılır olabilir yoksa?

İsimsiz bir karakterin 8.15 Beşiktaş vapurunda yolculuğu sırasında anlatıcının gözlemleriyle başlıyor Vapurda. Sonra anlatıcı bize (okura) şunları söylüyor: “(...) Vapurlar değişti. (...) Cemal Süreya vapuru göremeyeceğiz. (...) Ömrü hayatında denizi görememiş askerlerin, devlet memurlarının isimleri verilmeye devam edecek vapurlara. Osmanlı padişahlarının, belki sadrazamların. Kötü kasaba politikacılarının bile olabilir ama şairlerin asla. (...) Edebiyatçılara deniz yasak. Sait Faik vapuru nasıl yakışırdı oysa”...

“Toprağa oturmak, çimenlere uzanmak istiyor içindeki”

Buruk haldeki yüzümüzü toparlayabilmek için Yağmur bir fırsat gibi bizi bekliyor. Son paragraf içimizde çiçek açtıracak türde: “Dindi yağmur. Toprak kokusu bak! Nasıl da sardı her yeri. Şimdi hemen her şeyi yapabilirsin. Güçlü ve özgürsün, iyi hissediyorsun, mutlu... Sana zarar veremezler. İzin vermezsin buna. Toprağa oturmak, çimenlere uzanmak istiyor içindeki. Eski yuva günlerinden tanıdığın o neşeli çocuk! Ağzını açıp yağmur damlalarını tattığın güzel, telaşsız günlerdeki gibisin”.

Yaşamaya devam edebilmek için bunları hissetmeye, bunları hissetmek için de böyle bir yaşam alanı oluşturabilmek için çabalamaya ihtiyacımız var. Hatta öncesinde, bunları hissetmeye istekli insanlar görebilmeliyiz; böyle bir dünya yaratabilmek için mücadele etmeye hazır insan tipleri... Tabii, bu insan tipinin ortaya çıkması için hem insanın yaşam ortamında hem de her bir insanda birçok koşulun tamamlanması gerekiyor.

“Bir sanat kılmalı insan hayatta olmayı”

Her bir öyküyle kocaman açılan gözlerimiz ve âdeta sarsılıp duran kalbimiz kitabın sonuna kadar iz sürüyor.

Peki ölüm bizi nasıl sarsıyor? İşte, Ölüm fısıldıyor: “Her şey zordur. Ölüm, en zoru. Bir daha ‘olmaz’ çünkü ölen şey. Yoktur artık. (...) Yaşıyor olmak aldatıcıdır işin aslı. Bir sanat kılmalı insan hayatta olmayı. Ama buna da izin yok. Yani ölüm sürekli. Hayatta da. Sosyal ve ekonomik durumunuz belirler ‘yaşıyor’ olmayı. Adaletsizlik ölümle son bulur. O yüzden korkmamalı ölümden, yani hayatta olmaktan daha kötü bir kesinlik değil ölüm.”

Ölümün ağır olması ve bu anlamda zor olması zorunlu olmasıyla da ilgilidir. İnsan için yaptıkları, yaşadıkları göz önüne alındığında zorunlu olan tek şey ölümdür aslında. Bu yanıyla, diğer her şey yapılabilir de yapılmayabilir de, yaşanabilir de yaşanmayabilir de. Zaten, insan dediğimiz canlının bütün karmaşıklığı da tam buradan doğar. Bir taraftan içinde bulunduğumuz dönemde yaşamanın neye karşılık geldiğini de görünüşle ilgili şeyler ve hemen görülebilecek olan bir yararla, çıkarla kendisini ortaya koyabilen şeyler gösterir haldedir. Bu da, sorunların en büyüklerinden biri olarak hep devam eder.

“Çocukluk resimlerindeki o korkusuz bakışını tak yüzüne”

Hayat, zorluklarla ve sorunlarla birlikte akıyor ve böyle de akmayı sürdürecek. Bunu kabul ettikten sonra Çok Kısa Öyküler’in içindeki on bir öyküden biri bize bir sonraki aşamayı hemen gösteriyor sanki: “(...) Ne beklerse beklesin bizi, haydi bakalım, tırmanmak var sırada. Özgürsün, kalbin var, inanıyorsun gelecek güzel günlere. Korkma, başla merdivenleri çıkmaya. Ne beklerse beklesin seni, buradan farklı olduğu kesin. Çocukluk resimlerindeki o korkusuz bakışını tak yüzüne ve durma, ayaklarına insin yüreğin, kollarına, hayatın şah damarına”.

Asıl güç işte böyle bir şeydir, ama bunu olabildiği kadar koruyabilmek gerekir. Dahası, o merdivenlerin ne kadarının çıkılabileceği de bu gücün ne kadarının korunabildiğinin işaretidir. Koşullarımız ve bu koşulların beraberinde getirdiği olanaklarımız izin verdikçe asıl gücümüzü sürekli koruyalım!

Şimdi, bütün bunlardan sonra ya da belki de en başta şunu sormadan olmaz: İçinize yolculuk yaptınız mı hiç? Bunu biraz denemek isterseniz kitapta insana ait, insanca tam yirmi sekiz öykü sizi bekliyor. Yolculuğa başlangıç için!

OKURA NOT: Murat Erşahin, 4 Mayıs Cumartesi saat 14.00’te Kadıköy Sineması’nda kitabını imzalayacak.


ARŞİV