Türkülere yeni yorumlar kazandırmak, daha doğrusu farklı formlarda yeniden yorumlamak bazı kesimler tarafından yoğun bir şekilde eleştirilse de öte yandan beğeneni ve dinleyeni de oldukça fazla. Indie-Folk ve Folk-Rock tarzlarından esinlenerek türküleri yeniden yorumlayan isimlerden biri de Zeyn’el. “Rezonans” adını verdiği ve sanatçı dostlarıyla yaptığı düetlerden oluşan albümün dördüncü serisi çok yakında tamamlanıyor. Serinin Ağaçlar ve Çiçekler” albümünün ilk teklisini Evrencan Gündüz ile yapan sanatçı altıncı düetini oyuncu Selen Öztürk ile yaptı. Öztürk ile “Çemberimde Gül Oya” şarkısını yeniden yorumlayan Zeyn’el Gümbek ile Moda Kitap’ta buluşup türküleri, müzik motivasyonunu konuştuk.
Şarkıcı, söz yazarısınız aynı zamanda düzenleme de yapıyorsunuz. Bunlar ne zaman ve nasıl başladı?
Kendimi bildim bileli şarkı söylüyorum diyebilirim. Söz yazarlığı daha çok lise döneminde ama gerçek anlamda üniversite döneminde başladı. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü çıkışlıyım. Düzenlemecilik meslek olarak tercih etmediğim ama kendi şarkılarıma veya arkadaşlarıma yaptığım bir iş diyebilirim.
Felsefe Bölümünü bitirdiniz sonra ne oldu
İTÜ’ye geçtim Müzikoloji yüksek lisansı yaptım. Ve şimdi İTÜ’de Müzikoloji doktorası yapıyorum. Müzik ve ses felsefesi çalışıyorum. Aynı zamanda müzik sektöründe ses mühendisliği yaptım. Özellikle rock ve caz camialarında çalıştım. Oradaki ses mühendisliğimin solistliğimle, enstrümancılığımla ve birde felsefeciliğimle birleşmesi ilginç bir durum geliştirdi.
“TÜRKÜLERDEN HAYAT ÖĞRENİLİR”
Uzun denebilecek yıllar müzik piyasasındaymışsınız. Fakat ilk şarkınız pandemi döneminde dinleyici ile buluştu. Niye bu kadar beklediniz?
Bu galiba benim kendime yaptığım hem kıyak hem de işkenceymiş. Müziğin teknoloji aygıtlarının çok çeşitli olduğunu biliyordum buraları daha iyi öğrenir ve müzik teknolojisini iyi bilirsem kendi müziğimi daha iyi yaparım diye düşünmüştüm. Fakat müzik teknolojilerinin içine girmek sandığım kadar kolay olmadı. Gerçekten yıllarımı aldı. Çünkü orada kocaman bir derya var. Bu bir yolculuktu ve uzun sürdü.
Coğrafya kaderdir denir ya, sizin büyüdüğünüz yer, yaşadığınız ortam müziğe bakış açınızı ve müzikal kimliğinizi nasıl etkiledi?
Bizim dede toprağı Munzur Dağı’nın hemen eteğinde, Erzincan’da Daimi’lerin, Ali Ekber Çiçeklerin çıktığı bir coğrafyada. O bölgede çok fazla aşık, ozan yetişmiş.
Türkü söylemek, türkülerin içinde olmak, yaşamı türkü ile öğrenmek, türküler üzerinden gelen öğütleri anlamaya çalışmak, bunun üzerinden bir varoluş, kimlik kurmaya çalışmak bizim için bir gelenek. Türkülerden hayat öğrenilir. Felsefe, tarih, sosyoloji gibi entelektüel faaliyet içine düşmeden türkülerle gerekli kadim bilgileri alabiliriz.
Yüzyıllardan beri Munzur Dağı’nda yaşamış bir soyun İstanbul’da doğup büyüyen ilk jenerasyonuyum. Elbette değişik bir uyumlanma içindeyiz. Evimizde sadece türkü dinlenmezdi. Türkü geleneğinden gelen insanlar müzik aşığı oluyor. Evimizde hep radyo çalardı. Babam en çok Mozart ve Ruhi Su dinlerdi.
Gaziosmanpaşa’da politik bir ortamda doğdum büyüdüm, oradan getirdiğim politik fikirlerle kendimi Beyoğlu’nda buldum. Çocukluğundan beri Mozart ve Ruhi Su dinleyen biri olarak müzikte bir sentez aklına erişmeye başladım. Gaziosmanpaşa’dan getirdiğim politik ve türkü kültüründeki arka kimliğimin Beyoğlu’nda rock kültürü ile buluştuğunu fark ettim. Bu ikisindeki çarpışma benim kimliğimde ilginç bir keşfe neden oldu. Ve bugün yaptığım müziğin özeti orada yatıyor. Yani batı sazlarıyla türküleri yorumlamanın kaynağı Beyoğlu’ndaki bu çarpışma.
“TÜRKÜ ZOR BİR KAVRAM”
Siz müziğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Amerika kıtasının enstrümanlarıyla Anadolu motifli müzik üretmek. Ya da aşık, ozan geleneğinin Amerikan sazlarıyla yeni nesil bir versiyonu da diyebiliriz. Aslında “müziğimin tanımı bu” demek yerine ne olduğunu düşünmeyi de seviyorum.
Yani tanımlamayı dinleyiciye mi bırakıyorsunuz?
Biraz evet. Ama bir şeyler de söylüyorum. Biraz zor. Çünkü türkü kavramı zor bir kavram. Türkiye’de müzik sosyolojisi, müzik felsefesi alanında çalışmalar da az.
Türküleri farklı tarzda farklı isimlerle yorumlama fikri nasıl başladı?
Düet albümler Rezonans adını verdiğim bir serinin devamı. Sektörün eski bir ses işçisi olarak bu yolculukta çok fazla solistle arkadaşlık kurdum ve çalıştım. Müzik felsefesindeki en önemli kavramlardan biri rezonans. Rezonans geçmişin günümüzle titreşimi anlamında mottolaştırdım ve albüm serisine bu ismi verdim. Önce kendi başıma çalıp söylemeye başladım. Rezonans’ın ilk albümü Ummak ve Uyanmak’tı. Aşık, ozan geleneğinde türküler üzerinden yaşamı anlamak mümkün. “Ummak ve Uyanmak”ta insanın yaşamı anlamaya çalıştığı, insanı, uyanmayı sorduğu türküleri çıkarıp çaldım. İnsan cennet bahçesinden kovulmuştur ve dünya onun ötmeye geldiği viran bağlardır. Ve insan dünyayı anlamaya başladığı zaman yine türkülerden anlıyoruz ki dağları yüceleştiriyor. Bu yüzden ikinci albüme “Yüce Dağlar” dedim. Yüce Dağlar’dan sonra insanın dilini üretmeye başladığını, ya da dil üzerine kafa yormaya başladığını düşündüğümden kuşlara öykünerek dillerini ürettiği söylenen insanlara vurgu olarak üçüncü albümün adı “Kuş Mitosları”’nı yaptım.
“Kuş Mitosları” içinde kuşlar geçen türküleri topladığım bir albüm oldu. İlk kez Kuş Mitosları’nda müzisyen dostlarımı düete çağırdım. Dördüncü albüm “Ağaçlar ve Çiçekler” oldu. Çünkü insan dünyaya geldi, alemi sorguladı, dağları yüceleştirdi, kuşlar gibi ötmeye başladı ve bu dünyayı ekip biçmeye başladı. Üretim var, geleceğe kalma faaliyetleri var. Yani elma yediği için kovulan insanın dünyada kendi elmasını yetiştirdiği bir dönem başladı. İçinde ağaçların ve çiçeklerin geçtiği, “Ağaçlar ve Çiçekler” albümünde Evrencan Gündüz, Sufle, Burcu Yeşilbaş, Gizem Dalgıç, Uncle James & Nephew Burak, Selan Öztürk gibi arkadaşlarımla düetler yaptık. Beşinci albümde de yine sürpriz konuklar olacak.
Beşinci albüm teması ne?
Oradaki tema da aşk olacak. Aşk türkülerini toplayacağız ve seri aşk türküleriyle noktalanacak.
“MÜZİK ALEMİ ANLAMA BİÇİMİ”
Konuştuklarınızdan anladığım kadarıyla müzik sanki sizin dünyayı anlama ve anlatma motivasyonunuz gibi? Yanılıyor muyum?
Ne güzel söylediniz. Müzik hem benim motivasyonum hem de varoluş hikâyem. Müzikle var olmaya çalışan biriyim. Bu bana türkü kültürünün öğüdüydü. Sevdiğinde ne yapacağın, ayrıldığında, bir iktidara karşı zorluk yaşadığında, yalnız kaldığında ne yapacağın, anneni görmediğinde, dost eline varamadığında ne yapacağın türkülerle söylenmiş. Türküler insanın kendisi gibidir. Ben de çocuk yaşta türküler üzerinde düşüne düşüne var oluşumu ve kimliğimi türküler ve müzik üzerinden kurdum. Müzik benim için alemi anlama biçimi. Şarkı söylemek kendinin hiç durmadan yeniden keşfidir.
Müzik karşılıklı bir var olma pratiği. Söylüyorsun, enerji karşıdaki seyirciye çarpıyor, onun katıldığı nakaratla büyüyor. Doğaçlanıyor, bazen kurala uyuyor. Bütün bu çok yönlülüğüyle müzik, insanı anlamanın yolu olarak da çok kıymetli.