YAZIN EVDE DVD KEYFİ

Evde oturup yaz akşamı sakin sakin film izlemek isteyenler için iki naçizane film önerimiz olacak.

08 Ağustos 2012 - 14:52
Evde oturup yaz akşamı sakin sakin film izlemek isteyenler için iki naçizane film önerimiz olacak.
 

HAYAT AĞACI

 

Aslında çekim sonunda 6 saatlik bir hale kısaltılmış filmin daha da kırpılarak 2.5 saate düşürülmüş halini izlediğimiz eser kabul etmek gerekir ki Hollywood’un temellerini sağlamlaştırdığı anlatım

stillerinden oldukça uzak. Sebep sonuç ilişkilerine veya lineer anlatıma alışmış izleyici için 15 dakikanın sonunda film bitmiş oluyor bunu başta söyleyelim. Yönetmenin daha önceki filmlerine
aşina olanlar için bile ağır olabilir zira. Yönetmen “İnce Kırmızı Hat” ve “Yeni Dünya” başyapıtlarının babası Terence Malick. Tabii ki bu film için teşekkür edilecek diğer isimler Brad Pitt ve Sean Penn
elbette. Bu iki isim olmasaydı bu varoluşçu ve biraz da deneysel başyapıtı yapımcılar destekler miydi bilmiyorum. Malick yapımcılara filmi anlatırken “Bir şirkette üst kademede yönetici bir
adamın hikayesini anlatacağım ama belirli bir konu çerçevesinde değil. Adamın geçmişinden aklında kalan anıları belli kronolojik sıraya da koymadan parça parça görsel açıdan zenginleştirip aktarıp
otobiyografik öğeler ekleyeceğim, az biraz öidipal kompleks ve sert baba figürü ekleyeceğim” dese buna hiçbir yapımcının yaklaşacağını zannetmem ama Brad Pitt ve Sean Penn ismiyle yapımcıların
onayını daha rahat almıştır o kesin. Filmin parçalı ve bir o kadar da güzel yapısını filmin afişinde de bulabilirsiniz. Filmin afişi de filmin yapısına uygun bir sanat eseri.
Birinci parantez filmin oyuncularından Brat Pitt’e. 90’lar da oynadığı yardımcı rollerle yükselişe geçen Pitt “Thelma & Louise”, “True Romance”, “Vampirle Görüşme” gibi başyapıtlarda oynadı. 90’ların
sonunda sinema tarihine “12 Maymun” ve “Yedi” gibi başyapıtların başyapıtlarıyla ismini kazımaya başladı. “Dövüş Kulübü”ndeki Tyler Durden her sinemaseverin aklındadır. 2000’lerin başında Guy
Ritchie şaheseri “Snatch”te oynayarak beğeni topladı. 2000’lerin ortasından sonra oynadığı filmlerle tarihte unutulmayacak hale geldi. Sanatsal duruşunu iyi yönetmenlerle çalışarak ispat eden Pitt favori 5 oyuncumdan biri haline geldi. “Aramızda Casus Var”,”Babel”,”Jesse James Suikastı”, “Soysuzlar
Çetesi””Hayat Ağacı” tekrar tekrar izlenecek başyapıtlar.
İkinci parantez görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki’ye. ”Hayat Ağacı”nın çok parçalı oluşundanbahsettik. Bu durum görüntü yönetmeni için yüzlerce ışık demek. Çoğu zaman doğal ışığı kullansa da bu da bir zaman ve emek demek. Sadece filmin fotoğraflarına odaklanılırsa bile film başlı başına bir
fenomen zaten. Bunu sağlayan Emmanuel Lubezki işini çok iyi yapıyor filmde. Alfonso Cuaron, Alfonso Arau ve Terrence Malick’in favori yönetmeni olan Emmanuel Lubezki tanınması gereken bir isim.
Filmografisi kalitesinin ispatı: Children of Men-Son Umut, Sleepy Hollow-Hayalet Süvari,The New World-Yeni Dünya, Burn After Reading-Aramızda Casus Var, Ali, Birdcage-Kuş Kafesi.
Yukarıdaki yazılanları okuyup bir sonuç çıkaramayanlar var mıdır bilmiyorum. Hayatın parçaları içini parçalayanlar için, geçmişin ve kendi çocukluklarının bir özetini düşünmeye çalışanlar için, farklı film türleri ve denemeleri görmek isteyenler, Brat Pitt, Sean Penn, Emmanuel Lubezki’nin fotoğrafları için yani kısacası Hayat için izleyin.
 

YAĞMURU BİLE

Çölde çığlık atan bir ses.

Onlar insan değil mi?
Akılcı yönleri yok mu?
Onları kendin gibi sevmeye mahkum değil misin?
...
Bu sözler gösterimdeki ‘Yağmuru Bile’ filminden. Bu sözleri söyleyen kişi 1500’lü yıllarda Bolivya’ya gelen İspanyol askerlerinin buradaki yerli kabilelere zulüm edip ellerindeki değerli altın ve baharat kaynaklarını sömürüp onlara işkence edip zorla çalıştıran sözde kaşiflere bir rahibin söylediği sözler.
Bu lafların 1500’lü yıllarda söylenmesine rağmen film başarılı bir kurgu yardımıyla o günlerden bu zamana hiçbir değişme olmadığını gözler önüne seriyor. Filmin nelere daha değindiğinden önce
Bolivya’nın tarihine ve bugününe bakarsak filmi izleyenler ve ya izleyecekler için daha anlamlı olur.
Bolivya’da İspanyolların yerli halka yaptıkları idari baskılar üzerine 17 ve 18. asırda bir dizi siyasi ihtilal meydana gelmiştir. 1780 yılında bir grup yerli, “la paz” liderliğinde isyan ettiler ve gerilla savaşları yaptılarsa da yenilerek birçoğu yok edildi. İlk bağımsızlık hareketi, 1809 yılında başlatıldı ve bağımsızlık ilan edildi. Ancak İspanyolların bağımsızlığı kabul etmemesi üzerine başlayan uzun savaşlar sonucunda, 1825 tarihinde İspanyollar Bolivya'nın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldılar. Günümüzde ise 9 milyon nüfuslu Bolivya, Latin Amerika’da iki alanda gümüş madalyaya sahip :İlki kıtada en zengin doğalgaz yataklarına sahip ülkeler sıralamasında, ikincisi ise en yoksul ülkeler sıralamasında. 100 milyar doların üzerindeki petrol ve doğalgaz rezervleri, ülkenin dış borcunun 16 katına, yıllık kamu yatırımlarınınsa 130 katına eşit. Buna rağmen Bolivyalıların yüzde 65’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Petrol tekelleriyse yatırdıkları her 1 dolar karşılığında 10 dolar kazanıyorlar. Su dağıtımının özelleştirilmesi sonucunda, bir Fransız su dağıtım tekeli piyasayı ele geçirmiş ve yoksulluktan kıvranan halk, suyu yüzde 35 daha pahalı almak zorunda bırakılmıştı.
Film, hem bu halk ayaklanmasının içinde bir gurup sinemacının halkın da figüran olarak kullanıldığı Colomb ve İspanyolların Bolivya’da yaşadıkları ve buradaki halka yaptıkları zulmü anlatmaya çalışanbir film çekme çabasını ve yaşadıkları zorlukları izliyoruz. Film çekimi sırasında hem geçmiş olaylar hem de günümüz olaylarını başarılı şekilde kurgulayan film finale doğru gerilimi tırmandırarak
ilerliyor. Yaşananlara ortak olmamızı sağlıyor. Başlangıçta sadece film çekmeyi düşünen grup, içindeki karakterler zaman ilerledikçe bölgeyi tanıyor ve karakterlerinde değişiklikler yaşanıyor.
Konu olarak yabancı ülkeye giden ve film çekmeye çalışan bir gurup sinemacının film çekiminde yaşadıkları gibi basit bir çıkış noktası olan film yerinde tespitleri ve Bolivya’daki su ayaklanmasının
içine düşürdüğü sinemacılarıyla ve elbette ki İspanyol sinemasının üç başarılı ismi Gael García Bernal, Luis Tosar, Karra Elejalde ile uluslararası başarı sağlayacak bir filme dönüşüyor. Gael García
Bernal ‘Paramparça Aşklar Köpekler’ ile başlayan kariyerinde dünya çapında bir yıldız. Luis Tosar, ‘Celda 211’ ile uluslar arası arenada İspanyolların yıldızı oldu. Karra Elejalde ‘Los cronocrímenes’
filmiyle aklılarda yer etmiş başarılı bir oyuncu. Ama filmin asıl alkışlanacak oyuncusu çoğu yerde Bernal-Tosar-Elejalde üçlüsünü bile sollayan, yoksul aile reisi ve kız babası, aktivist ve figüran
rolündeki Juan Carlos Aduviri.
Filmdeki adıyla Daniel ve filmin içindeki filmdeki adıyla Hatuey. Film içindeki filmde İspanyollara isyan eden Hatuey, film içinde su hakları için ailesiyle birlikte protestocuların başını çeken Daniel
rollerinde olan Aduviri her iki rolünde hakkını veriyor. Geçmiş ve günümüz eleştirilerinin hedefini bulmasını sağlayan Aduviri filmin en büyük artılarından biri.
Sinema hayatına oyunculukla başlayan yönetmen Iciar Bollain ‘Gözlerimi de Al(Te doy mis ojos)’ filmiyle gönüllerimize taht kurmuştu zaten. Bu filmiyle beklene yönetmen arasında yerini aldı kendi adıma. Görsel açıdan başarılı, tarihi saptamalarıyla vurucu filmi mutlaka izleyin. Halk, haklar, sömüren şirketler, sömürülenler, hükümet baskısı vb. kelimelerden hoşlanmayanlar uzak dursun.
Yazımı filmdeki Daniel’in halka yaptığı konuşmadan ufak bir alıntıyla bitiriyorum:
“Bizim irademiz dışında nehirlerimizi, göllerimizi, hatta yağmuru bile satıyorlar. Hem de kanunlarla.”

ARŞİV