Yeldeğirmeni'nde bir kabare oyunu

​25 kişilik sanatçı topluluğu kara kabare’nin ‘topluluk oyunu’ yöntemiyle sahnelediği ‘Zenhar’ oyununda, sahnedeki herkes bir anlamda kendisini oynuyor. Katılımcı tiyatro biçimiyle sahnelenen oyunun yaratıcısı Şirvan Akan, “Eğer birlikte yeni bir dünya kurmak istiyorsak, tiyatronun buna hizmet edebileceğini düşünüyorsak birlikte şarkı söyleyeceğiz ve dans edeceğiz tabii ki!” diyor

17 Mayıs 2022 - 14:49

Sahnedekiler konuşuyor, fısıldıyor, şarkı söylüyor, düşünüyor, arıyor, soruyor. 75 dakikalık bu seyirliğe izleyicisini de nazikçe davet ediyor. Dileyen izleyici, sahnenin enerjine kaptırıyor kendini, istemeyen de sandalyesinden tanıklık ediyor olup bitene… Geçenlerde ben de o seyircilerden biriydim. Bu samimi seyir deneyimine ‘tiyatro’ demek eksik kalır. Çok daha ötesi zira... 25 kişiden oluşan 10 yıllık sanatçı topluluğu kara kabare’nin yeni oyunu “Zenhar”dan bahsediyorum. “Bir tören oyunu” alt başlığını taşıyan oyun, her pazartesi akşamı 20.30'da Yeldeğirmeni'ndeki Tiyatro dell'Arte'de sahneleniyor. Tuba Karabey, Sinem Hacıoğlu, Sevi Cemre Cingirt, Selami Üstübi, Miray Akçay, Mehtap Demirel, Mehmet Bezgin, İdil Özaydın, Gamze Dar, Boran Karakoç ve Alper Bora Koçak’ın sahnede olduğu oyunun müziğini Nazım Çınar yaptı. Işık tasarımını Murat Bakır’ın, afiş tasarımını Fuat Değirmenci’nin yaptığı oyunun fotoğraflarını Cem Çelik, videolarını da Gültekin Bayır ve Erol Aydın çekti. 

kara kabare’yi ve Zenhar’ı, ekibin kurucularından, aynı zamanda oyunu yazıp yöneten Şirvan Akan’a sorduk. 

(Şirvan Akan, meşhur Bizimkiler dizisinde 'yönetici Sabri Bey' karakterine hayat veren, merhum oyuncu Mehmet Akan'ın kızı)

  • Önce biraz sizi,  sonra da kabare ekibini tanıyalım… Kaç kişisiniz, ne zaman ve nasıl biraraya geldiniz?

Merhaba. Ben Şirvan; hayatta olduğu için aşırı şükran duyduğundan, bu şükran borcunu armağanlarla yaşama geri vermeye çalışan bir tipim! Konservatuar okudum, yani ‘mesleğim’ tiyatroculuk. Ama mesleğimle kurduğum ilişki yıllar içinde çok değişti. Para kazandığım bir işten ziyade şükranımı ifade etmek için armağanlarımı can-ı gönülden verdiğim bir alan haline geldi. Bu anlayışı benimle birlikte araştıran ve hayata geçirebilmemizi sağlayan kara kabare topluluğumuza da çok şükran doluyum. 10 yıl önce dört arkadaş toplanıp bir oyun çıkarmamızla kurulan topluluğumuz, bugün yaklaşık 25 kişilik (mimarların, dramaturgların, müzisyenlerin de dâhil olduğu) bir sanatçı topluluğu haline geldi. Birlikte daha güzel bir dünyanın hayalini kuruyor, hayalimizi de hemen şimdi burada, yani hem kendi içimizde, topluluğumuzda, hem de oyunlarımızda, seyirciyle buluşma şekillerimizde hayata geçirmeyi araştırıyoruz. 

  • Yeni oyununuz “Zenhar” sözüyle de biçimiyle de sıra dışı bir eser. Önce bu kelimenin anlamını sorayım. Ve neden oyuna isim olarak seçtiniz?

Eski Türkçe’de “taşkın deniz” demek. Oyunumuzu yazarken, bir geçiş ritüeli tasarlamak istiyordum. Hem teorik hem pratik bir araştırmaya girişmiştim. Prensip olarak, kendi üzerimde denemediğim teorik ya da spiritüel uygulamaları sahneye taşımıyorum. Sahnedeki sözümle kişisel hayatım arasındaki hiza benim için çok önemli. O yüzden, madem ritüelli ve törenli bir oyun yapmak istiyorum, demek ki kendi hayatımda bunu denemem gerekecekti. Oyunun yazılma sürecinde hem kendi özel hayatımda bir geçiş töreni (Geçiş törenleri 1909’da  etnolog Arnold van Gennep tarafından ortaya atılan bir kavram. Van Gennep'a göre her insanın hayatında çeşitli hayat aşamalarından diğerlerine geçiş vardır) yapmayı, (kimseye önermiyorum!) hem de oyunu birebir yazarken çeşitli ritüeller yapmayı denedim. Tuhaf gelebilir ama şöyle oldu: Bir gün evde kağıtları, kitapları yere dizmiş, ritüel yapmanın ne olduğunu anlamaya çalışıyor, denemeler yapıyordum. Çok da inançsız biriyim! Ne yapsam, tam içime sinmiyordu. Yerdeki o kitaplar ve kağıtlar arasında oyuna isim koyma ritüeli yapmaya çalışırken, babamdan kalma bir eski Türkçe sözlüğünden zenhar kelimesinin bulunduğu sayfa önüme düşüverdi. Oyunun teorik alt yapısında “aşkın, içkin ve taşkın” çok kullandığım kavramlardı. Ben de bunu bir işaret olarak yorumlayıp Zenhar’ı kabul ettim.

TOPLULUK OYUNU

  • Rejisi de enerjisi de farklı, renkli, sıcak bir oyun. Bu dili nasıl tutturdunuz?

Topluluk içi ilişkiler ile sahnede söylediğimiz sözü hizalamak için oldukça emek harcamamız; bir de “çember” gibi çeşitli yöntemler sayesinde birbirimizle kalpten bir bağlantı kurmaya çok istekli oluşumuz sayesinde. kara kabare kendisine has bir ‘topluluk oyunu’ yöntemi deniyor. Yani topluluk içi tartışmalar ve deneyimler oyun metinlerine giriyor. Bir anlamda sahnedeki herkes kendisini oynuyor aslında.

  • Oyunu, bir arayış oyunu olarak yorumladım, ortak bir dil/birlik/düşünce vb arayışı. Ne dersiniz?

Evet, doğru. Kalbimde daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu biliyorum. Eski dünyanın  anlatısıyla, mitolojisiyle birlikte ölmekte olduğunu gözlemliyorum. Fakat yeni dünya da henüz gelmediğinden, yani iki anlatı arasında sıkışıp kaldığımızdan, oyunun bir geçiş töreni olmasını istemiştim. Fakat burada karşılaştığımız sorun şu: Hangi tören? Hangi ritüel? Törenler ve ritüeller bir anlatının parçası olduğundan anlamlı; olmadığında içi boş şekilde tekrarlanan hareketlerden ibaret. O yüzden konu, ortaklaşabileceğimiz herhangi bir konu, anlatı, mitoloji bulmaya geldi.

“NEFESTE BULUŞABİLİRİZ”

  • Biçimsel olarak da temposu yüksek bir oyun. Sahnedeki dans/şarkı ve hareketleri, içerikle nasıl bağdaştırdınız?

Ortak bir anlatı ararken, bizi bölen, ayrıştıran konular yerine neyin üzerinde ortaklaşabileceğimizi düşünmek, sadeleşmemize ve odaklanmamıza yardımcı oldu. Süslü dekorlara ihtiyacımız yok, birbirimize ihtiyacımız var. Nefeste buluşabiliriz… Kalp herkeste var… Bu anlayış oyunun rejisinin de temelini oluşturuyor. Oyuncu bedeni, birlikte hareket eden bir topluluk, oyunumuzun mesajıyla en uygun olan reji seçimi diye düşündük.

“KAPISINDAN YENİ DÜNYAYA ÇIKILAN YER”

  • İpucu olmasın okuyucuya ama oyun, fiziki olarak tiyatronun kapısının açılması (ve bence ruhen de yeni bir dünyaya geçiş/davet gibi) ile bitiyor. Böyle bir son ile neyi amaçladınız?

Oyunun ana fikrinin hakkını verebilmek için hem erginleme töreni (bazı kabilelerde belli bir yaşa gelince topluma katılması için kişiye uygulanan ritüeller) eğitimi aldım, hem de elimden geldiğince uzun ve derin düşünmeye, araştırmaya çalıştım. Tiyatro zaten kökeninde bir ritüel, ama artık o ritüelin bağdaştığı anlatı yok. Tüm bu araştırmalar sonucunda, bir geçiş töreninin bugünün tiyatrosuna uyarlanması konusunda benim bulabildiğim çözüm bu oldu: Yeni dünya, hemen şimdi burada, şu kapıdan çıkınca, bizzat kendimiz tarafından yaratılacak! Bu aynı zamanda, tiyatroyu hem kavramsal, hem mimari olarak belirli bir anlatının merkezine yerleştiren bir yaklaşım: “Tiyatro, kapısından yeni dünyaya çıkılan yer” olarak yeniden kurgulanıyor oyunumuzda. Bu noktaya çok kıymet veriyorum; modern anlatıda tiyatronun “eğlence ve ticaret sektörüne” dâhil edilmesinin yarattığı çeşitli sorunlara benim yanıtım bu oldu. 

  • Oyunda seyirciler arasından ‘seçilen’lere ‘tören’ düzenlenmeye çalışılıyor. Sonra da o kişiye, dışarıda okuması ricasıyla bir kağıt veriyorsunuz. Ne yazıyor diye sorsam?

Ah, bu soru nihayet geldiği için çok mutluyum! Her şeyin ayan beyan ortada olmasını, her şeyin çok ulaşılabilir olmasını, hiçbir gizemin, büyünün, “sırrın” kalmamış olmasını, modern anlatının bir sonucu olarak görüyorum. O yüzden sorunuzu yanıtsız bırakacağım; çünkü sırrı geri çağırmak istiyorum! Tabii bu fikir benim uydurduğum bir fikir değil. Elefsis gizemlerinden ilham aldım: Antik Yunan zamanında yaklaşık 2000 yıl boyunca bozulmadan sürdürülen, insanların “talip” olarak katıldığı bir tören. Fakat bu taliplerin başına ne geldiğini, o törende onlara nasıl bir sır verildiğini bugün bile kimse bilmiyor, çünkü dışarıda paylaşılması yasak! Böylesi bir yaklaşım, sanki bir “bölünme” ya da “ayrıcalıklı sınıf” yaratıyor gibi gözükse de, ben tam tersine inanıyorum. Bence modern anlatının bizden çaldığı en büyük insanlık hallerinden biri “kendini adamak.” Herşeyin ayan beyan ortada olması ile doğrudan bir bağlantısı var bunun; bir şey örtük olduğunda, sır olarak verildiğinde değeri de artıyor, sırra verilen dikkatin derecesi yükseliyor. “Dikkat” ise bizim insanlık olarak süper gücümüz gibi bir şey! Dikkatimizi neye verirsek, orada yeni dünyalar yaratıyoruz! Modern ötesi dünyada dikkate bu kadar savaş açılmış olması, videoların artık 5 saniyeye düşmüş olması, çok derin konuların Twitter’da 140 karakterle konuşulması tesadüf değil. Tüketim kültürü, derin bağlantıyı, kendini bir şeye adama cesaretini erozyona uğratıyor. Yerine yenisi konabilecek bir şey değil mesela bizim seyircimize verdiğimiz tören armağanları. O güne ve o kişiye has, elde yapılıyor.

  • Oyunun mutfağı nasıldı? Ne kadar zamanda, nasıl hazırlandınız?

Yaklaşık bir buçuk yıldır provada/araştırmadayız! Erginleme töreni eğitimimi tamamladıktan sonra, öğrendiklerimi toplulukla paylaştım ve önce bütün uygulamaları kendi üzerimizde denedik. Doğayla ilişki kurma, bir ağaçla konuşma, bir gün her cümleye “bilmiyorum” diye başlama, sosyal medya orucu tutma gibi çeşitli ödevler yaptık. Ancak bu noktadan sonra bir araya gelip oyunculuk ve topluluk hissiyatı üzerine çalışmaya başladık. Bu konuda belirli bir yol katettikten sonra da, esas teorik çalışma başladı. Ancak ondan sonra bildiğimiz anlamda reji/prova sürecine geçildi.

“ROL VE KAST YAĞDIRMADIM”

  • Sahnede oyuncu olmayan kişiler de var.

Tiyatrocu olanlarla olmayanların aynı oyunda sahneye çıkması araştırması, bizim her oyunumuzda yaptığımız bir şey. Bu oyunda yeni denediğimiz yol ise, yine konumuzla hizalı olabilmek için, “kendi kastını yapan oyun” araştırması oldu! Erginleme töreni, bireyin kendi ekolojik nişini (uygun yer) bulması olduğundan, biz de her şeyi önce kendi üzerimizde denemek istediğimizden, bu oyunda yönetmen olarak ben tepeden rol ve kast yağdırmadım. Herkesin bu oyunda ait olduğu yeri bulabilmesine yarayacak çalışmalar yaptık. Bu, oyun izlendiğinde dışarıdan görünmeyen, ama bizi kendi içimizde çok büyüten, çok zorlayıcı ve acı dolu olsa da, bir o kadar öğretici olan bir denemeydi. 

  •  “Oyunumuz “interaktif” değil “katılımcı” bir tiyatro biçimi” diyorsunuz ki ben de gördüm. ‘Teklif var ama ısrar yok’ gibi.. Bu ince çizgiyi nasıl kurguladınız ve koruyabiliyorsunuz?

Evet, beni en fazla düşündüren konulardan biriydi ve bu noktaya varınca çok rahatladım. “Eyleme geçme gücü” ve bunun sadece oyuncuda olması ile ilgili bir güç hiyerarşisi meselesi vardı. Anlatı denilen şeyin katılımcılıkla yeniden üretildiği bilgisine ulaşınca birçok kapı açıldı kafamda. Şaman anlatısında yaşıyorsak, misal bir gündönümünde ateş yakıp hep birlikte üstünden atlamak isteyeceğiz. Eğer modern anlatının içinde yaşıyorsak, paradigmamızda “insanoğlu rekabetçidir” “ölümle savaş” “doğaya hükmetmek” “önemli olan görülmek ve beğenilmek” gibi ilkeler varsa, o zaman mesela İnstagram algoritmasına katılımcı olacağız, yüksek beğeni alacak “içerikler” paylaşacağız. Eğer birlikte yeni bir dünya kurmak istiyorsak, bunun mümkün olabileceğine inanıyorsak, tiyatronun buna hizmet edebileceğini düşünüyorsak ne yapacağız? Birlikte şarkı söyleyeceğiz ve dans edeceğiz tabii ki!  

BAĞIMSIZ AMA SEYİRCİYE BAĞIMLI

  • Oyunu, seyirci desteğiyle yani kitlesel fonlama sayesinde çıkarmak nasıl bir his? Üzerinize ekstra bir yük koydu mu?

10. yılımızda ilk defa denediğimiz bir armağan ekonomisi yöntemi oldu bu. Minnettarım çünkü topluluğun tamamen “bağımsız” kalmasını sağlıyor. Sponsorumuz , hiçbir kurumla ilişiğimiz yok. Sadece seyircimizle armağanlaşıyoruz. Bu topluluk ve bu oyun, seyirciye ait, bu topraklara ait. Yani hem bağımsızız, hem de yaşamsal derecede seyircimize bağlıyız. Kitlesel fonlamada sürdürülmesi gereken bir ilişki kuruluyor. Oyunun kumbarasını destekleyen seyircilerimize devam eden bir armağanlaşma içine giriyoruz. Yani, tam da kapitalist üretim/tüketimin bizden aldığı şeyi geri kazanıyoruz: Kalpten bir ilişkilenme! O yüzden bir yük değil, bir ayrıcalık, bir onur bizim için. Bu kolay olduğu anlamına gelmiyor tabii, ama aradığımız şey kolaylık değildi zaten.  

  • Armağan ekonomisi uyarınca net bir bilet fiyatınız yok (önerdiğiniz alt-üst limitler olmakla birlikte..) seyirciye bu kadar güveniyor musunuz? Ya hiç kimse para vermezse diye düşündünüz mü?

Sadece seyirciye değil, yaşama güveniyorum. Kalbim, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu biliyor. Piyasaya değil, kalbime sadık kalmak isterim. Eğer verdiğim armağan bu toprakların canına değerse, beni hayatta tutmanın bir yolunu bulur.

NEDEN KADIKÖY’DELER?

  • Son olarak konumuzu ilçemize bağlayayım. Zenhar’ı Kadıköy’de sahnelemenizin özel bir nedeni var mı?

Bu soru için teşekkür ederim. Cevabım yok, ama birlikte düşünmek isterim: Neden Kadıköy’deyiz? kara kabare yaklaşık 10 yıl kadar Taksim’deki Maya Sahnesinde oynadı. Taksim’e ne oldu? Neden artık orada değiliz?

Burada bize sahnesini açan Tiyatro dell’Arte’yi onurlandırmak isterim. Tam bir dayanışma ve topluluk hissiyle, bizi evimizde hissettiren dostlar kazandık.  

  • ‘Kadıköy insanı’ hissi aldım oyunda bahsedilenlerden, yoga, beyaz yaka, feminizm gibi… Ne dersiniz?

Evet! Birkaç yıl önce olsa Taksim çocuğu derdim. Ben Taksim çocuğuydum yani. “Yer” konusu, erginleme töreni bağlamında da çok önemli. Yer yoksa niş de yok. Niş yoksa, homojen kültür var. Aynı “coffee shop”un şubeleri var. Genelgeçer, sıradan, kolonyalize olmuş bir kültür var yani. “Yer” varsa, biriciklik var. Sadece orada anlamı olan, orası için hayati olan armağanı verebilmek var. Yani “derin kültür” var. Sanırım benim gençliğimin Taksim çocukları artık Kadıköy’de, kendi nişlerini yaratmaya çalışmaya devam ediyor.

(kara kabare telefon no: 05437923940 / Tiyatro dell’Arte adres: Rasimpaşa, Uzun Hafız Sk. No:57A)




 


ARŞİV