Yaşamın içinden

İlker Mumcuoğlu “Kadıköy’den Köprüaltı’na Hikâyeler” kitabıyla bize her biri yaşamın içinden kesitler sunuyor

07 Ekim 2019 - 12:17

Beste NÂSIR ([email protected])

Bu ay köşemizde İlker Mumcuoğlu’nun “Kadıköy’den Köprüaltı’na Hikâyeler” kitabı var. Kitap çok kısa öykülerden oluşuyor. Öykülerden her biri yaşamın içinden kesitler sunuyor bize. Aşk, acı, çocukluk yılları, travmalar, gidilip görülen yerler, eğlenceler öykülerde kendilerine yer buluyor.

İlk öykü Halil Amca acının ötesinde bir travmanın öyküsü. Anlatıcının hem babasını hem de kardeşini nasıl ansızın kaybettiği gözlerimizin önüne seriliyor.

Sonra, anlatıcının kendi için yazdığı bir öykü var mesela. Sanki kendisiyle hesaplaşıyor burada, kendini samsun escort kendine anlatıyor. Bana kalırsa öykünün adı da bunun için Ayna. Alın, gözler, burun, ağız, saçlar tek tek mercek altına alınıyor ve en sonunda da beyin. Kendi beynini şöyle tarif ediyor anlatıcı: “Beyne hiç hayat oksijeni verilmemiş. Ne herhangi bir alet kullanmayı bilen, ne yüzebilen, ne doğayla bütünleşen, ne gezen, ne gerçek insani iletişimler kuran, (...), kısacası bir boka yaramayan, bir bedenin esiri olmuş zavallı beyin. Hayatta hiçbir karşılığı olmayan sözcüklerle doldurulmuş pis bir çöplük bu beyin”! Yoğun bir temponun belirlediği hayat tarzının beyni hatta bütünüyle bir insanı nasıl bir hale getirdiği öykünün tamamı okununca çok daha net anlaşılıyor.

Uzak kaldıklarımızdan: Doğal çocukluk

Hatırlıyorum’da çocuklukta yaşanan üzücü bir olay karşılıyor bizi, ama başlangıcı oldukça hoş. Şimdiki yıllarda çocuk olmakla geçmiş yıllarda çocuk olmak arasındaki uçurum bir kez daha çok net çiziliyor akıllarımızda. Doğrusu, bunları okuyunca zamanın ne kadar hızlı aktığını da hissedip iç çekmemek elde değil. İşte şöyle başlıyor Hatırlıyorum: “Çok doğal bir çocukluktu bizimkisi. Toprak kokardık. Sabahın köründe mahallenin bütün çocukları sokağa fırlar ve hava kararmadan girmezdik. (...) O küçük kasabanın çocukları ağaçtan koparmadan meyve yemezdi. Oyunlar arasında acıktığımızda ya annemize ya da komşu teyzeye gider yağlı ya da salçalı ekmeği kapar oyunlara devam ederdik. Birimiz kabakulak, grip, kızamık olduğunda aynı anda bütün mahallenin çocukları da olurdu”.

Kömür Kokusu, iki arkadaşın Soma’da gezintileri sırasında yaşadıkları acı dolu olayı anlatıyor. Aynı zamanda bir annenin evladını kaybetmesiyle yaşadığı travma da karşımıza çıkıyor bu öyküde.

Güzelcehisar’da Aş, yüzümüzü güldürmeye yetiyor. Aşk dolu sevgililerin evlilikle sonuçlanan beraberlikleri içimizi ısıtıyor.

Memur, günlük yaşamımızda oluşan kaygılardan uzaklaşmanın güzel bir örneğini sunuyor aslında. Bir zabıt katibinin bir gece dışarıda uyuya kalınca soyulması ve mesaiyi kaçırmasının ardından düşünmeye başlayıp çare bulamayınca gülmeyi başarabilmesi anlatılıyor çünkü.

Hayat Bir Macera, genç girişimciliğinin öyküsü. Çizgi roman satan iki arkadaşın girişimlerinin faydası sonunda çocuklara dokunuyor.                      

A ve e’siz iki öykü

Kitapta a ve e harfleri kullanılmadan yazılmış iki öykü de bulunuyor. Ayrıca dikkat edilerek yazılmış bu öykülerin birinde bir gün içinde yapılanlar sırayla anlatılıyor; diğerinde ise gençliğin ilk dönemlerinde yaşanan kısa süreli duygusal ilişki anlatılıyor.

Kitap birbirinden bağımsız öykülerden oluşuyor gibi görünse de öykülerin bazıları arasında bir bağ var ve sanki bu bazı öyküler tek bir insanın yaşadıklarından parça parça izleri bir araya getirecek şekilde akıp gidiyor. Böylece, zaten kısacık olan bu öykü kitabı çok daha hızlı ve merakla okunabiliyor.

Tam 26 öyküden oluşan bu kitapta atlanmaması gereken bir şey daha var: Öykülerin dilinin doğal olması. Her biri, biri için kaleme alınmış bu öykülerde anlatılanlar bize (okura) direkt, lafı hiç dolandırmadan, ulaşıyor.

Öykülerin hepsine burada yer vermeyeceğim elbette. Hani her kitap aslında bir hayat sunar ya bize, işte o hayatın içindeki yolculuk hem kişiseldir hem de kişinin kendine yolcululuğunu da başlatır bir yandan. Bu yüzden, okumak isteyenler için daha fazlası kitapta; buluşun lütfen!


ARŞİV