Bu haftaki tiyatro röportajımızda konuğumuz, kelimenin tam anlamıyla ‘nevi şahsına münhasır’ diyebileceğimiz bir oyuncu olan Aslı Altaylar. Onu sayfalarımıza konuk eden ise 25. Bedia Muvahhid Ödülü’nü almış olması. İBB Şehir Tiyatroları oyuncusu olan Altaylar’ı 90’lı yılların meşhur dizileri Çiçek Taksi ve Yabancı Damat’tan hatırlarsınız.
Ödül törenine saatler kala buluştuğumuz Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde adeta bir fırtına gibi esiyor Aslı Altaylar. Koşuyor koridorlarda, oradan oraya zıplıyor, herkesle sımsıcak selamlaşıyor, kulisi, sahne arkasını gezdiriyor bana. Enerjik, coşkulu ve hızlı konuşan biri. Altaylar ile bolca kafa karışıklığı ve kahkahalı sohbetimizden size kalanlar…
Bedia Hanım’ın adına olması ve 25. yılına denk gelmem benim için çok kıymetli. Ama açıkçası ben işimi yaparken ödül falan hiç böyle şeyler düşünmüyorum. Oyunculuğu seviyorum, sahnede olmayı seviyorum. Derdim var, derdimi anlatmak istiyorum.
İnsan olmaya çalışıyorum ben. İyi olmaya. Aslında ‘iyi’ olmaya değil de, iyileşmeye... Kendim için yapıyorum bunu. Ben iyileşirsem herkes iyileşir herhalde. Bir şeylerin dönüşmesi lazım, değişeceğine inanmıyorum ama. Değişmekten korkuyorum ama dönüşmekten korkmuyorum.
Evet kesinlikle. Bu işi yapmasaydım ben ne halde olurdum hiç bilmiyorum! Çünkü çok normal bir insan olduğumu düşünmüyorum. Yani öyle diyorlar. Bence normalim de başkalarına göre değilim. Yani tiyatro olmasaydı zararlı bir şey olurdum. Şimdi en azından ehlileşiyorum. Çünkü… Çünküsünü de tam bilmiyorum ama insan dediğimiz şey bence şifresi çözülmüş değil. Çözebileceğime de inanmıyorum. Sadece anlamaya çalışıyorum, anladığım kadarıyla aktarmaya çalışıyorum.
“HERKESİN İYİLEŞMEYE İHTİYACI VAR”
Onlar da iyileşir. Herkesin iyileşmeye ihtiyacı var. İyilik kavramına çok takıldığın zaman ona da uyuz oluyorum. Çünkü ben bir yandan kötü de severim. İyi ve kötü kavramları da tartışmalı. Gerçek olursak iyi oluruz galiba. Mesela hükümet üzerinden konuşacak olursak onlar da gerçek olurlarsa bir sıkıntı çıkmayacak bence, onların da iyileşmeye çok ihtiyacı var. Hep beraber iyileşebiliriz gibi geliyor. Tabii bu da oportünist bir şeye evrilsin istemiyorum ama aynı fikirde buluşmayabiliriz ama aynı yerde yaşayabiliriz. Koca coğrafya burası, neyimize yetmiyor?
Ne kadar kısıtlayabilir ki beni?! Yok saymaya çalışıyorum. Bacağım göründüğü için ya da fikrimi söylediğim için bir oyunun kaldırılmasını doğru bulmuyorum.
Yani aslında aynı şeyi isteyip bu kadar anlaşamamak tuhaf geliyor. Bunun bir dili olduğunu düşünüyorum, bunun da tiyatrodan geçtiğine inanıyorum. Aslında sanattan… Ama sanatçı değilim ben. O bambaşka bir kulvar, oraya çok yolum var. Ben icracıyım, oyuncuyum, oyuncu olmaya çalışıyorum. Yani bilmiyorum, bir şey yapmak istiyorum. Bunu da süslü kelimelerle anlatmayı beceremiyorum. Ben oyun oynuyorum ama konuşamıyorum! Bir tek sahnede cümle kurabiliyorum sanırım…
“TİYATRO YAPMA LÜKSÜM VAR”
Hepimiz aynıyız aslında. Ben rahat edemediğim için böyleyim (gülüyor). Anksiyetem çok yüksek. Hatta bir keresinde sahnedeki oyunu bırakmak zorunda kaldım, hastaneye kaldırılmıştım panik atağım tutunca. O olaydan sonra 2 sene sahneye çıkamadım.
Şu an tiyatro haricinde rol aldığım bir yer yok. Bana iş vermiyorlar. Bilmiyorum, olmuyor bir şekilde ama bunu da dert etmiyorum. Aslında ilk defa şunu diyebiliyorum; tiyatro yapma lüksüm var ve bu benim için çok kıymetli.
Fark yok, hiçbir ayrım yapmıyorum çünkü hepsini ben yapıyorum! Ama tabii ki tiyatroda daha başka bir şey yaşıyorum, içim gıcıklanıyor ama kamera da dizi setini de seviyorum. Beni oynatmıyorlar diye, sevmem diyemem yani. Çünkü ben oynamayı seviyorum.
Hepsini oynamak istiyorum! Çok iyi bir oyuncu da değilim ama oynamak istiyorum. (gülüyor)
Olmaz mı?! Çok var hem de ama iyi tokatlıyorum onu. Ki egonun da kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bize bunu fazla gösterenler yüzünden öyle olumsuz bir yargımız var.
“ADIMI DELİYE ÇIKARTTIM RAHAT ETTİM”
Kadın olmamla alakalı bir tavır görürsem onun cevabını veririm. Bana ‘Ama sen kadınsın’ derlerse, ‘E sen de erkeksin!’ derim. Yani bu beni aşağılayan, ezen bir şey değil. Hiç öyle bir durum yok bende. Ezemezsin, ben seni yerim, benim pabucum daha pahalı, benimle uğraşamazsın! Öte yandan ben kendimi kadın-erkek diye ayıramıyorum ancak bir erkekten çok hoşlandığım zaman kadın olduğumu hissediyorum (gülüyor). Onun dışında sen de insansın ben de insanım. Ya bunları söylemek bile çok klişe ama öyle. Şöyle diyeyim; ben adımı deliye çıkarttım ve rahat ettim.
Kendimde olmayı isterim! (kahkahalar) Valla, aklım başında olsun yeter! Ödüm kopuyor büyük cümlelerden. Gençler efsane geliyor, bizden sonraki jenerasyondan çok umutluyum. Bizi de motive ediyorlar. Ben onlardan çok şey öğrendim. Bence bizim jenerasyonda ciddi bir sorun var. Çok arada kaldık, korkunç geçişler yaşadık ve bunalımlı olma hakkına sahip olduk! Hayır yok böyle bir hakkımız. Biz eziliyoruz falan… Hayır canım sen ezdiriyorsun kendini. Hadi birlik olalım! Sadece eyleme gidip slogan atmak değil. Tamam ona da gidelim ama sonra da bir şey yapalım.
Anlamaya çalışarak yaşıyorum. Anlamak istiyorum, anlatmak istiyorum. Umut etmeyi seviyorum ama kör umuda ihtiyacım yok. Parlayan bir umut… Bunun var olduğunu biliyorum inandığım tek izm, hümanizm. Hepimiz insanız, öleceğiz, bir karış toprak… Ne olur şu çağı temiz bitirelim…
Gerçekten çok seviyorum, bir yandan da nefret ediyorum. Total ilişkilerim böyle benim zaten. Bir dönem karşı yakada da yaşadım. Bir dönem Cihangir şimdi Kadıköy gibiydi. Şimdi burası böyle. Politik olarak bunu yapıyorlar. İnsanları sürekli bir yere sürgün ediyorlar, şimdi Kadıköy’e sürgün ettiler eğlenmek için, yaşamak için, sanat için… ‘Biz size burada nefes alma hakkı veriyoruz, şimdi burayı kaymak tabaka ilan ettik’ diyorlar. Ve biz de saçma bir şekilde buna seviniyor, kabul ediyoruz. Tamam, Kadıköy’ü sevelim ama neden karşıyı da unutuyoruz? Neden buna izin veriyoruz, niye buraya kapandık, neden buna karşı durmuyoruz?