Oyuncu-müzisyen Teoman Kumbaracıbaşı, Erenköy ve Kozyatağı pazarlarında, anne toprağı Arjantin’in ünlü süt reçelini satıyor.
Semra ÇELEBİ
Fotoğraflar: Gürbüz ENGİN
Geçen hafta gazetelerin magazin sayfalarında, sinema filmleriyle, dizi ve tiyatro oyunculuğuyla, müzisyenliğiyle tanıdığımız Teoman Kumbaracıbaşı hakkında yazılan haberler dikkat çekti. Haberde Kumbaracıbaşı’nın pazarda çekilmiş birkaç fotoğrafının yanına “dizi setlerindeki çalışma koşullarını protesto etmek için” pazarda süt reçeli sattığı, Kadıköy’de küçücük bir evde yalnız yaşadığı yazıyordu. Bizim dikkatimizi sevdiğimiz bir sanatçının Kadıköy’ün semt pazarlarında reçel satması çekse de genel olarak medyada bu durum bir sanatçının içine düştüğü ‘kötü, üzücü bir durum’ gibi yansıtıldı.
Bu haberlere öfkeli olan Teoman Kumabaracıbaşı’nı önce Erenköy Semt Pazarı’nda sonra Kozyatağı Pazarı’nda ziyaret ettik. İlk gün öğleden sonra gittiğimizde reçellerin bittiğini gördük. İkinci gün ise müşterisi o kadar çoktu ki sadece fotoğraf çekip döndük. Röportajımızı ise Bahariye’deki evinin yakınındaki bir kafede yaptık.
Neredeyse 40 yıllık Kadıköylü olan Teoman Kumbaracıbaşı’yla başta pazardaki esnaflık günlerinden, dizi setlerindeki sorunlara, Acaipademler grubuyla yürüttüğü müzikal yolculuğundan ‘mahalleli’ olma kavramına pek çok konuyu konuştuk.
-Sondan başlayalım. Süt reçeli meselesi medyanın ilgisini nasıl çekti?
Onu ben de anlamış değilim. Aslında medyanın ilgisini çekebilecek çok şey yaptım daha önce ama bu konuyla gündeme geldim. Medyanın genel yapısı satıhtadır, derinlemesine bir araştırma yapmaz. Özellikle magazinel konularda toplumun duymak istediğini, düşündüğü şeyi yazar ama aslında bunun toplumla hiç ilgisi yoktur. Medya toplumun çok gerisinde. Bir cinayet haberinde ambulanstan ve polisten önce olay yerinde olurlar ama kültür sanat meselelerinde dünyayı çok geriden takip ediyorlar. O nedenle bu kadar büyük bir ilgi göstermelerini şaşkınlıkla takip ediyorum. Bir çocuğun iki kaşık sallayıp süt reçeli yapmasını ana akım medya manşetten veriyor. İlginç!
-Düşündüğünüzden daha şöhret bir isim olduğunuz için mi?
Yok sanmıyorum. Haberi yanlış yazan arkadaşın eseri aslında bütün bunlar. Muhtemelen bu haberi yazarken ‘düşmüşlük’, ‘aciziyet’ gibi bir durumu, tanınmış bir oyuncunun düştüğü haller olarak tasvir etmiş. O tasvir de görsel olarak doğru. Kimin gözünden doğru? Medyanın gözünden tabi ki. Çünkü pazarda çalıştığınız zaman acze düşmüşsünüz demektir. Bu pazarda çalışan binlerce kişiye yapılmış çok büyük bir haksızlıktır. Bunu hangi dilde kınayabilirim bilmiyorum.
-O haberde bir de protest bir durum da vardı, dizi setlerindeki ağır çalışma koşullarını protesto etmek için pazarı tercih ettiğiniz yazıldı. Böyle bir şey var mı?
Albert Camus’nun güzel bir sözü vardır: “Kaçmak, kurtulmak istediğiniz hayatın içine biraz daha girmektir”. Diziyle ilgili mücadele dizinin içinde verilir. Sanki ben 200 bölüm dizi çekerken hiç bununla ilgili bir şey söylememişim gibi, süt reçeli yapınca mı sektöre karşı bir şey söylemiş olacağım? Süt reçeli yaparak dizi sektörünü protesto etmek kadar saçma bir şey, bu kadar basiretsiz bir şey ilk kez duyuyorum. Ben çocuklar için, arkadaşlarım için, kendim için bir şey yapıyorum. Birisinin boyunduruğu altında çalışmak istemiyorum. O yüzden kendime böyle bir durum yarattım. Bu yaratılmış bir şeydir ama atla deve de değildir. Bu ülkede binlerce insan pazara çıkıyor. Bu insanlara karşı çok büyük haksızlık yapılıyor. Çok büyük maharet isteyen bir meslektir esnaflık. Sabahın köründe kalkacaksınız, stant açacaksınız, malınızı dizeceksiniz, insanlarla iletişimi öğreneceksiniz, ürününüzün reklamını yapacaksınız, bağırarak satacaksınız… Bütün mesleklerimin yanına esnaflığı gururla eklerim. Orda insanlar bileklerinin hakkıyla para kazanmaya çalışıyor. Ben de pazara layık olmaya çalışıyorum.
-Peki, niye böyle bir hikâye uyduruldu sizce? Neden sistemin karşısında kendine alternatif bir yaşam üretmeye çalışan bir oyuncu rolü yakıştırıldı size?
Daha önceki röportajlarımda ülkenin sıkıntılarıyla ilgili, kültür sanatta, sinemada yaşanan sorunlarla ilgili bir sürü şey söylemişimdir. Beni tanıyan takip eden insanlar da hayata karşı duruşumu bilirler. Ama kısaca şunu söylemek gerekir: Ben muhalif bir kişilik değilim. Ben bir tez insanıyım, antitez değil. Var olan bir şeye karşı bir şey söylemiyorum, olması gerekeni söylüyorum. Müzik grubunu kurarken de, süt reçeli yaparken de, çocuğuma davranışlarımda da tezlerim var. Bu tezlere uygun yaşamaya çalışıyorum. Ben sistemin dışında bir insan değilim. Kimse kendini sistemin dışında zannetmesin. Siz istediğiniz kadar sisteme muhalif olun ama çok tüketiyorsanız, kocaman evlerde yaşıyorsanız, fosil yakıt kullanıyorsanız, boşa para harcıyorsanız o zaman sistemi eleştirmeye hakkınız yoktur. Çünkü sistemin kendisi olmuşsunuzdur zaten. Ben üreten kişi olmak istiyorum. Ömrüm boyunca da üreten oldum; dizide de sinemada da tiyatroda da müzikte de…
-Pazardaki diğer esnafla aranız nasıl?
Pazar ahalisiyle aram çok iyi. Sağolsunlar beni çok sevdiler. Öyle herkesi de almazlar aralarına. Onlardan çok şey öğreniyorum, benim de getirdiğim farklılıklar var. Nasıl daha çok satarız değil, nasıl daha iyi bir şey üretiriz meselesidir bu.
-Kendinizi pazarda iyi mi hissediyorsunuz?
Elbette iyi hissediyorum. Olağanüstü hissediyorum. Kendime ait bir ekonomik model geliştirdim; kapitalsiz, kimseyi sömürmeden, kimsenin emeğine basmadan… Bu müzikte de, dizide de, tiyatroda da böyleydi, şimdi pazarda da böyle. Hiçbir fark yok benim için. Damak zevki kulağın zevkinden daha aşağı bir şey midir? Değildir! Yaptığım işe küçümseyerek bakan insanların çoğunu ben o pazarda alışveriş yaparken görüyorum!
-Üç ay önce ne oldu da pazarda süt reçeli satmaya başladınız?
Ben yarı Arjantinliyim, annem Arjantinlidir. Arjantin’de ‘de Dulce de Lece’ yani süt tatlısı, Türkçe’de süt reçeli olarak bilinen tatlı çok yaygın bir şey. Benim çocukluğumdan beri evde pişen çok sevdiğim bir tatlı. Bir arkadaşım el işi ürünler yapıyordu. Erenköy Pazar’ında bir stant boşalmış, beni de çağırdı. O zaman elim boş gitmeyeyim diye 15-20 kavanoz süt reçeli götürdüm. Sonraki hafta yandaki stant boşalınca ben de orayı kiraladım süt reçeli satmaya başladım.
-Pazarda hoşunuza giden neydi?
Gerçek bir yaşam var orada. Başka bir yerde çok nadir rastlanan, özellikle sanatta nadir olan bir hayat gerçekliği… Ben hayatımı gerçeklikler üzerine kurmak isteyen bir insanım. Bunu zarafetle bütünleştirdiği zaman kendimi bütün bir insan gibi hissediyorum. Onun dışında hep eksiğiz. Orada bir hakikat var, ben zarif bir şey yaparak; süt, şeker, emek, özen, iyi niyetle hazırladığım süt reçeliyle bu hayatı bütünlüyorum.
-Başka şehirlerin pazarlarına gitmeyi düşünüyor musunuz?
Öyle bir fikrim yok şu anda. Erenköy ve Kozyatağı Pazarı’ndan memnunum. Zaten vakit de yok. Reçel kaynatıp pazara gidiyorum ama bunun yanında konserlerim devam ediyor. Acaipademler grubumuzla ya da tek başına konserler veriyorum. Yakında bir çocuk şarkıları albümü çıkaracağım.
-Müziğe vakit her zaman var diyorsunuz
Yüzde yüz! Çok yoruluyorum ama bir maden işçisiyle kıyaslanamaz. O yüzden boş konuşmamak lazım.
Oyunculuk ne durumda?
Yaza bir film var. Yani herkesin sandığının aksine mesleğime devam ediyorum. 27 yılımı verdiğim mesleğimi süt reçeli için kenara bırakacak halim yok (gülüyor). Süt reçelini küçümsediğim için değil de böyle yan yana anılması çok absürt. Bu sinema filmiyle ilgili henüz imza atmadık, o yüzden ayrıntı veremiyorum. Uluslararası bir proje, içinde olmak istediğim bir film diyelim.
-Dizi var mı?
Dizi yok, teklif var, hep vardı ama şu anda içime sinen bir proje göremedim. Görürsem yine çalışırım, problem yok.
-Tiyatroda en son sizi Matmazel Julie’de izlemiştim, sonrasında bir çalışmanız oldu mu?
Sonrasında tiyatro yapmadım. Ben bir sene yapıyorum, bir sene yapmıyorum. Ama bu yıl tiyatro yapmadığım ikinci yılım olacak.
-Özel bir nedeni var mı, yoksa yoğunluktan mı?
Ben bağımsız çalışıyorum. İçime sinen bir şey olması lazım çünkü tiyatroda başka bir emek söz konusu. Çok çalışmak, iyi hazırlanmak gerekiyor. Gelen birkaç teklifi de okumadan geri çevirmek zorunda kaldım çünkü vakit yok.
-Ne kadar zamandır Kadıköy’de yaşıyorsunuz?
2017’de 40 yıl olacak. Ben iyi bir Kadıköylüyüm. Arjantin’de doğdum, 6 yaşında Kadıköy’e geldik hala da burada yaşıyorum. Moda Bostan Sokak 18/20 ilk yaşadım ev, dedemin evidir, toprakları bol olsun. Sonrasında Fenerbahçe, Kalamış’ta yaşadım. Gezdim tabi, karşıda oturduğum dönemler de oldu. Ama ikametgâhım bellidir. Şu anda Bahariye’de oturuyorum. Mahallemin insanı olmak için hâlâ direniyorum.