Akademisyen-şair Alphan Akgül'ün şiir kitabı 'Bir Uçurumun Haritası', Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. 80 sayfalık eserde, 28 şiiri yer alan, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapan Akgül ile şiiri ve kitabını konuştuk.
Şiir, dilin ses, imge ve çağrışım özelliklerine dayanan bir sanattır. Günlük yaşantıda dili bir anlaşma aracı olarak kullanırız. Buna iletişim dili diyoruz. Bu dilde odak noktamız dilin kendisi değildir, sözcük ve ifadelerin anlamıdır. Oysa şiirde, dile olması gerekenden daha fazla odaklanırız. Ses oyunları yaparız, sözcüklerin çağrışım alanını kullanıp onları çok anlamlı hale getiririz. Çeşitli benzetmeler yaparız. Bütün bunlar sezdirmek istediğimiz bir anlamı yoğunlaştırmak içindir. Hissettiğimiz bir duyguyu, dilin bütün imkânlarını kullanarak dışavurmak yani. Şiirin tanımlarından biri bu olabilir.
Şiir, hep vardı hayatımda. Nedense gelip beni bulmuş. Anneme, ablama, anneanneme şiir yazıp dururdum… Bir hatıramla anlatabilirim şiirle bu erken maceramı. Mecidiyeköy ilkokulu ile ortaokul ve lisesi eş zamanlı bir şiir yarışması düzenlemişti. Ben ilkokul 3. sınıftaydım. Her nasılsa şiir yeteneğime güveniyordum ama yarışmaya katılmadım. Çocukça bir kibir. Buna rağmen 12 kıtalık bir şiir yazıp öğretmenim Müzeyyen Bilge’ye, yarışmaya katılımın bittiği dersin sonunda hediye etmiştim. Ne yapmak istediğimi anlayıp gülmüştü sınıf öğretmenimiz. Ama sonra ilginç bir şey oldu. Ablam benim şiirimi bir gece kopyalamış. Yarışmanın ortaokul ve lise kısmında üçüncü gelmişti. Hep güleriz bunu hatırlayıp.
Şiir yazmayı bırakmadım aslında ama edebiyat alanında yüksek lisans ve doktora yaptığım dönemlerde zihinsel enerjimi akademik çalışmalara daha çok verdiğim dönemler oldu tabii. 20 yılda iki şiir kitabı az sayılabilir ama bu da göreceli bir yorum olur. Benim için nitelik daha önemli. Ama tabii elimi hızlı tutmak istiyorum bu kez. Duygular birikiyor, demleniyor hatta diyelim. Benim temel meselem dünyada var olma deneyiminin şiirleştirilmesi. Bir tür varoluşçu şiir diyebiliriz. Varoluşumuzu açan ve daraltan şeyler vardır. Müzik örneğin benim varoluşumun ufkunu genişletir; ruhsal bir nefes alma pratiğidir müzik; buna bir tür meditasyon da diyebilirsiniz. Oysa siyaset varoluşumu baskılar, daraltır; sadece ruhsal açıdan değil, bedensel açıdan da hücrelerimin nefes alamadığını hissederim. Şiir ile müzik varoluşumun açığa çıkmasını sağlıyor. Günlük hayatta maske takarız, benlik gerilere itilmiştir; oysa şiir maskeyi atar, beni gerçekten “Ben” haline koyar.
“YAŞAMAK BİR UÇURUMDUR”
Yaşamak bir uçurumdur, diye düşündüm bundan beş sene önce. Kafamda dizeler dönüp dururken dünyaya sanki bir uçuruma atılmışız gibi fırlatıldığımızı düşündüm. O zaman yeni şiirlerimi bu imge üzerine kurmaya karar verdim. Dünya bir uçurumdur, istemeden biz, atıldık buraya ve büyük acılar çekerek bir benlik kurmaya, sonra da onu savunmaya çalışıyoruz. İnsan olmak zor, birey olmak, daha da zor.
Evet, bu şiirler birbirine harita izleğiyle eklemleniyor. Üç ayrı harita var kitapta. Varoluşun Haritası, Huzursuzluğun Haritası ve Korkunun Haritası… İlki dünyaya atılmakla ilgili. Birden kendimizi dünyada varolmuş bir şekilde buluyoruz, bunun nedensizliği bende bir ürküntü uyandırıyor. Bir anlamda dünyaya korkmuş bir halde düşüyoruz. Ardından yaşamla ilgili kaygıları duymaya başlıyoruz. Başarılı olup toplumsal ve bireysel bir kimlik edinme çabası insanda bir huzursuzluk yaratıyor örneğin. Aşk bile yoğun bir huzursuzluk kaynağıdır insan için. Sonra, belki yaş ilerledikçe, artan bir ölüm korkusu baş gösteriyor. Şiirler doğduğumuz andan ölüme dek süregiden kaygıların ancak şiirli haritalarla aşılabileceğini ima ediyor. Çünkü şiir saf bir dışavurum biçimi olduğu için gerçekliğin kendisinden bile daha gerçektir. Eğer kendi varoluşumuzu şiir potasında kavrar, bu aynada görüp tanırsak, kaygılarımız azalır diye düşünüyorum.
Her şiirin bir meselesi olmalıdır, yani şiirler sadece bir sanat eseri olarak değil, düşünce üreten estetik nesneler olarak da görülmeli. Bu yüzden şiirlerin aralarına, her şiiri açan, onu kavramsal bir düzeye çeken, deneme uçları yerleştirdim.
Bu ilk şiir kitabım değil. İlk kitabım Bahçeler Çözüldü, 2007 yılında Aşina Kitaplar arasından çıktı; 2013 yılında Granada Yayınları tarafından tekrar basıldı. O kitabımda şiirin teknik yönü ağır basar, anlamca daha kapalıdır, enigmatik ve gizemci türde şiirler vardır. Ama haklısınız, sık şiir yayınlayan, sık şiir kitabı çıkaran bir şair değilim. Mükemmeliyetçi bir yönüm var. İçime sinmeden herhangi bir metin yayınlamakta zorlanıyorum. Şiir, özellikle modern şiir üzerine çalışan bir akademisyen olduğum için, evet, araştırma ile uygulama bende hep bir arada. Hem şiir üzerine yazıyorum hem de şiir.
Kapak tasarımı Yapı Kredi Yayınları’nın şiir serisi için uyguladığı standart tasarım. Yani bunda benim herhangi bir rolüm yok. Sadece bu tasarımı çok beğendiğimi söyleyebilirim. Kitabın biçimi de yayınevinin yıllardır uyguladığı bir tasarım.
Amerikan şiirinin büyük şairi Wallace Stevens’ın bir dizesi var: “Death is the mother of beauty, mystical”. Bu dizede Stevens ölümün güzelliğin annesi olduğunu söyler. “Sunday Morning” şiirinde geçer bu dize. Stevens bu şiirinde güzelliğin değerinin geçicilik ve değişimle ilgili olduğunu belirtir. Eğer geçicilik olmasaydı, hiçbir güzelliğin, örneğin sanatın değerini kavrayamazdık, onu üretemezdik de. İşte bu yüzden ölüm güzelliğin annesidir. Bu şiirinde öte dünya fikrini, cennet kavramını da sorgular Stevens. Ebedi bir güzellik olamaz çünkü ebedi olan şey hep oradadır ve sadece bıkkınlık yaratır. Güzelliği besleyen şey kalıcı olmamasıdır. Şiir de öyledir. Bir an parlayıp sönen değerli anları ölümsüzleştirme sanatıdır şiir ama o da geçicidir.
Şiir insanların ciddi varoluş sorunlarını çözebilir mi? Çözemez belki ama sorunu tanımasına yardımcı olabilir. Şiir insanı kendisine tanıtır; varoluş buhranını daha iyi anlamasını sağlar. Bu yüzden düşünür Heidegger, şiiri varoluşun özü olarak adlandırır. Varoluşun evidir şiir dili. Günümüzde şiir diliyle ilgili bu saptama daha da anlamlı bir hale geldi. Etrafımızı çepeçevre kuşatan sanal dünyanın içinde bir gerçeklik, bir öz arayışıdır şiir; sanal bir kuyudan çıkma hamlesi, sanal kale duvarlarında bir gedik açma mücadelesidir.
Evet okudum, ayrıca David Crononberg tarafından çekilen filmini de izledim. Avangart sanatın böyle aykırı, vahşi temaları ilgimi çekiyor çünkü insanın hayal gücünün sınırı yok. Bazen, bir buhran içindeyseniz, sıradan imgeler bunu yansıtamaz. Oysa Ballard’ın otomobil kazalarına yüklediği cinsel enerji baş döndürücüdür. Freud, bildiğiniz üzere, iki temel dürtüden söz eder. Ölüm ve yaşam içgüdüleri. Ölüm dürtüsü insanı şiddete ve yok oluşa sevk eder, Eros’la simgelenen yaşam içgüdüsü ise döllenip çoğalma, yaşamı var kılma dürtüsüdür. Ballard dahiyane bir şekilde bu iki dürtüyü iç içe geçirmeyi başarmış. Bu romanda ölüm, var kalma dürtüsünü tetikleyen bir şey oluyor. “Çarpışma” şiirim işte bu duygulardan doğdu, haklısınız!
“KADIKÖY BENİ CEZBEDİYOR”
Mecidiyeköy doğumluyum aslında ama Kadıköy ve Beşiktaş’ın Türkiye’nin özgürlük simgeleri olduğunu düşünüyorum. Mecidiyeköy iş hayatının, özellikle bilgisayar, yazılım dünyasının merkezlerinden biridir. Oysa Kadıköy rock kültürünün, underground yaşamın ve sanatın merkezidir. Bir sanatçı olarak Kadıköy beni cezbettiği için Kadıköy civarına yerleştim. Benim için Kadıköy’ün müzik mekânları, pub ve barları vazgeçilmez önemde.
Bilkent Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra bir yıl öğretim üyeliği yapıp ardından doktora sonrası araştırma yapmak için ABD’ye gittim. Çocukluğumdan itibaren bir gitarım olmuştur, gençliğimde çok da çalmıştım ama hiç ciddi anlamda gitara odaklanamadım. Seattle’ın müzik mekânlarında, konserlerde bu arzum depreşti. Oradan iyi bir gitar alıp döndüm. Seattle’da çok yoğun olduğumdan orada ders alamamıştım ama İstanbul’da küçük bir araştırmadan sonra Deniz Tuzcuoğlu ismine rastladım. İlk gitar derslerimi ondan aldım. Sonra, Deniz’le arkadaş olduk tabii. Tuzcuoğlu çok yönlü bir müzisyen. Hem usta bir gitarist hem de besteci. Ayrıca sahne performansı da çarpıcıdır. Bu yüzden “Kadıköy’de Bir Mezar” şiirimi ona ithaf ettim. Amacım Kadıköy’ün rock / blues kültürünü bir şiire dökmekti, bunu başardım sanıyorum.
Sorularınız kendimi ifade etmeme yeterince yardımcı oldu. Teşekkür ederim.