Ruhi Su Dostlar Korosu’nda türkülerle başlayan müzik serüveni, tangolardan oluşan ilk albümü “Aşk” ile devam eden Mehtap Meral aynı zamanda Kadıköylü bir şarkıcı. Albümdeki 9 tangodan 7’sinin söz ve müziğinde kendi imzası bulunan 28 yaşındaki genç müzisyenin “Kedi Mevsimi” isimli bir de şiir kitabı bulunuyor. Mehtap Meral ile bir başka müzisyen İlkay Akkaya ve eşinin işlettiği Moda’daki Vamos Bien isimli kafede buluştuk; türkülerden, tangolardan, şiirden ve tabii ki Kadıköy’den konuştuk.
-Müzik yaşamınız nasıl başladı?
Benim müzik hayatım ilk olarak Ruhi Su Vakfı ve Ruhi Su Dostlar Korosu’nda başladı. İlk müzik eğitimimi oradan aldım. Sonra Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü’nü bitirdim Ana dalım keman. Daha sonra da orkestramla çeşitli yerlerde sahne almaya başladım.
-Kaç yaşındaydınız koroya girdiğinizde?
Lise yıllarındaydım henüz. Lise 2. sınıftaydım hatta koronun da en küçüğüydüm. Benim hayatımda Ruhi Su Vakfı ve Dostlar Korosu bir dönüm noktasıdır gerçekten.
-Ailede böyle bir damar mı vardı? Türkülere ve özellikle de Ruhi Su’ya yakınlık gibi…
Elbette. Hem kökenlerimiz gereği türküleri çok severdik hem de babam iyi bir Ruhi Su dinleyicisiydi. Benim de elimden tutup koroya girmemi sağlayan kişi babamdır. O zamana kadar profesyonel bir müzik eğitimim olmamıştı ve ben Ruhi Su Vakfı’nda bunun için çok geç kalmadığımı fark ettim. “Bu işi ben çok seviyorum, yapabilirim” duygusunu yaşatan yer orasıdır. Bir de o zamana kadar türkü dinlerdim ama başka bir türkü söyleme biçimiyle Ruhi Su sayesinde tanıştım.
-Üniversitede Batı Müziği eğitimi aldınız. Neden türkülerle devam etmediniz?
Ben türküleri çok seviyorum ama her zaman şarkı söylemek gibi bir duygum vardı. Şarkıcı sözcüğünü de çok severim mesela. Hâlâ kendim veya dostlarım için türkü söylüyorum ama başka bir şey yapmak istedim. Müziğimin başka bir şeye evirileceğini biliyordum. Çok sevdiğim kadın vokaller vardı, dünya müziğini takip ediyordum. İran müziklerini, Fransız, Alman halk şarkılarını ve birçok farklı ülkenin müziklerini takip ediyordum. Bizden de Zuhal Olcay hep çok sevdiğim bir isim olmuştur. Vedat Sakman, Bülent Ortaçgil… O damar bana çok yakın. Benim de kendime özgü şarkılarım olduğu için bir kanal açmaya çalıştım kendime. Bunun yolu da, türküler çok güzel olmasına rağmen, başka bir alan Batı Müziği gibi geldi bana.
-İlk albümünüz de bir sürpriz oldu aslında. Çok uzun zamandır tümü tangolardan üstelik yeni beste tangolardan oluşan bir albüm çıkmamıştı. Türkülerden tangoya geçiş nasıl oldu?
Ben hep şarkı söyledim ve hep sözü ve müziği bana ait şarkılarım oldu. Orkestramla sahne alırken, Türkçe tangolar söylüyordum. Sonra tango dans olarak hayatıma girdi. Baktım ki zaman içerisinde tango şarkılarım olmaya başlamış. Bu tamamen çok dinlemekten ve tangonun hayatıma çok nüksetmesiyle ilgili bir şey. Yani şarkılarım projeyi oluşturdular zamanla.
-Türkiye’de tango beste üretimi çok azaldı hatta uzunca bir süredir yok…
Cumhuriyet sonrası müzikteki devrimle beraber çok yoğun bir tango üretimi vardı aslında. Sanıyorum en son Esin Engin’den sonra bu üretim baya azaldı. Tango bizde çok sevilen bir tür. Hatta hâlâ pop şarkıcılarımız bile albümlerine bir iki tane tango şarkı ekliyorlar. Ama tabi baştan sona tangolardan ve yeni tangolardan oluşan bir albüm yoktu.
-Albümün büyük bölümü sizin söz ve bestelerinizden oluşuyor değil mi?
9 şarkı var albümde. Bir Piazzola şarkısı var; Astor Piazzola’nın Oblivion şarkısını ben “Git”olarak adapte ettim Türkçe’ye, yeni sözlerle birlikte. Sezen Aksu’nun söylediği, Aysel Gürel’in sözleri, Selmi Andak’ın bestesi olan “Ben Her Bahar Âşık Olurum”u yeniden yorumladım. O mesela sürpriz oluyor dinleyenler için. Sezen Aksu söylerken hep ilkbahar gibi söylüyor, ben biraz şarkının duygusunu sonbahara çektim. Bir de edebiyatla da çok ilgili olduğum için İranlı kadın şair Furuğ’un “Kayıp” adlı şiirini besteledim.
-O şiir de çok etkileyici geçekten. Var mı sizi etkileyen başka kadın edebiyatçılar?
Benim bir üçlüm var zaten; şiirde Nilgün Marmara, öyküde Tezer Özlü, Sevgi Soysal. Gülten Akın şiirini çok seviyorum. Yeni isimlerden takip ettiklerim; geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Didem Madak ve Gonca Özmen. Ben edebiyat dâhil sanatın her dalında kadın damarını çok önemseyen biriyim ve hayata kadının penceresinden bakmayı çok seviyorum. Tango da bu anlamda çok önemli, çünkü tango kadın duruşunun dik olduğu ve kendini ifade edebildiği bir dans.
-Albüm Ada Müzik’ten çıktı. İlk albümünü çıkaran bir sanatçıya büyük bir yapım şirketinin destek olması nasıl oldu?
Ada müzik gerçekten “ada” gibi. Çok önemli müzisyenlerin içinde olduğu bir şirket bence. Zaten çok dinliyordum Ada Müzik’in sanatçılarını. Tek bir görüşmem oldu, o da kendimi çok hazır hissettiğimde yaptığım bir görüşmeydi. Projeyi sevdikleri için destek oldular. Bu çok kıymetli benim için. Baki Duyarlar aranjeleri yaptı, Engin Gürkey perküsyonları çaldı, Altuğ Öncü kemanları çaldı, bir de tabii görünmeyen tarafı var. Çok uzun yıllardır yavaş yavaş bu proje kendini hazırladığı için çok insanın emeği var bu albümde.
-Albüme tepkiler nasıl?
Şu ana kadar tepkiler çok olumlu. Sektörün bulunduğu koşullar belli ve çok fazla isim var. Bu yüzden bir projeyle ortaya çıkmak benim için daha anlamlıydı. Bunun dikkat çekeceğini düşündüm. Çok da yanılmadım. Şimdiye kadarki tepkiler yanılmadığımı gösterdi.
-Biraz da Kadıköy’den konuşalım. Burada yaşayan bir müzisyen olarak Kadıköy’ün şarkılarınıza katkısı oluyor mu?
Çok! Kadıköy’ü çok seviyorum. Daha önce ailemle Avrupa Yakası’nda yaşıyordum. Sonra çok sevdiğim müzisyen bir dostumla Yeldeğirmeni’nde oturmaya başladık. Yeldeğirmeni’ni de çok seviyorum. Çok kozmopolit bir yer Kadıköy. Onun dışında canınız ne istiyorsa Kadıköy’de yapabilirsiniz. Yalnız kalmak istediğimde kalabiliyorum, dans etmek istediğimde dans edebileceğim, denize bakmak istediğimde bakabileceğim yani ihtiyacım olan her şey Kadıköy’de var. O yüzden başka hiçbir yere gitmeden yaşadığım aylar olmuştur burada. Başka hiçbir semtte böyle yaşayamazdım. İnsanları çok güzel. Kadıköy’ün kedileri var bir de. Kedileri çok seviyorum. Kedilerin özgürce yürümediği ve karınlarının doymadığı bir yerde yaşayamam.
Haber: Semra ÇELEBİ
Fotoğraflar: Eylem Başak ŞENTÜRK