Edebiyat dünyasının genç ve çok bilinmeyen isimlerinden biri Murat Uğurlu. Çünkü aslında bir yönetmen. Hatta ödüllü bir yönetmen. Boğaziçi Film Festivali, Adana Altın Koza Film Festivali Uluslararası Kısa Film Yarışması, Suç ve Ceza Film Festivali gibi hatırı sayılır festivallerden ödüller aldı. Bu arada da iki öykü kitabı yazdı. Kendi deyimiyle sinema yapmak zora girdiğinde imdat çekici olarak edebiyata sarılıyor. 6 yıldır Kadıköy Feneryolu sakinlerinden. Sakinlerinden diyorum çünkü mahallesinden çok fazla çıkmamayı tercih ediyor. Kameriye Çay bahçesinde vakit geçiriyor mesela. Everest Yayınları etiketiyle çıkan Aydınlıkta Saklanıyorum isimli öykü kitabındaki öykülerden birinin kahramanı da Kameriye Çay Bahçesi. Murat Uğurlu ile Kameriye Çay Bahçesi’nde buluşup sinemaya ve edebiyat yolculuğunu konuştuk. Uğurlu’yu öyküsünde geçen çay bahçesi ile birlikte gazetemizin sayfalarına taşımak isterdim ama sohbete dalıp fotoğraf çekmeyi ne yazık ki unuttum.
Hakkınızda okuduklarıma göre sadece yazmıyorsunuz aynı zamanda çekiyorsunuz da. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünü’nde okumuş, bu sırada hem öykü yazmış hem de kısa filmler çekmişsiniz. Gazetecilik okuyup yönetmen ve yazar olmayı nasıl tercih ettiniz? Hangisi önce başladı? Nasıl devam etti?
Şöyle oldu; aslında gazetecilik yapmak için gazetecilik okumadım. Ben ondan önce Dil Tarih’te arkeoloji okuyordum. 17 yaşında tek tercih yaparak bizimkilere inat arkeolog olmaya karar verdim. Okula başladıktan sonra hiç hayal ettiğim bir şey olmadığını fark ettim. Çok yakın bir arkadaşım oyunculuk yapıyordu. Ankara’da Ankara Sanat Tiyatrosu vardı. Kurs açarlar, oyunculuk sınavıyla birilerini alırlardı. O zamana kadar oyunculukla ilgili kafamda bir şey olmamasına rağmen arkadaşıma ‘bana yardım et ben de oyuncu olayım’ dedim. Arkadaşım yardım etti ve Ankara Sanat’a girdim. Ondan sonra konservatuar sınavlarına girmeye kalktım, onu da kazandım. Fakat ismimi listede gördüğümde korktum, ‘ya yine pişman olursam’ diye düşündüm. Oyunculuk sınavlarına girmek için de ÖSS’ye girmek gerekiyordu. Oyuncu olmaktan vazgeçince aldığım puanla gazetecilik bölümünü tercih ettim. Girdikten sonra orasının da istediğim yer olmadığını fark ettim. Okulda kısa film çeken insanlar vardı. Tiyatrodan tanıdığım arkadaşlar vardı. Tiyatro, edebiyat, sinema bir yerde buluştu. Ben de tamam buymuş dedim. İlk kısa filmimi 21 yaşında yaptım. ‘Ben böyle bir şey yapmalıyım’ dedim.
“EDEBİYAT KAÇIŞ ALANIM”
Öykü yazmaya ne zaman başladınız?
Öykü yazmaya ortaokul yıllarında başladım. O zamanlar çok sevdiğim bir öğretmenim vardı, Efnan Dervişoğlu. Hatta ilk kitabımı ona ithaf ettim. O beni teşvik etti ve öykü yazmaya yönlendirdi. Bir gün basket oynarken sakatlandım ve evde yatarken çok fazla kitap okumaya başladım. Sonra da okuduklarımdan uydurmaya, yazmaya başladım. Lise bittikten sonra Lacivert dergisine bir öykü gönderdim. Şiir, öykü derken devam etti. İki tane kitabım olmasına rağmen çok edebiyat dünyasının içinde bir insan değilim. Benim esas işim film yapmak. Edebiyat benim biraz kaçış alanım.
Sinema edebiyatı nasıl etkiliyor? Daha doğrusu sizin edebiyatınızı nasıl etkiliyor?
Yüzde yüz şuradan etkileniyorum, şu yönetmenle şu öykülerim paralel diyemem ama durağan şeyler yazmayı sevmiyorum.
Aydınlıkta Saklanıyorum’da 9 öykü var ve okurken izliyor hissi yaşıyorsunuz. Bunda yönetmenliğinizin etkisi var mı? Sanki yazarken bir kameranız var gibi?
Olabilir. Eylem, atmosfer ve hikâye belli bir dengede gittiğinde edebi metinler ortaya çıkıyor. Galiba ben de öyle şeyler yazmaya çalışıyorum. Renk, ışık, mekan duygusu sinemanın temelidir. Sinemada yönetmen mizansen kurarken kamerayı bir yere yerleştirmek zorundadır. Yazarken de hayatı da bir çerçeve içine almak zorundasınız. Hayatın her anını kucaklamak mümkün değil. Mutlaka bir yerinden bakmanız lazım. O yüzden, yazarken nereden baktığınız, arkanıza hangi ışığı verdiğiniz okuyucuda kalacak olan duyguyu etkiliyor.
“MİZAH MEMLEKETİN HALİNE ÇOK UYGUN”
Kara mizah öykülerinize Aydınlıkta Saklanıyorum ile mi girdi yoksa önceki kitapta da var mıydı? Ve bu tarzda yazma nedeniniz ne?
Hep vardı. Ben mizahi bir adam gibi gözükmüyorum. Galiba böyle insanların içinde çocuksu bir hinlik oluyor. Bir şeylere bakar, anlatırken ironik tarafını da düşünürüm. Kara mizahın, edebiyatımızda bilinen bir arketip olduğunu düşünüyorum. Oğuz Atay'ın öyküleri, romanları bunun en güzel örneklerindendir. Mizahla acı acı bir şey anlatmak memleketin haline çok uygun bir şey.
Öykülerinizde kara mizah ve alaycılık var. Bu kendi yaşamınıza nasıl sirayet ediyor?
Çokta öyle biri değilim. Ama yazar personası başka bir şey galiba. Anlattığınız şeyi ve kendinizi ciddiye almadan bir şey anlattığınız zaman okuyucunun göz hizasından o duyguları geçirebiliyorsunuz.
Öykülerden birinin adı değil, kitabın adı neden Aydınlıkta Saklanıyorum oldu?
Bir öykünün içinde geçiyor. Bir öykünün ismini kitabın ismi yapmayı, bir öyküyü öne çıkarmayı sevmiyorum. Genellikle bir öyküdeki kelimeden ya da bir cümleden cımbız yapmayı seviyorum. Bir önceki kitapta da öyle değildi. Bu kitapta fonoteğini sevdim. Hem bir şey söylüyormuş gibi hem de o kadar da büyük bir şey söylemiyormuş gibi. Aydınlıkta saklanmak ironik bir şey.
Öykülerin konuları sizin başınızdan geçen ya da tanık olduğunuz olaylara mı dayanıyor?
Kısmen evet, kısmen hayır. Mesela Kameriye diye bir mekan var. Ben de burayı gören bir yerde otuyorum. Ama geri kalan her şey hayal ürünü. Bence bir ayağı gerçeğe bir ayağı fanteziye bakan öyküler daha kuvvetli oluyor.
Kameriye Çay Bahçesi öyküye nasıl girdi?
Benim çalışma odam buraya bakıyor. Gece gündüz sürekli gözetlediğim, gözlediğim bir yerdi.
İlk öykü bir yanlış anlama üzerine uzun bir öykü. Ve kitapta bizi nelerin beklediğinin rehberi gibi. Ve öykülerin çoğunda yanlış anlamalara veyahut anlamamalara denk geliyoruz. İnsan denen canlı birbirini ne kadar anlıyor?
Biraz modern hayat da böyle değil mi? İletişim kurarak, konuşarak anlaştığımızı varsayıyoruz. Şu anda bile ama aslında belki birbirimizden uzaklaşıyoruz. Ben şu anda size bir şey anlatmaya çabalarken belki de sizin kafanızda yanlış anlaşılmalar silsilesi doğuruyorum. Medeniyet biraz böyle bir şey. Birbirimizi anladığımız varsayarak, yanlış anlaya anlaya bugünlere geldik. Birbirimizle konuşmak, kendimizi anlatmak için birçok araç kullanıyoruz. Buna rağmen birbirimizi anlamıyoruz. Bu yüzden bende daha az konuşsak, daha az kendimizi ifade etsek, birbirimizle daha iyi iletişim kurabiliriz düşüncesi var.
Klasik bir soru ile devam edeyim neden yazıyorsunuz?
Sinemaya kıyasla ucuz olduğu için, başka hiç kimseye ihtiyaç duymadığım için, yalnız başıma yapabildiğim için, hiçbir çıkar, para ilişkisine muhtaç olmadığın için yazıyorum. Varolan dünyayı kendi gözümden ifade etmek hep yaptığım bir şey oldu. Ve bu çok zevkli bir şey. Bu hayatın gerçekliğine katlanmamak ya da kabul etmemek demek. Hayat zaman zaman çok sıkıcı, yazarak bunu bozuyor ve kimseye hesap vermiyorum. Bu dediğim şey sinemada da var. Ama sinema için diğer insanlara, paraya vs ihtiyaç duyuyorsunuz. Hayalinizi birilerine anlatıp onları aynı noktada buluşmaya çalışıyorsunuz ki bu bir noktadan sonra bir proje yönetimine dönüşebiliyor. Tüm bunların ortasında yazmak, benim imdat çekicim gibi.
Son zamanlarda sinemada bir şey yapıyor musunuz?
En son Onur Saylak ile birlikte Şahsiyet’in ikinci sezonunu çektik. O benim için hem iyi hem de keyifli bir deneyim oldu. Bunun dışında uzun metrajlı bir film projem var.
İki kitap arasında epey vakit var. Üçüncü kitap için de o kadar bekleyecek miyiz?
(Gülüyor) Büyük ihtimalle. Hem sinema yapmaya çalışmak hem edebiyatla uğraşmak, tam zamanlı edebiyatla uğraşmak kadar verimli olmuyor. Ben ne zaman sinema yapma duygusundan uzaklaşsam ya da engel çıksa biraz öfkeyle yazdım. İlk kitap da öyle çıkmıştı. Bir sonraki kitap ne zaman olur bilmiyorum ama bir polisiye roman düşüncem var.
“KADIKÖY ANKARA’YA BENZİYOR”
Kadıköy’le ilişkinize gelelim. Ne zamandır buralardasınız?
Askerden geldikten sonra İstanbul’a taşındım. 4 yıl kadar Kurtuluş’ta yaşadım. Sonra da Feneryolu’na geldim ve 6 senedir buradayım.
Kadıköy’ün sizde nasıl bir etkisi var?
Ankara’ya benziyor ve buna bayılıyorum. İnsanlar, sosyolojik hali, yapısı benim çocukluğumu geçirdiğim Ankara'ya benziyor.
Kadıköy bir yazarı nasıl besler?
Beslenmek isterseniz her şeyden beslenirsiniz. Kadıköy beni nasıl besliyor bilmiyorum ama Kadıköy daha az karmaşık, daha az kaotik bir yer olduğu için daha huzurlu oluyorsunuz. Ve yazmaya daha çok vakit kalıyor.