Ressam Gül Ünlüçay, kendi memleketi Maraş’ta yıllar evvel yaşanan katliamdan yola çıkarak, günümüzde de dünyanın kimi yerlerinde devam eden insankıyımlarına odaklanan ‘’Başkalarının Acısını Taşımak’’ adlı bir sergi kurguladı. Ünlüçay, bu ikinci kişisel sergisinde, farklı boyutlarda sekiz adet tuval üzeri akrilik boya eser ve karışık teknik, video, kumaş düzenleme gibi işler aracılığıyla, izleyenlerde toplumsal acılara karşı farkındalık yaratmayı amaçlıyor.
19 - 27 Mayıs tarihleri arasında Barış Manço Kültür Merkezi’nde sanatseverelere sunulacak olan sergi öncesi Ünlüçay ile konuştuk.
1966 yılında Maraş'ta doğdum. İlk ve ortaokulu Maraş 'ta, lise eğitimimi Çanakkale'de tamamladım. Trakya Üniversitesi Anestezi Teknikerliği Bölümü mezunuyum. Doğudan batıya birçok kentte çalıştım. Bu yer değiştirmeler, farklı iklimlerde ve kültür ortamlarında yaşamak beni yeniliyor, zenginleştiriyordu. Kamu görevim sürerken amatörce yaptığım resim çalışmaları, 2002 yılında girdiğim Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde akademik düzeyde devam etti.
Sontag'ın kitabı, bu çalışmaya hazırlanırken okuduğum kitaplar arasındaydı. Savaş fotoğraflarından yola çıkarak kaleme aldığı kitabındaki çarpıcı betimlemeler, savaş karşıtı tutumu ve geniş bir zaman dilimini ele alarak Virginia Woolf' tan Goya'ya kadar savaşların neden olduğu büyük yıkımları ve acıları dile getiren çok sayıda görüşe yer vermesi ilgimi çekti. Sergide İnci Aral'ın 'Kıran Resimleri' adlı kitabından esinle ortaya çıkan bir iş de var. Ayrıca, tarihçi Ayşe Hür'ün bir makalesinde geçen sözcükler bir çalışmama ad oldu.
Başkalarının yaşadığı dehşet verici acılara yalnızca bakmanın yeterli olmayacağını düşünüyorum. Doğrudan bize değmemiş de olsa, başkalarının acısını görerek, taşıyarak belleklerimizde canlı tutmak, bu acılara ortak olmak, paylaşmak, nedenlerini anlamak ve bir daha asla yinelenmemesi için çözümler aramak bizi gerçek bir toplum -bir başka deyişle gerçekten demokratik bir toplum- yapabilir kanısındayım.
Samimi olmam gerekirse bu serginin çıkış noktası Maraş Olayı. Çocuktum ve şans eseri o korkunç kıyımlar oturduğumuz bölgeye ulaşmadan bitti. Ancak, büyüklerin yüzlerindeki çaresizliği, acıyı, korkuyu, kaygılı bekleyişi çok iyi hatırlıyorum. Sergideki bazı çalışmalar, o günden bugüne süregelen anlatılardan doğdu. Kuşkusuz bu çalışmalar salt Maraş kıyımı ile sınırlı değil ve ben söz konusu sorunu evrensel bağlamda ele almaya, yorumlamaya çalıştım.
Bana göre sanat en basit tanımıyla estetik bir anlatım biçimidir. Sanatçı bu anlatım ya da yansıtma biçimine hizmet edecek her şeyi, malzeme ve tekniği kullanabilir. Ben de farklı teknikleri denemeyi seviyorum. Bir duygu, bir düşünce ya da sıradan bir nesne estetik düzleme taşınırken tasarımın ya da anlatımın tekniği de belirlenir. Çalışma konusunu belirledikten sonra istediğin etkiyi yakalayana kadar durmadan çalışmayı sorgularsın, düşünürsün ve artık onu sorgulanamayacak bir noktaya getirmeye çalışırsın.
Bu sergide de önce konuyu belirledim. Sonra konuyla ilgili çeşitli okumalar yaptım. Üretim sürecinde ise teknik bağlamda arayışlarım hep sürdü. Durağan, öylece yatan figürler ile masumiyeti, edilgenliği ya da kendini savunamazlığı yansıtmak istedim. Acıyı ise, durağan figürleri ya da figür parçalarını kuşatan tepkisel fırça vuruşlarında, renksizlikte, siyahın yas tonlarında, ak ve karanın keskin karşıtlığında aramak gerekir belki de...
Sanatçının içinde yaşadığı toplumun sorunlarından bağımsız olamayacağını düşünüyorum. Ama sanatın ve sanatçının nasıl olması gerektiğine ilişkin farklı görüşler var. Toplumcu, anlatımcı sanat tartışmalı bir konu. Kendi adıma konuşmam gerekirse, çoğunlukla kişisel tarihimden yola çıkarak evrensel düzeyde işler üretmeye, sanat aracılığıyla derdimi, sorun ettiğim, beni rahatsız eden şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Ağırlıklı olarak toplumsal cinsiyet, erkek egemen sistemin getirdiği güçlü-güçsüz ya da ezen-ezilen ilişkisi, ırksal ayrımlar, emek sömürüsü gibi konulara eğiliyorum. Sorumluluk konusuna gelirsek; bir insanın, insan olma sorumluluğu ne kadarsa sanatçınınki de o kadardır. Kuşkusuz, her sanatçı kendi payına düşen sorumluluğu kendi özgür görüşüyle saptayacaktır. Sanatın, sanatçıların üzerindeki her türlü baskının, engellemenin, kısıtlamanın kaldırılması ve sanat eğitiminin toplumda yaygınlaştırılması en temel isteğimdir.
Atölyem Altınoluk'ta ama yılın bir bölümünü de Alanya'da geçiriyorum ve orada da çalışmalarımı sürdürüyorum. Üretimlerimin daha çok izleyiciye ulaşmasını istiyorum. Kuşku yok ki İstanbul önemli bir kültür-sanat kenti. Yine aynı düşünceyle Kadıköy gibi kültür ve sanat yaşamı çok canlı olan bir yerde sergi açmak bana heyecan veriyor.
Daha önce Kadıköy'de sergi açmadım. İstanbul'a çoğu zaman sergileri görmek için geliyorum. Gördüğüm kadarıyla izleyicilerin büyük bölümünü sanat çevreleri ve sanat öğrencileri oluşturuyor.
Ekranda vahşet görüntüleri hızla akarken sıradanlaşıyor. Tüyler ürpertici görüntüler bir süre sonra etkisini yitiriyor. Başkalarının acısına bakıyor ama görmüyoruz ve onların acısını taşımak söz konusu bile değil. Bu sergi ile yaşanan ve yaşanmakta olan toplumsal acılara karşı yabancılaşmanın, duyarsızlaşmanın giderilmesine kendimce bir katkı yapmak istedim.
Belli bir hedef kitlem yok. Sanatla ilgili kişilerin yanında ilgisiz kişilerin de sergiyi görmesini isterim. İzleyicide nasıl hisler uyandıracağını önceden bilemem. Ancak sergi sırasında izleyici tepkilerini gördükten sonra bu konuda bir şeyler söyleyebilirim ki, benim için asıl önemli olan, sergi sırasında izleyici ile doğrudan iletişim kurabilme olanağıdır.