‘’Yeldeğirmeni bağımlılık yapar’’

Çocukluğunun semt hatıralarını ‘’Yeldeğirmeni Öyküleri’’ adlı ilk kitabında toplayan Rüzgar Ceyda Alpak, ‘’Bu kitap; gidenler ve kalanlar, bu semtin bir şekilde suyunu içmiş, havasını solumuş herkes için yazıldı…’’ diyor

07 Şubat 2018 - 11:01

Denize varan yokuşlu sokakları, köklü apartmanları, samimi komşulukları, sokaklarda oynayan çocukları, mahallenin nevi şahsına münhasır simaları...

Bunlar, Rüzgâr Ceyda Alpak’ın İstanbul’un tarihi, son günlerin en popüler semtlerinden Yeldeğirmeni’nde geçen çocukluğundan anılar… Alpak, çocukluk ve gençliğinde yaşadığı, 2014’ten beri de kaleme almaya başladığı hatıralarını bir kitapta topladı; ‘’Yeldeğirmeni Öyküleri’’

Semtin yayınevi Notabene Yayınları’ndan çıkan 14 öykülük kitabı Alpak anlatıyor.

  • Kitapta özgeçmişiniz var ama yine kendinizi okurlarımıza tanıtır mısınız?

Uzunhafız Sokak’ta doğdum. Annem hâlâ orada yaşıyor. 1994’te kendi ekibimle Tiyatro Panorama'yı kurdum. Sonra biraz büyüdük, Anniş Kostüm'ü ekledik.  Çocuklara ve büyüklere hayal ettikleri kostümleri dikiyoruz. Ve çocuk oyunlarıyla minik seyircilerle buluşuyoruz. Anneyim, bir kuzum var Deniz. Yazmak, yönetmek ve tasarlamak… Üçü arasında mekik dokuyorum. Tüm hayvanları seviyorum; sokaktakileri de evdekiler kadar… Şehrin parklarına ağaç dikmeyi seviyorum, yıllar sonra onlardan meyve yiyecek çocukları, kuşları düşünmek bana iyi geliyor. 2015’te Bağımsız Sinema Kulübü’nü kurduk, kısa film ve uzun metraj senaryolar yazıyoruz.

‘’YELDEĞİRMENİ BAĞIMLILIK YAPAR’’

  • Hep bu semtte mi yaşadınız?

Burada doğdum, büyüdüm, hâlâ buradayım. Kısa süreli başka yerlerde ikamet etsem de, sonunda hep buraya döndüm. Yani bir kopuş yaşamadım. Zaten gariptir Yeldeğirmeni insanda bağımlılık yapar, döner dolaşır kendini yine burada bulursun.

  • Kitapta anlatıyorsunuz sayfalarca. Biraz haksızlık olacak ama tekrar kendi Yeldeğirmeni’nizi sorsam…

Kitapta anlattığım çocukluğumun Yeldeğirmeni daha çok. Kentsel dönüşümün İstanbul’un tepesine çökmediği, Rum, Yahudi komşularımızın olduğu, kimsenin kimseyi ayırmadığı, geceleri ikiye kadar sokaklarda oyun oynadığımız, her evin kapısının açık olduğu ve her sofrada tabağımız olan semti anlatıyorum. Bakkalımızın, manavımızın, balıkçımızın olduğu. İnsanların güler yüzlü ve birbirine güvenli olduğu yılları… Şimdi düşününce, televizyonda görüp özendiğimiz Yeşilçam filmlerindeki samimiyeti daha iyi anlayabiliyorum, çünkü o zamanlar öyle yaşıyorduk, şimdi o samimiyette filmler ya da mahalle dizileri yok çünkü artık öyle bir yaşam yok…

  • Anladığım kadarıyla öyküler kurgu değil. Hepsi yaşanmışlıklardan mı geliyor?

Yaşadığım, duyduğum, tanık olduğum olaylardan besleniyor. Tabii araya giren zamanın oyununu göz önüne almak gerek. Yıllar geçtikçe anılar biraz şekil değiştirip, daha çok duygulara bürünür. Kitaptaki öykülerde bu anıların, hafızamda ve duygularımda yeniden harmanlanmasıyla kurgulandı.

  • Bir semte hikayeler yazmak…  Günümüzde pek çok kitap çıkıyor, semtleri –bilhassa onların eski hallerini- anlatan. Neden sizc? İstanbul hızla değiştikçe, semtlerimizi, mahallelerimizi, komşuluklarımızı ve öykülerinde bahsettiğin pek çok güzelliği kaybediyoruz diye mi acaba?

Ortak sebep, özlem olsa gerek. Çocukluğumun Yeldeğirmeni ile şimdiki arasında çok fark var. Eskiden daha büyülü bambaşka bir semtti. Hâlâ benim gözümde çok özel… Ama esnaf yok artık mesela. Market zincirleri ve kafeler yığıldı. Son dönemde garip bir kaos var , popülariteden kaynaklı. Kiralar anormal arttı, eskiden sokağa çıktığımda tanımadığım çok az insan olurdu, şimdi tanıdığım çok az insan var. O güzelim taş binaların yerine balkonu bile olmayan sevimsiz binalar yapıldı. Okuyucuyla Terzi Salamon’un makine tıkırtılarını, Emel (Yanula) teyzenin bahçesindeki çiçekleri, Ester’in dağıttığı çokopresleri paylaşmak istedim...

 SEMTİN KİTABI,  SEMTİN YAYINEVİ

  • Yeldeğirmeni ile ilgili kitabınızın yine burada konuşlanmış bir yayınevinden çıkması da güzel olmuş. Nasıl gelişti bu süreç?

Notabene ile tanışmam ilginç aslında. Bir arkadaşımın, mahalleye kitabevi açılmış demesiyle başlıyor hikaye. Mahalle kültüründe yeni bir yer açıldığında hayırlı olsun diye alışveriş yapmak vardır. Gidip kitap aldım, çay içtim, sıcacık insanlar… Tanışmamız böyle oldu. Çıkarken ‘benim de bir öykü kitabım var’ dedim, yollayın dediler. Bir ay sonra aradılar ve başladık.

  • Kitaptaki öyküler doğallığında bizi Yeldeğirmeni’nin ne kadar çok kültürlü bir semt olduğu gerçeğine götürüyor. Sizce bu durum günümüzde nasıl?

Eskiden öyleydi. Git gide azaldı, sanıyorum 10 hane kadar kaldı farklı kültürden aileler. Gelen Erasmusluları saymıyorum. Ama sorun semtte değil. Günümüz sorunları mekanlardan değil, zamanın insanlarından kaynaklanıyormuş. İnsanlar sokaklarda değil, bilgisayarlarda, telefonlarda yaşıyorlar. Bu nedenle mahalle diye bir şey kalmadı. Eskiden bir derdin olduğunda canın sıkıldığında komşuna giderdin, sokağa atardın kendini. O sokaklar, o kaldırımlar, o komşular önemliydi, senindi, nefesti. Ama şimdi zaman öyle değil, duygular da öyle değil. Elbette bu da mekanları etkiliyor. Semtleri, şehirleri yaşam algımıza göre değiştiriyoruz ve bana kalırsa pek de iyi bir yere gitmiyoruz…

YELDEĞİRMENİ’NE DAVET…

  • Şimdinin sokaklarından, geçmişin anılarıyla yürümek nasıl hissettiriyor?

Gün içinde mahallede tur atarım halâ. Dalar giderim bazen… Bütün sokaklarında en az bir anım var. İnsan özlüyor, çok özlüyor hem de. Bazen olur ya hayat basar üstüne öyle zamanlarda dolaşırken gözlerin bile yaşarıyor ister istemez, yalnız hissediyor insan kendini, bu kalabalığın içinde...

  • Kitabı okuyanlara, henüz okumayanlara, Yeldeğirmeni’ni bilenlere, bilmeyenlere son söz niyetine neler söylemek istersiniz?

Yeldeğirmeni’ne gelmelisiniz. Ama sadece kafelerde oturmak için değil. Sokaklarında uzun uzun yürümek, o muhteşem binaları incelemek, bir köşe başından denizi izlemek için… Şansınız varsa Emel teyzeyi görürsünüz bahçede çiçekleri sularken. Çıtır çıtır bir simit alın, demli bir çay söyleyin sonra.Yeldeğirmeni kesinlikle size iyi gelecek…


ARŞİV